Jump to content

simyager16

Üye
  • İçerik sayısı

    12
  • Katılım

  • Son ziyaret

simyager16 Hakkında

  • Doğum Günü Ağustos 21

Güncel Profil Ziyaretleri

2.188 profil görüntüleme
  1. Flor ismini muhtemelen her kimyacının duyduğu ve hatta halojenürler dediğimiz grubun (halojen Latince tuz yapan anlamına gelir) ilk üyesi olmasıyla bu ünü artmıştır. Peki flor’un özel yeri nereden geliyor? Flor elementi periyodik cetvelin en aktif ametali olmasıyla ün kazanıyor (buna rağmen suda iyonlaşması zayıftır). Bu elementin keşfinin ise ilginç bir hikayesi vardır, o da tabiri yerindeyse ‘katil’ bir element olması, neden katil diyoruz, çünkü birçok kişinin hayatını kaybetmesine ve yatalak olmasına neden olmuştur. Bunlar başlıklar altında verilirse (konu içerisinde açacağım birçoğunu) can verenlerden İngiliz Thomas ve Knox kardeşler, Niklesse, Belçikalı Louyet. Ağır yaralananlardan bilinenler ise; İsveçli Scheele, Fransız Gay-Lussac, Thenard, İngiliz Humprey Davy bilinen şimdilik bunlar (belki daha fazla vardır bilmiyorum) Modern Alman mineralbilimci George Agricola 1529’da madencilerin kalsiyum florür adında bir minerali madenlerde kullandıklarını ve bununda madenleri eritip onların daha kolay işlenmesine sebep olduklarını yazmıştır. Bu mineralin özelliği kolay erimesi ve madenleri de daha çabuk eritmesinden ileri geliyor (Flor çelikleri eritmede de kullanılır ama bu şuan konumuz dışı) zaten flor adı da buradan geliyor yanı akan, akmakta olan anlamında fluores’te türetilmiştir. Daha sonrada zaten minerallerin sonuna –ite kelimesi getirilerek adlandırılmışlardır. 1670 yılında Henrich Schwanhard adında bir camcı kalsiyum florürü kuvvetli asitlerle etkileştirmiş ve neticede florik asit buharlarını oluşmuş ve bu da gözlüklerinin camına etki etmiştir. Kendisi bunun su buharı olduğunu düşünmüş ama öyle değil tabiî ki, buhar gözlükleri eritmiş ve pürüzler oluşturmuştur. O zamana kadar kimyacılar çok az kimyasalın cama etki ettiklerini biliyorlardı (bunlardan birincisi şimdi bahsettiğimiz florik asit ve diğeri de [bazı kimyacılar bunu bilmeyebilir] sezyumun hidroksitli bileşiği sezyum hidroksittir, her ikisi de cama etki eder ama buna rağmen florik asitin suda iyonlaşması zayıftır bu yüzden florik [ya da diğer adıyla hidroflorik asit] asit zayıf asit olarak kabul edilir). Daha sonra bunu balmumu ile kaplamış (balmumu kaplanan yere bu asit etki etmiyor) ve camlarda özel şekiller elde etmiştir. İmparatorunda desteğini alan bu kişi işlerini iyice yoluna girmiştir fakat bu durumdan kimseye bahsetmeyince florün bulunması zaman almıştır, taki 1768 yılına kadar. 1768’de Alman kimyacı Maggraf floritte kükürt bulunmadığını ve bu asitin cam eşyada delikler açabileceğini keşfetmiştir. Buna rağmen florik asitin (ya da keşfedilmişse bile farkında olunmayan flor gazı) keşfedilme onuru İsveç kimyacı Scheele’ye aittir. O da kalsiyum florürü asitlerle birleştirdi ve asitle camı yaktı ama tabi bunları kendinden önce gelenlerden daha dikkatli ve daha titizlikle yaptı ve bu gazın bir asit olduğunu da ileri sürmüştür. Scheele keşfettiği kimyasalların tadına ve kokusuna bakan birisidir (hidrojen siyanürü ve hidrojen sülfür gazını da yine o keşfetmiştir). Zehirlenmemiş olması mucize ama buna rağmen o da 43 yaşında ölmesi kimyasalların ona bir oyunu olabilir, kim bilir. Diğer yandan Lavoisier’in tanımına göre asitlerde oksijen içerdiği biliniyordu (çünkü o zamana kadar hidrojen içermeyen asitler keşfedilmemişti) ama florik asit, klorik asitte (bunları kısalttım normalde hidrojen geliyor bunların başına) oksijen yoktur (hidrojen sülfür ve hidrojen sülfit gerçi bunlar zayıf asittir ama oksijen içermeyen hidroklorik asit güçlü bir asittir) ve bu durum flor elementinin de bir benzeri olan klor elementi içinde gündeme geldi esasında elektroliz yöntemi keşfedildiğinde (1800 yıllarında) klor elementi oksijenden ayrılıyordu