Jump to content

TolgaAkogretmen

Üye
  • İçerik sayısı

    125
  • Katılım

  • Son ziyaret

TolgaAkogretmen paylaşımları

  1. Hocam bu çok zor, aşırı titizlik ve dikkat isteyen, çok zahmetli ama bir o kadar da önemli bir işlem. Güzel ve detaylı anlatmışsınız.
  2. Bilim adamları ilk kez, canlı hücrelerde daha önce hiç görülmemiş yeni bir DNA yapısının varlığını tanımladılar. Avustralya'daki Garvan Tıp Araştırma Enstitüsü'nden antikor terapötik araştırmacı Daniel Christ: "Bu yeni araştırma bize, tamamen farklı DNA yapılarının var olduğunu ve hücrelerimiz için önemli olabileceğini hatırlatıyor." diyor. Ekibin tespit ettiği yeni DNA bileşeni 1990’larda, araştırmacılar tarafından ilk keşfedilen interkalasyon motif (i-motif) yapısı olarak adlandırılır fakat şu ana kadar canlı hücrelerde değil, sadece in vitro tanıklık etmişti. Şimdi ise Mesih'in ekibi sayesinde, i-motifinin insan hücrelerinde doğal olarak meydana geldiğini biliyoruz. Araştırmayı birlikte yürüten genomist Marcel Dinger, "i-motifi DNA'nın dört iplikçikli bir 'düğümüdür', ” diye açıklıyor. Düğüm yapısında, aynı DNA dizisi üzerindeki C (sitozin) harfleri birbirine bağlanır. Bu çift sarmaldan çok farklıdır. Karşılıklı ipliklerdeki harfler birbirini tanır ve C, G (guanin) bağlanır. Yeni araştırmanın ilk yazarı Garvan'ın Mahdi Zeraati'ye göre i-motifi, çift sarmal formunu almayan birçok DNA yapısından (A-DNA, Z-DNA, tripleks DNA ve Cruciform dahil. Ayrıca hücrelerimizdeki DNA’da da olabilir) sadece biridir. G-quadruplex (G4) DNA denilen başka bir DNA yapısı, G4'ü hücreler içinde ortaya çıkarmak için tasarlanmış bir antikordan yararlanan araştırmacılar tarafından, 2013 yılında, insan hücrelerinde görselleştirildi. Bunu yaparken, hücre içindeki yerlerini bir immünofloresan ışıma ile vurguladı. "Bizi en çok heyecanlandıran şey yeşil noktaları görebilmemizdir (i-motifleri). Zamanla ortaya çıkıyor ve ortadan kayboluyor Bu yüzden, onların şekillendiğini, çözdüğünü ve tekrar şekillendiğini biliyoruz, "diyor Zeraati. I-motifleri aynı zamanda 'promoter' bölgeleri (Genlerin açık veya kapalı olarak değiştirildiğini kontrol eden DNA alanları) olarak bilinen yerlerde ve telomerlerde (yaşlanma ile ilişkili genetik belirteçler) de görünme eğilimindedir. "Genlerin açılıp kapanmasına yardımcı olmak ve bir genin aktif olarak okunup okunmadığını etkilemek için var gibi görünüyorlar." Zeraati, ScienceAlert'e yaptığı açıklamada, "Bu alternatif DNA konformasyonları, hücrede bulunan proteinlerin kendi DNA dizilerini tanıması ve düzenleyici işlevlerini yerine getirmesi açısından önemli olabilir." Kaynak
  3. @kimyager Sertifikayla sağlık personeli olunabilen bir memlekette ne bekliyordunuz ki?