bunu flor içinde düşündüler ama durum hiçte öyle değildi. Çünkü izole ettikleri yerde eksi kutupta pozitif iyonlar açığa çıkmasına rağmen pozitif kutupta hiç flor elementi yoktu. Davy bu yöntemi denedi, hatta yaptığı çalışmalarda florik asitte oksijen içermediğini de gösterdi ve fizikçi Ampere’de klor içinde aynı şeyleri söylemiştir. O da floru izole etmeye çalıştı, ne var ki, flor orada ne kadar pahalı platin varsa birbirine katmış ve neticede hiç flor elementi elde edilmemişti (ama tabi farklı bileşiklerde keşfedildi bu arada). Neticede Davy’da ellili yaşlarında hayata gözlerini yummuştur. Bunu daha sonra İngiliz Thomas ve Knox kardeşler takip etmiştir. Bu kez deneyi civa üzerinden denediler ne var ki bu da onların sonu oldu, uzun bir ıstırap verici şekilde onlarda flordan paylarını almışlardır. Knox kardeşleri izleyen Belçikalı kimyacı P. Louyet’i hidrojen florür tamamen götürmüştü. Louyet’in asistanı olan Fremy bu işe girişmenin morg’a bilet almaya benzediğini ifade etmiş, o da Davy gibi elektroliz yöntemine geri dönmüştür. O da denedi ama ne var ki o da başarılı olamadı, sebebi ise eksi kutupta hidrojen pozitif kutupta flor elde etme düşüncesiydi ama hidrojen florür susuz elektriği iletmiyordu bu kez deneyi eriyik halde denedi ama o da olmadı buna rağmen hidrojen florürü susuz olarak elde eden ilk kişi odur. Şimdi geldik zafer bölümüne (bundan sonra azda olsa florün özelliklerinden bahsedeceğim). Fremy’in bir öğrenci var, Moissan. Bu savaşı bırakmadı ve başarılı da oldu. O bu kez deneyi fosforla denedi (daha önce o da hocasından gördüğü yöntemleri geliştirdi, bunlardan biriside susuz hidrojen florürün elektriği iletmediğidir) kısmen şanslıydı ama bu kez de flor fosforu bırakmadı neticede fosforun florlü yeni bir bileşiği elde edildi. O da bu kez yine platine döndü (platin asal bir metaldir) ama olayı biraz pahalıya mal oldu, çünkü flor ne kadar pahalı platin varsa hepsini yok etmişti, olayı bu kez yalıtkan olan bir kimyasalla denedi, aklına kalsiyum florür geldi, o da platin –iridyum alaşımlı kimyasal yerine böyle bir yöntem denedi (kalsiyum florür tıkaç görevi görecek ve platin-iridyum alaşımı gibi sağa sola saldırmayacaktı) ve olay gerçekten de Moissan’ın istediği gibi oldu, tabi birde olayın sıcaklık yönü vardı, eğer öyle olmasaydı Moissan muhtemelen deneyi başarılı geçemeyecekti, o da sıcaklığı -50֯’’ye kadar düşürdü (bilindiği gibi bir kimyasal reaksiyonda sıcaklık düşerse reaksiyon yavaşlar) ve deneyi başarıyla gerçekleşti, deneyi birde hocası Fremy’nin yanında yaptı ve o da 1906 yılında Nobel Ödülüyle ödüllendirildi. Kimyacılar bir zaman inanmışlardı asal gazları (ya da soy gazlar [ne kadar soy tartışılır]) herhangi bir elementle bileşikle reaksiyona sokamayacaklarını ama Amerikalı kimyacı Pauling 1933 yılında bunun böyle olmadığını göstermiş teorik olarak ve öğrencileri de bu durumu deneylerle ispatlamışlardır. Zorda olsa Kripton, Ksenon ve Argon özel koşullarda flor ve oksijenle reaksiyon verebilir. Birazda florün kullanım alanlarına bakalım. Flor genelde soğutucu olarak dolaplarda (freon gazı olarak) ve nükleer reaktörlerde uranyum 235 izotopunu, 238 izotopundan ayırmak için ve dış macunlarında kullanılır ama işte buradaki flor elementel (hatta florü elementel halde bile bulamazsınız, sebebi çok aktif oluşudur) halde olmadığı için çok fazla zarar vermez çünkü bileşiği halindedir o yüzden diş macununda flor var diye kullanmamazlık yapmayalım Kaynaklar: [1]. Galileo’nun Buyruğu (Der: Edmund Blair Bolles – Çev: Nermin Arık) – (TÜBİTAK Yayınları - 2011) [2]. Kimya Güzeldir – Ömer Kuleli/Osman Gürel (Pan Bilim Yayınları - 2014)
  2. 1843’te bir arsenik bileşiği numunesi (nam-ı diğer dimetil arsenik siyanür) Bunsen’in yüzünde patladı. Arsenik dumanı yüzünden ciddi hasar gören Bunsen, haftalarca hasta yattı. Patlama sırasında gözüne gelen bir cam kıymığı yüzünden de bir gözü kör oldu. Civanın zehirleme mekanizması için ileri sürülen görüşlerden biri, bu elementin kükürde karşı büyük ilgisine, kükürt taşıyan enzimlerin işlevlerini bozduğu varsayımıdır. Organik civa bileşikleri, genellikle inorganik bileşiklerinden ve elementin kendisinden daha çok zehirlidir. Civa zehirlenmesinin sinsiliği mikroorganizmaların civayı metil-civa (CH3, Hg+) haline dönüştürmesinden ileri gelir. Parçacıkların artan kütlelerine göre sıralanması sorunsalı aile problemi olarak bilinir ve bunlar sırasıyla; ilk grubu (yani şuanda var olan her şeyi ifade eden) aşağı kuark-yukarı kuark ve elektron, ikinci aile; kütlesi elektrondan biraz daha fazla olan müon, tılsımlı ve acayip kuarktan oluşur, en son aile ise en ağır lepton olan tau, üst kuark -ki bu kuark en ağır kuarktır- ve alt kuarktan oluşmaktadır (nötrinolarda dahil her ailenin farklı bir nötrino üyesi vardır) Ağır metal katyon tuzlarının renkli olmasının nedeni, d orbitallerinin yarı dolu olmasıdır. Karanlıkta kazağınızı çıkarırken gördüğünüz statik kıvılcımlar minik oranlarda ozon üretir. Güneş’in devamlı enerji açığa çıkarması ve devamlılığı W ve Z bozonları sayesindedir. Tüm insan ırkı, bir küp şekerin sahip olduğu hacme sığdırılabilir. Sıcak su soğuk suya göre daha çabuk donar, buna bilimde Mpemba etkisi denir. Aynı miktarda limonda çilekten daha fazla şeker vardır. Bir deney yapmadan önce, örneğin elektronun nerede olduğunu bilemeyiz. Elektron orada, burada, şurada olabilir; onların hepsi elektronun olası konumlarıdır. Deneyle, elektronun konumu kesin olarak saptanabilir. Ancak Heisenberg ilkesine göre, konumunu bildiğimiz elektronun hızı hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmamız mümkün değildir. Deney sürecinde elektrona ait elde ettiğimiz konum bilgisi olasılık fonksiyonuna aniden değişiklik olarak yansır. Elektronun hız bilgisi olasılık fonksiyonunda kayıp olurken, konum bilgisi tepe yapar. Fonksiyonun tepe yapması elektronun kesin olarak nerede olduğunu söyler Sıvı oksijen paramanyetiktir: Bir tel parçasının üzerindeki bir tüpün içinde asılı tutulduğunda güçlü bir mıknatıs tüpü hareket ettirebilir. Enzimler biyolojik katalizörlerdir. ‘Koenzimler’ enzimlerle beraber hareket ederek tepkimeyi yürüten moleküllerdir. Koenzimler kimyasal değişikliğe uğrayabildiği için, katalizör değillerdir. Niels Bohr atom modelinde enerji (frekans), momentum kesiklidir bu durum elektronların belirli orbitallerde bulunma koşulunu klasik atom modeli, enerjinin kesikli halini ise kuantum modeli onaylar dolayısıyla Bohr atom modeli tamda bu ikisinin ortasında yer alır. Oksijen gaz halinde renksiz, sıvı halinde ise mavi renkli bir elementtir. Kuantum fiziğinin temel karakteristiklerinden biride dalga/parçacık ikilemidir. Dalga/parçacık ikilemine göre bir elektron, uzayın belirli noktasında -belli bir olasılıkla- bir parçacık olarak saptanabilir, ancak başka bir şey, diyelim ki pozisyonu yerine enerjisini ölçerseniz, elektron atomun içerisinde yayınım yapan bir dalga gibi davranır.
  3. Lavoisier zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir birçok ilgi alanına sahip olsada (matematik, astronomi, botanik, jeoloji, hukuk gibi; hatta babasının etkisi altında hukuk alanında çalışmalarına idam edilişine kadar devam edecektir) o daha çok bilimsel araştırma olan kimya alanına yönelmiş diğer yandan da ülkenin çarpık giden vergi sisteminde görevlidir (burada bir miktar vergi açığı vardır onu da Lavoisier laboratuvarı için kullanmıştır) Lavoisier esasında ilginç gelecek belki ama hiçbir şey keşfetmemiştir (bir buluşu da yoktur zaten) onu bilime yakınlaştıran dikkatli ve titiz çalışmalarıdır öyle ki oksijeni keşfeden kişi Priestley olmasına rağmen (adı da yetkin gazdır) bunun özelliklerini açığa çıkaran kişi Lavoisier olmuştur (buna rağmen Lavoisier Priestley isminden bahsetmez çalışmalarında bir yerde oksijeni