  4. Sterilizasyon cihazlarını tanımadan önce, sterilizasyonun ne olduğunu ve hangi amaçla kullanıldığını öğrenmemiz gerekiyor. Sterilizasyon Nedir? Mikroorganizmaların üretildiği besiyerlerinin, kullanılan araçların ve kimyasal maddelerin, mikroorganizmalardan (bakteri, fungus vs.) arındırılması işlemidir. Sterilizasyon neden gereklidir? Yapılan mikrobiyolojik işlemlerin sağlıklı sonuç vermesi için çok önemlidir. Eğer işlemi steril şartlarda yapmazsak, istenmeyen mikroorganizmalar çalıştığımız ortamda (veya işlemde) üreyebilir ve çalışmamızı zorlaştırabilir (veya aksatabilir). Yani sterilizasyon, mikrobiyoloji laboratuvarı için olmazsa olmazdır. Laboratuvarlarda en çok kullanılan sterilizasyon cihazları: 1) Otoklav 2) Pastör Fırını 3) Biyogüvenlik kabini Otoklav: Basınçlı su buharıyla çalışır. Vidalar ile gövdeye bağlı kapak, basınca dayanıklı bir kazan, manometre ve içerideki havayı boşaltan bir musluğu bulunmaktadır. Su ile sterilizasyondaki amaç; su max. 100 dereceye ulaşabilir. Bu sıcaklık bize yetmediği için, su ile “hissedilen sıcaklık” tan yararlanarak dereceyi yükseltmek. Yani otoklav ile 1 atm basınçta 121 derecede 20 dakikalık bir sterilizasyon işlemi yeterlidir. Her mikroorganizmaya ve steril edeceğimiz materyalin erime sıcaklığına göre bu sıcaklık değeri değişebilmektedir. Otoklav buna göre ayarlanıp çalıştırılır. (115 derece 25 dk, 107 derece 30 dk, 105derece 60 dk) Otoklavdaki işlem bittikten sonra kapağı hemen açılmamalıdır. Çünkü; içerisindeki materyallerin sıcaklığı çok fazla olduğu için kapak hemen açılırsa çatlamalarına ve zarar görmelerine neden olur. Bu yüzden kapak açılmadan önce aletlerin soğuması beklenir. Ancak; · Mineral yağlar · Mineral tozlar · Kan ürünleri · Serum · Yapısı bozulan maddeler otoklavda steril edilemez. Ayrıca; inceleme işlemi biten, mikroorganizma bulunan besiyerleri de, (bazıları otoklav torbasına konularak) steril edildikten sonra tıbbi atık kutusuna atılır. Bu işlem, patojen bakterilerin yayılmasını önler. Pastör Fırını (Sterilizasyon Fırını): Sterilizasyon işlemini, kuru havayı ısıtarak ve bu sıcak havanın dolaşımını sağlayarak yapar. Temizlenecek cam materyaller, madeni ve porselen eşyalar temiz ve kuru olmalıdır. Cihazın kapağı cihaz çalışır durumdayken kesinlikle açılmamalıdır. Aletler soğumadan kapak açılırsa, aletlerin çatlamaları söz konusu olabilir. Tam sterilizasyon için 150 derece 3 saat, 160 derece 1,5 saat, 170 derece 1 saat gereklidir. Biyogüvenlik kabini: Kabinde yapılan sterilizasyon, içerisinde bulunan Ultra Viyole (Mor ötesi ışık - UV) lambaları ile yapılır. · Hazırlanıp dökülmüş besiyerleri için · Ekim işlemi bittikten sonra dezenfektanla iyice silindikten sonra, kabinin bir sonraki işleme hazır olması için, sıklıkla kullanılır. UV ışığı açıkken, kabinde, çalışılacak numune (hasta numuneleri veya içinden örnek alınacak mikroorganizma üremesi olan besiyerleri vs.), yapısı bozulabilecek biyokimyasal kitler, bakteri süspansiyonu vs. kesinlikle bulunmamalıdır. Biyogüvenlik kabinlerinin özellikleri, çalışılan mikroorganizmanın tehlikesine göre değişiklik gösterebilmektedir. Bunlar dışında; sterilizasyon için kimyasal maddeler ve ışınlama yöntemleri de kullanılmaktadır.
  5. TolgaAkogretmen