hemen aynı dönemde keşfettik demesiyle yetinir) buna göre; bilimde filogiston diye anılan bir teori vardır öyle ki bu teori birkaç yüzyıl bilim camiasında geçerli görülmüş ve birçok kimya olayları buna göre açıklamıştır; teoriye göre her yanıcı madde (daha doğrusu bir metal oksidi) bir yanmayan birde yanan (filogiston/hayali bir madde) kısımdan oluşur filogistonca zengin olan maddeler daha iyi zengin olmayan ise yanmayan durumu oluşturur tabi o zaman havanın içeriği bilinmediği için dolayısıyla yanma olayı da açıklanamıyordu Lavoisier bunları birkaç maddede toplar yaptığı kapalı kap deneylerinde yakılan madde ile oluşan ürünün kütleleri aynı olup bu da onu maddenin korunumu ilkesine götürmüştür buna göre: madde ne vardan yok olur nede yoktan yaratılabilir toplam kütleleri eşittir deney sonucunda, bunlara rağmen o da Fransız devriminden payı alanlardan onun sadece vergi kaçırdığı için idam edildiğini söylemek haksızlık olur o da Fransız devriminin bir şehidi olur. Kaynaklar: [1]. Bilimin Öncüleri - Prof.Dr.Cemal Yıldırım [2]. Kimya Tarihinden Kesitler - Prof.Dr.Emre Dölen
  4. Sıcaklığın Anlamı Bilimde tanımlanmış birçok sıcaklık birimi mevcuttur, onlardan ilki Celcius sonra Fahrenheit, Reömür ve Kelvin sıcaklıklarıdır. Celcius ve Fahrenheit sıcaklığı normal suyun sıcaklığına eşdeğer sıcaklıklardır (ilki bilindiği gibi 0/100 diğeri ise 32/212 değere sahiptir) Kelvin'in ise özel bir yeri var o da bilimsel çalışmalarda önümüze çıkıyor olmasıdır. Kelvin sıcaklığı ismini ünlü fizikçi Lord Kelvin'den almaktadır buna göre Kelvin sıcaklığı bir gaz molekülünün ortalama kinetik enerjisinin değerine eşittir, Charles yasasında bilindiği gibi bir gazın sıcaklığı arttıkça hacmide artar yani sıcaklıkla hacim doğru orantılıdır bunun anlamı; sıcaklık arttığında hacim artar tersi durumda azalır ve bu durum madde katı hale gelene kadar devam eder oysa (kuramsal bir gaz tabiri olsada bilimde bu gerçek anlamda bir gaz değildir çünkü mutlak sıcaklıkta tüm maddeler katı hale gelir varsayımsal bir gaz olarak düşünülür) bir zaman sonra bu sıcaklık yerini titreşim hareketi bile yapamayan bir duruma bırakır ki bu sıcaklığa biz mutlak sıcaklık ya da Kelvin sıcaklığı diyoruz (bu derece soğutma işlemine ise kriyojenik soğutma veya sıcaklığı diyoruz) mutlak sıcaklığa yaklaşabilir (zamanında deneyci gruplar bunları yapmışlardır) ancak ona ulaşılamaz bunun için sonsuz enerjiye ihtiyaç vardır bu da şuan için mümkün değil bir maddeyi de istediğimiz gibi soğutamıyoruz sebebi ise atomları soğutan kaynağın atomlardan daha düşük sıcaklıkta olmalarıdır dolayısıyla böyle bir sistem ancak lazerlerle yapılmaktadır soğuk atom kavramı da yine buradan gelmektedir.
  5. Kan, kapalı bir damar sistemi içinde kalpten oluşan bir pompa aracılığıyla sürekli hareket ettirilen sıvı bir dokudur. Kan şekilli elementler (eritrositler, lökositler ve trombositler) ve şekilli elementlerin içinde süspansiyon halinde dağıldığı plazmadan oluşur. Yüksek yapılı canlıların sirkülasyondaki kanları tüm hücrelerle dolaylı ya da dolaysız yoldan bağlantı içerisindedir ve aşağıdaki fonksiyonların yerine getirildiği bir iç ortamın sürdürülmesinden sorumludur. Madde transportu: Sürekli hareket halinde bulunan kan değişik maddelerin taşınması için uygun bir ortam oluşturur. Kan akciğerlerden oksijeni dokulara, dokulardan da CO2’i akciğerlere taşır. Oksijen plazma gibi polar çözücülerde çok güç çözündüğünden transport proteinini oluşturan hemoglobine bağlanarak taşınır. Keza hemoglobin dokulardan dönüşü sırasında kısmen CO2’i de bağlar ve akciğerlere taşır. Ayrıca kan mide bağırsak kanalından emilen gıda maddelerini (monosakkaritler, amino asitler, yağ asitleri) alkali ve toprak alkali metalleri, iz elementleri ve vitaminleri portal dolaşım üzerinden karaciğere, karaciğerden de perifer organlara taşır. Organlarda metabolizmada oluşan son ürünler (üre, ürik asit, kreatinin) atlım organlarına (böbrek, akciğer, deri ve barsaklar), bezlerden salınan hormonlar hedef organlara, bir organda üretilen metabolitler diğer organlara (kaslardan laktat ve alanin karaciğere, keton cisimleri karaciğerden perifer organlara) kan yoluyla ulaştırılır. Transport sırasında hidrofilik yapıdaki maddeler direkt olarak plazma suyu içinde serbest halde taşınırlarken, hidrofob nitelikteki maddeler, kompleks oluşturmaya meyilli maddeler özel taşınma proteinlerine bağlanarak taşınırlar. Tampon görevi İntrasellüler boşlukta metabolizma sonucu oluşan ve ekstrasellüler boşluğa verilen protonlar ve CO2 kan tarafından çok etkili bir şekilde tamponlanır ve atılım organlarına (akciğer ve böbrekler) taşınırlar. Savunma ve immun sistem virüsler, bakteriler, yabancı proteinler gibi zararlı etki yapan maddelere karşı spesifik olmaayn mekanizmalar (C-reaktif protein, properdin, komplement faktörleri, lizozimler vb.) organizmayı koruyabilir. Ayrıca lökositlerde fagositoz gelenekleriyle savunmada görev alırlar, Kan transfüzyonu ve organ transplantasyonlarında ortaya çıkan savunma mekanizmalarının da özel pratik bir önemi vardır. Vücut ısısının kontrolü suyun yüksek spesifik ısısı nedeniyle kan organlarda oluşan ısıyı (örneğin metabolik aktivitesi yüksek karaciğerde) tüm vücuda dağılır. Kan pıhtılaşması: Dokuların yapılarındaki herhangi bir bozukluk ya da kan damarlarında meydana gelen kanamaları kan pıhtılaşmasını sağlayarak durdurur ve kan kayıplarını önler. Su metabolizmasının regülasyonu İçerisindeki proteinlerin su tutucu nitelikleriyle kan sirkülasyonu ve doku sıvıları arasında su alışverişini kontrol eder. Kanın içeriği: Kan %44’ünü eritrositlerin %1’ini bilinen diğer hücrelerin (granülosit, lenfosit, trombosit) oluşturduğu hücresel elementler ile %6-8 protein ve %1 oranında anorganik elementleri içeren kan plazmasından oluşur. Gıda alımı, sıvı alımı, metabolik ürünlerin atılımı, gece gündüz ritmi, dinlenme ve çalışma gibi faktörler sonucu fizyolojik olarak kan bileşimini etkileyebilecek şartların değişmesine karşın, plazma içeriği merkezi sinirsel, vegetatif ve hormonal kontrol sistemleri aracılığıyla sabit tutulur. Kaynak: [1]. Prof.Dr. (Ali Muhtar Tiftik, Behiç Serpek, Leyla Kalaycıoğlu, Mehmet Nizamlıoğlu, Nuri Başpınar) – Biyokimya (Nobel Yayınları-2010)
  6. Bologna Üniversitesinde seçkin bir öğretmendir Galvani, anılarında şöyle yazmıştır; Her iki kesim tarafından da saldırıya uğruyorum, birisi aydın diğeri ise cahil kesim, benimle kurbağa dans öğretmeni diye alay ediyorlar. Ama ben yinede doğanın güçlerinden birini keşfettiğimin farkındayım, diye yazmıştır anılarına, evet Galvani bir şeyi keşfetmişti: elektriksel akımı. Galvani'nin eşi bir gün rahatsızlanır ve doktor ona kurbağa çorbası içmesini söyler, tabi bayan Galvani hasta olduğu için çorbayı da eşi Galvani yapmak durumunda kalır, Galvani'nin anlatımına göre 'kurbağa bacaklarını vücudundan ayırdım ve deneylerimde kullandığım bakır çengellerle (elektrotlarla) demir çubuklara tutturdum daha sonra ise ilginç bir şey oldu, kurbağalar ölü olmasına rağmen bacakları demir çubuklara değdikçe kasılıyorlar' diye yazar anılarına. Daha sonra ise buna 'hayvansal elektrik' adını verir oysa bu durum bir zaman sonra sorgulanır ve Volta bunun kurbağanın bacaklarından değil, elektrotlardan kaynaklandığını söyleyecektir. Volta'nın elektrik akımı kuramı bakır ve çinko elektrotlardan tuz çözeltisine batırılmasıyla elde ediliyordu, buna da Volta yığını deniyor (tarihteki ilk pildir) ve elde edilecek akımın yüksekliğine bağlı olarak bu elektrotlar birbir araya getirilir. Bu elektrik potansiyeli bugün volt olarak bilinir ve Volta'nın adından gelir, buna rağmen Galvani'nin 'hayvansal elektrik' anlayışı çok fazla rağbet görmese de yinede onun adı da galvanometre (yani küçük akımları ölçen alet) buluşuyla da ölümsüzleştirilmiştir.