    Maya ve Maya Endüstrisi

    @Biyoloji Günlüğü Hocam şimdi daha iyi olmuş, teşekkürler. @MehmetEmin Hocam bilgiye devam
  6. TolgaAkogretmen

    Maya ve Maya Endüstrisi

    Hatta ekmek mayası da "Saccharomyces cerevisiae" olacak. Gözümden kaçmış.
  7. TolgaAkogretmen

    Maya ve Maya Endüstrisi

    Hocam yanlışlık olmuş ufak bir düzeltme yapayım izninle. İspirto mayası için "Streptococcus cerevisiae" yazmışsınız. Hem öyle bir tür yok hem de doğrusu "Saccharomyces cerevisiae" olacak Ek olarak, bira mayası olarak da bilinir. Emeğinize sağlık.
  8. Aslında o zamanlardan bugüne kadar çevresel etmenlerde daha çok ve daha gözle görülür değişimler oldu. DNA'daki ilgili bölgenin çalışmasında, vücut kıllarının artmasına yönelik bir değişim olmuş olabilir diye düşünüyorum. Tartışalım, beyin fırtınası güzeldir
  9. Ebola ilk kez 1976 yılında Sudan’ın Nzara ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin Yambuku kentlerinde eş zamanlı 2 salgına neden olmuştur. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde görülen salgının Ebola Nehri yakınında bir köyde oluştuğu için hastalığa bu isim verilmiştir. Filoviridae (filovirüs) ailesinin 3 üyesinden biri Ebola Virüsü olup diğerleri Marburg Virüsü ve Cueva Virüsüdür. Ebola Virüsü 5 ayrı türe sahiptir: Bundibugyo Ebola Virüsü (BDBV) Zaire Ebola Virüsü (EBOV) Reston Ebola Virüsü (RESTV) Sudan Ebola Virüsü (SUDV) Taï Forest Ebola Virüsü (TAFV) Ebola Virüsü insanlarda Ebola Virüsü Hastalığına (Eski adı Ebola Hemorajik Ateşi) yol açar. İnsanlarda ve primatlarda (enfekte maymun, goril, şempanze, meyve yarasası, orman antilobu ve kirpi gibi) sıklıkla ölüme yol açan ciddi bir hastalıktır. Ebola Virüsü Hastalığı salgınlarında ölüm oranı %90’lara kadar çıkabilmektedir. Ebola Virüsü Hastalığı salgınları öncelikle tropikal ormanların yakınında bulunan Orta ve Batı Afrika’nın ücra köylerinde oluşmaktadır. Virüs insanlara vahşi hayvanlardan geçer ve insandan insana bulaşır. Meyve Yarasaları (Fruit Bats) Ebola Virüsünün doğal konağı olarak görülmektedir. Hastalığın insan ve hayvanlar için özel bir tedavisi ya da aşısı bulunmamaktadır. Hastalığın Bulaşması Ebola virüsünün doğal rezervuarı şu ana kadar ispat edilemediği için, bir salgın başlangıcında virüsün insana nasıl bulaştığı bilinmemektedir. Araştırmacılar ilk hastanın enfekte bir hayvanla temas sonucu virüsü aldığı hipotezini ileri sürmüşlerdir. İnsan enfeksiyonu oluştuğunda virüsün başkalarına bulaşmasının birçok yolu vardır. Bunlar: Enfekte bir kişinin kanı ya da salgılarıyla doğrudan temas. Enfekte salgılarla kontamine olmuş objelerle temas. Defin işlemleri sırasında cenazeye doğrudan temas edilmesi de hastalığın yayılmasında etkendir. İyileşen erkek hastaların spermleri yoluyla hastalığı 7 haftaya kadar bulaştırması mümkündür. Ebola Kanamalı Ateşi’ne yol açan virüsler, genellikle hasta bakımıyla uğraşırken enfekte salgılarla teması olan aileler ve arkadaşlar aracılığıyla yayılmaktadır. Ebola Kanamalı Ateşi salgınlarında hastalık sağlık kurumlarında hızla yayılabilir (klinikler, hastaneler v.b.). Maske, elbise ve eldiven gibi uygun koruyucu ekipman giymeyen personelin olduğu sağlık tesislerinde virüse maruziyet riski yüksektir. Enjektör ve ekipmanların uygun bir şekilde temizlenmesi ve imha edilmesi önemlidir. Tek kullanımlık olmayan malzemeler tekrar kullanılmadan önce steril edilmelidir. Sterilizasyona dikkat edilmezse virüs bulaşımı devam eder ve salgın büyüyebilir. Hastalıktan Korunma Hastalığı önlemenin en önemli uygulamalarından biri ellerin düzenli olarak yıkanmasıdır. Ellerinizin su ve sabunla yıkanması (ya da sabun bulunmadığı yerlerde ve ellerin açıkça kan ve vücut sıvılarıyla kirli olduğu durumlarda susuz alkol-bazlı el losyonun kullanılması) cildinizden potansiyel enfekte materyalleri