  7. Pisagor öğrencisi Hippasus kök 2 sayısının aslında bir irrasyonel sayı olduğunu söylemesi üzerine onu boğdurduğu anlatılır. Lavoisier giyotinle idam edilerek öldürülmüştür (Bunda bir miktar kaçırdığı vergilerinde payı vardır). Galile esasında idam değil, ev hapsindeyken ölmüştür. İdam edilerek öldürüldüğü söylentileri doğru değildir. Galile için farklı kütlelerde iki cismi Pisa kulesinden aşağıya atıp profesörlere gösterdiği anlatılır, bu anlatım doğru değildir. Galile ilk başta tıp eğitimine başlasa da daha sonra bu bölümü bırakıp fizik ve astronomiye yönelmiştir ( Kepler'de öyle, ilk başta ilahiyat okuyor sonra bırakıp astronomiye geçiyor). Babası Bernoulli, oğlu Daniel Bernoulli'yi evden kovmuştur (kendisine rakip gördüğü yönünde bilgiler vardır). Lord Kelvin (diğer adıyla William Thomson) şimdiye kadar keşfedilecek olan her şey keşfedildi, bundan sonra yapılması gereken şey teknoloji üretmek diyerek büyük laf ebeliği yapmıştır. Boltzmann yaşamını intihar ederek son veren bilim insanlarından (öğrencisi Ehrenfest'te öyle hatta bir yerde ona özendiği dahi yazılır). J.J. Thomson elektronu oğlu G.P. Thomson ise elektronun dalga özelliği çalışmalarıyla nobel almışlardır. Max Planck'ın oğlu (Erwin) Hitler'e suikastten tutuklanmıştır, buna rağmen Naziler Planck'a eğer Nazizme bağlılığını kabul edersen oğlun serbest bırakılır, buna rağmen Planck duruşundan ödün vermez ve oğlu kurşuna dizilerek infaz edilmiştir. Marie Curie'nin ölümü yaptığı radyoaktif deneylerden maruz kaldığı radyasyondan dolayı olduğu söylenir. Rutherford atom çekirdeğinde muazzam enerjinin farkına varamamış ilginç bir kişiliktir. Lise Meitner nobel ödülü alması gerekirken bir haksızlığa uğruyor (Otto Hahn'la nobeli paylaşması gerekirken) ama periyodik cetvelin 109 numaralı elementi meitneryum elementi olarak adlandırılmıştır. Einstein küçükken konuşma zorluğu çektiği doğrudur buna rağmen matematikte oldukça başarılıdır (Einstein'ın matematik konusunda başarısız birisi olduğu yönünde çok fazla uydurma hikayeleri mevcuttur). Max Born asistanın Pascual Jordan (bu ifade doğrumu bilmiyorum) yüzünden nobel ödülü biraz gecikmiş hatta 1932 nobeli Max Born'a verilmemiştir, sebebi ise asistanı Jordan'ın bir Nazi destekçisi olmasıdır. de Broglie teoriden önce abisiyle birlikte deneysel çalışsa da bunda çok fazla başarılı olamaz, elektronun hem dalga hem de parçacık özellik gösterdiği hipotezi Broglie'ye aittir. Heisenberg ilk bölümü olan matematikte hocası Lindemann'a Weyl'in bir kitabını okuduğunu söyler (Lindemann Weyl'i sevmeyen bir isimdir) ve Heisenberg'i tersler (zaten çok fazla şey biliyor ve matematik konusunda fazla ukala dediği anlatılır) o da hocası Lindemann'a kızar ve fizik okumaya karar verir. Oppenheimer esasında kimyacıdır daha sonra fiziğe geçiyor, atom bombasının yapımında büyük görev üstlenmiştir (anlatılanlara göre anılarında daha sonra pişman olduğu şeklinde bilgiler mevcuttur). Abdusselam, dinsizlikle suçlanmış ve ülkede hükümet tarafından tehlikeli görülmüştür, oysa o Ahmedi tarikatındandır, daha sonra ise itibari geri iade ediliyor. Kaynaklar: [1]. İoan James - Büyük Fizikçiler [2]. Michael Gullien - Dünyayı Değiştiren Beş Denklem [3]. Kimya Tarihinden Kesitler - Prof.Dr.Emre Dölen [4]. Jaume Navarro - Elektronun Tarihçesi [5].101 Soruda Kuantum - W. Ford [6]. Prof.Dr.Cihan Saçlıoğlu (Abdusselam Yazısı) [7]. Erwin Schrödinger ve Kuantum Devrimi - John Gribbin [8]. Uranyum Savaşları - Amir Aczel [9].Matematiksel (https://www.matematiksel.org/2-nin-karekokunun-hikayesi/)
  8. Niels Bohr/Harald Bohr, Albert Einstein ve Max Born Anlatılanlara göre ünlü Danimarkalı fizikçi Niels Bohr doktorasını tamamlar tamamlamaz ünlü atom teoristi J..J. Thomson'un yanına gider, ne var ki burada umduğunu bulamaz sebebi ise Thomson'un Niels Bohr'a sıradan birisi gözüyle bakmasıdır, bir kalabalık sohbet esnasında Thomson Bohr'un düşüncelerini sorgusuz/sualsiz yanlış diye geri çeviriyor aynı düşünceleri kendi dile getiriyormuş, bunu içine sindiremeyen Bohr çıkış yolu arar ve bir konferansta coşkusuna kapıldığı Rutherford'un yanına gider, hocası esasında deneycidir kendisi ise teorikçi ama hocasıyla öyle bir dostluk kuruyor ki, Bohr bir oğluna Rutherford'un ilk ismi olan 'Ernest' adını koyuyor, burada hocasının da çizdiği yolda -birazda cesaretlendirerek- yeni bir atom modeli öneriyor, bu atom modeli ne küre şeklinde, ne üzümlü kek, nede gezegenlerin Güneş etrafında dönmesi şeklindedir, bu atom modelinde bazı şeyler kuantumlu (açısal momentum, enerji gibi) olup bu model kuantum kuramı ile klasik mekaniği arasında geçiştir. Diğer bir anısı da bizzat kendisi tanıklık ettiği şekilde, bir gün Bohr ve abisi Harald Bohr tramvayda yolculuk yapıyorlarmış, Bohr'un anlattığına göre, annesi sıkılmış olmalı ki çocuklarına bir şeyler anlatıyormuş, çocuklarda annelerini dinlerken yanlarından geçen birisi 'yazık kadına bu iki ahmağa/şapşala bir şeyler anlattığını zannediyor' dediğine tanık oluyor ve Niels Bohr büyüyüp kuantum mekaniğinin öncülerinden, abisi Harald Bohr'da ünlü bir matematikçi oluyor. Einstein ve hocası Minkowski arasında da şöyle bir diyalog söz konusudur, anlatılanlara göre Minkowski -ki kendisi rölativite kuramına katkılarıyla tanınır- Einstein'a 'hiçbir yere gelemeyecek miskin bir köpek' demiştir, tabi bu sözlerini daha sonra yemek zorunda kalıyor. Bir diğer anı olarak, Alman fizikçi Max Born üzerine, Max Born asistan olduğu bir sırada nasıl oluyorsa bu laboratuvar hortumunu patlatıyor, tabi her yer su içerisinde, hocası Lummer'de buna 'sen asla bir fizikçi olamayacaksın' diyor ama Max Born değil fizikçi olmak, Nobel Ödüllü fizikçi oluyor, bugün kuantum mekaniğinde olasılık fonksiyonunun yorumunu ona borçluyuz. Kaynaklar: [1]. Prof. Dr. Cemal Yıldırım – Bilimin Öncüleri (TÜBİTAK Yayınları – 1999) [2]. Biraz Kuantum’dan Zarar Gelmez – Marcus Chown (Çev: Taylan Taftaf – Alfa Bilim Yayıncılık – 2013) [3]. Wikipedia
  9. Elektron ve proton gibi kararlı parçacıklar için bir sorun yoktur, bunları üretmek için -örneğin elektronu- bir parça metali ısıtmak yeterlidir ve bir elektron demeti elde etme istiyorsak, bir pozitif yüklü plaka koyup delik açarsak eğer bu elektronlar delikten geçerek belirli elektron demetlerini oluşturmaktadırlar, proton elde etmek istiyorsak eğer hidrojeni iyonize ederek (elektronunu kaybederek, aslında buna da gerek yoktur çünkü proton elektrondan daha ağır olduğu için elektronları savurarak kendi yoluna devam etmektedir fakat bu durum protonu hedef olarak kullandığınız zaman geçerli olacaktır) proton üretebilirsiniz, fakat daha ilginç daha doğrusu egzotik parçacıklar üretmek için birçok yönteme ihtiyacınız olacaktır, bunlar; Kozmik ışınlar: Dünya esasında sürekli bir yüksek enerjili parçacıklar bombardımanı altındadır (protonlar örneğin) fakat bu parçacıkların kaynağı şuan için bir sır gibidir, atmosferde çarpışan bu yüksek enerjili parçacıklar sürekli olarak üzerimize yağan ikincil parçacılar (çoğunlukla müon ve nötrinolar) üretirler. Bu durumun esasında iki avantaj, iki de dezavantajı vardır, bunlar avantaj olarak, serbesttirler ve enerjileri laboratuvarda üretebileceğinizden çok daha fazla olabilir, dezavantajları ise, uygun büyüklükte bir dedektöre düşmeleri çok düşüktür ve hiçbir şekilde kontrol edilemezler, bu nedenledir ki, kozmik ışın deneyleri biraz sabra ve şansa ihtiyaç duyar. Nükleer reaktörler: Bir radyoaktif atom çekirdeği parçalandığında dışarıya çeşitli parçacıklar yayarlar -nötronlar, nötrinolar vs.- burada biraz açmak gerekirse proton ve nötron gibi atom çekirdeğini oluşturan parçacıklar alfa parçacıkları, elektron ve pozitron gibi parçacıklar beta ve fotonlar gama ışınlarını oluşturur. Parçacık hızlandırıcıları: Başlangıç elektron ve proton gibi parçacıklarla başlanır, daha sonra bunlar yüksek hızlara ivmelendirilir ve bir hedefe çarptırılır, Ortaya çıkan parçacıkları soğurucular ve mıknatıslar yardımıyla ayırabilirsiniz, bugünlerde ise bir başka hedefe yönlendirilen yoğun parçacıklar müon, pion, kaon gibi parçacıklar üretilebilir. Kararlı parçacıklar -elektron, proton gibi- güçlü mıknatıslarla yönlendirilerek, gerekirse daha sonra kullanılmak üzere yüksek hızlarda saatlerce dönebilen dev depolama halkalarına gönderilirler. Burada üretmek istediğiniz parçacık ne kadar ağırsa, üretmek isteyeceğiniz enerjide o kadar fazla olacaktır, tarihin seyrine bakacak olursak, ilk önce hafif parçacıklar üretilmiştir (elektron örneğin) daha sonra ise daha ağır parçacıklar, bunlar ise yüksek hızlardaki enerjiler sonucu elde edilmişlerdir. Bir parçacığı belirli bir hedefe göndermek yerine kafa kafaya çarpıştırırsak eğer, göreli enerjimiz o kadar fazla olacaktır, tabi bunun için iyi bir hedefleme gerektirir. Bunun için günümüzde birçok deney kesişen depolama halkalarında çarpışan demetler sonucu yapılmaktadır, eğer bir parçacık hızlandırıldığında çarpışma esnasında diğer parçacığı kaçırırsa diğer tarafta tekrar onunla çarpışabilir, yüklü parçacıklar ise ivmelendiğinde ışıma yapar dolayısıyla enerji kaybeder, dairesel hareket durumunda bu ışıma sinkroton olarak adlandırılır, bu durum ise kesişen depolama halkalarını ciddi anlamda sınırlar, bu yüzden depolama halkaları proton gibi ağır parçacıklar üzerinde hakimken, elektron gibi daha hafif parçacıklar doğrusal/lineer çarpıştırıcılar kullanılır. Günümüzde ise en büyük parçacık hızlandırıcısı Fermilab’da bulunan Teravatron’dur, protonantiproton çarpıştırma hızı yaklaşık 1 TeV’dir, bunu daha sonra süperiletken-süper hızlandırıcısı takip edecekken bazı gecikmeler sonucu ve aksaklıklardan dolayı bunu daha sonra CERN’de bulunan LHC büyük hadron çarpıştırıcısı takip etmiştir. Bu çarpıştırıcının en büyük verisi ise Higgs bozonun bulunması olmuştur. Kesin olmamakla birlikte LHC’den sonra Uluslararası Doğrusal Hızlandırıcı – UDC gelecektir. Fakat hızlandırıcılar o kadar büyük hale gelmişlerdir ki daha fazla büyümelerine imkan yoktur, bundan dolayı parçacık fizikçileri artık yolun sonuna gelmişlerdir, parçacık fizikçileri artık kozmolojiye veya astrofiziğe yönlenmek durumunda kalacaklardır ya da temel parçacıklara daha yüksek hızlar nasıl kazandırılır onun üzerinde yeni fikirler üreteceklerdir. Kaynaklar : [1]. Temel Parçacıklara Giriş – David Griffits (Çev.Edit: Prof. Dr. Gülsen Önengüt) – Nobel Yayınları – 2015 [2]. Higgs Bozonu – Christophe Grojean/Laurent Vacavant (Çev: İsmail Yerguz) – Say Yayınları – 2014
  10. Alman astronomu ilk başta ilahiyat eğitimine başlasa da (dışlanıyor okulda) burada çok fazla kalamaz ve okulu bırakır astronomi bölümüne başlar profesör olduğunda ise henüz 25 yaşında bile değildir hatta okulun rektörü anlatılanlara göre; çok zeki bir öğrenciye sahibiz ileride çok iyi işler yapacağından hiç şüphem yok diye yazmıştır, Kepler yaşı ilerliyor ve evlilik için planlar yapıyordur bir kız buluyorlar buna ama bu kezde alt sınıf üst sınıf sorunu oluyor kızın babası Kepler çok fazla varlıklı olmadığı için ilk başta karşı çıkar duruma sonra bir şekil ikna olur ama bu kezde Kepler pişman olur sebebi ise karısının çalışmalarını önemsemiyor oluşudur hatta anlatılanlara göre öldükten sonra arkasından anılarına karısı için 'akılsız yağ tulumu' yazdığı anlatılır.
  11. Moseley İngiliz fizikçi, Moseley'den önce tüm periyodik cetvel kuramcıları elementleri ya artan atom kütlelerine ya da benzer fiziksel ve kimyasal özelliklere göre sıralamışlardır oysa Moseley farklı bir şey yapmıştır o da şu; her elementin kendine has karakteristik bir renge (tayf çizgileri) sahip olmasıdır buradan yola çıkarak Moseley elementleri artan atom numaralarına göre sıralamış ve bu konuda bir ilki başarmıştır kendisi aynı zamanda Rutherford'unda öğrencisidir hatta onun için 'doğuştan deneyci' dediği anlatılır buna rağmen hayatı çok trajiktir, sebebi ise; henüz 28 yaşında gönüllü olarak Gelibolu'ya asker olarak gelir ve burada ölür ondan sonra İngiliz hükümeti gelecek vaat eden bilim insanlarını askere göndermeme kararı almıştır çünkü Moseley'in çalışmaları Nobel ödülünü de beraberinde getirecekti (kesin gözüyle bakılıyordu bu durum). Kaynaklar: Büyük Fizikçiler - İoan James Kimya Tarihinden Kesitler - Prof.Dr.Emre Dölen
  12. Dirac 1928 yılında kendi göreli denklemini yazdığında orada pozitif enerjili bir parçacıktan söz etti ama bunun ilk başta proton olduğu söylense de Oppenheimer bunun proton olamayacağını ifade etmiştir, işte bu parçacık 1932 yılında Anderson tarafından bulunur ama ilginçtir Anderson teoriyi Dirac'tan almadığını söyler bu ise tartışmalı bir konudur, antiparçacık esasında o kadar abartılacak bir konu değil sadece zıt yüklü parçacıkla etkileşince iki fotona ayrılıyor, elektrik yükü hariç bütün özellikleriyle normal maddenin aynısıdır tek sorun onu kendi parçacığıyla etkileşime tabii tutmamak (sizinde bir antiparçacığınız varsa sakın el sıkışmayın yoksa fotonlarınıza ayrılırsınız)

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.