uzaklaştırır ve hastalığının geçişini önler. Eldiven kullanılan durumlarda eldivenleri çıkarmadan önce su ve sabunla yıkayınız ve eldivenleri çıkardıktan sonra da ellerinizi yıkayınız. Ölü hayvanlarla, özellikle de primatlarla temastan kaçınınız. Yerel pazarlarda tüketim için satılan primatlar dahil vahşi hayvanların etini yemeyiniz. Enfeksiyon olasılığını asgariye indirmek için Ebola Virüsü enfeksiyonu olduğundan şüphelenilen insan ya da hayvanlarla yakın temas ederken enfeksiyon kontrol önlemlerini uygulayınız. Sağlık tesislerinde hastalık bulaşma riski yüksektir. Bu nedenle sağlık çalışanlarının bir Ebola Hemorajik Ateşi vakasını fark etmesi ve pratik viral hemorajik ateşi karantina önlemlerini veya bariyer hemşirelik tekniklerini uygulamak için hazır olması gereklidir. Bu önlemler arasında koruyucu kıyafetlerin giyilmesi (önlük, eldiven, maske, göz koruyucu ekipman gibi) yer almaktadır. Enfeksiyonun yayılmasını önlemekle ilgili olarak ekipman ve enjektörlerin sterilize edilmesi, uygun bir şekilde imha edilmesi ve hastaların vücut salgılarının da uygun bir şekilde imha edilmesi de önemlidir. Amaç enfekte hastaların salgı ve kanlarıyla teması önlemektir. Hastanın ölmesi durumunda cesetle doğrudan temasın önlenmesi de aynı şekilde önem taşımaktadır. Ebola Virüsü Enfeksiyonu ile uyumlu semptomlarınızın olduğunu düşünüyorsanız; Eğer siz ya da aile bireylerinizden birinde ateş ya da titreme, kas ağrıları, bulantı, kusma, veya ciltte döküntü belirtileri görülürse acilen bir sağlık kuruluşuna başvurunuz. Sağlık kuruluşuna başvurmak üzere gittiğinizde diğer kişilerle temastan ve başka yerlere yapacağınız ziyaretlerden kaçınınız. Seyahat Dönüşünüzden Sonra Etkilenen bölgelerden dönen kişiler enfekte olmuş semptomatik kişi ya da hayvanların vücut sıvılarıyla temas etmeseler bile sağlık durumlarını 10 gün süreliğine takip etmelidirler. Enfekte olmuş semptomatik kişi ve hayvanların vücut sıvılarıyla potansiyel temasları söz konusu olan kişiler 21 gün süreyle sağlık durumlarını takip etmelidirler. Seyahatleri esnasında hastalanan tüm kişilerin kendilerinde sadece ateş bile görülse acilen bir sağlık kuruluşuna başvurmaları ve burada yaptıkları son seyahat ve potansiyel temaslıları hakkında bilgi vermeleri tavsiye edilir. Hastalığın bulaşmasını önleyici gerekli önlemlerin alınabilmesi için sağlık kuruluşuna başvuru esnasında semptomlarınızla ilgili bilgi veriniz. Batı Afrika’da Mart 2014’de başlayan Ebola virus (EV) salgınında 03.12.2014 tarih itibarı ile Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre 6070’i ölümle sonuçlanan 17.145 olgu tanımlanmıştır. Bu salgın Batı Afrika’da bugüne kadar saptanan en büyük salgındır. Bu salgın Gine, Liberya ve Sierra Leone’yi etkilemektedir. Ancak Nijerya, Mali, Senegal, İspanya ve ABD’de de EVH’li olgular tanımlanmıştır. kaynak
  10. Yeni yayınlanan araştırmaya göre, havadaki ince partikül madde PM2.5, insan saçı çapının yaklaşık %3'ü olan kirliliğe neden olan partiküllerdeki en kısa artış bile, küçük çocuklarda akut alt solunum yolu enfeksiyonu (ALRI) gelişimi ile ilişkilidir. PM2.5 seviyelerindeki artışlar ayıca bu akciğer enfeksiyonları için doktor ziyaretlerinin artmasına neden olmuştur. Araştırma Intermountain Healthcare, Brigham Young Üniversitesi ve Utah Üniversitesi'nden bir ekip tarafından yürütüldü ve bir Amerikan Toraks Derneği dergisi olan Amerikan Solunum ve Kritik Bakım Tıbbı dergisinde çevrimiçi yayınlandı. "Bu çalışmanın en önemli bulgusu, solunum yolu hastalığının bulaşıcı süreçlerinin çeşitli düzeylerde partiküler madde kirliliğinden etkilenebileceğidir." diyor, Intermountain Tıp Merkezi Kalp Enstitüsü, Lake City, Utah'da Kalp ve Damar Cerrahisi Enstitüsünün kardiyovasküler ve genetik epidemiyoloji müdürü olan baş yazar Prof. Dr. Benjamin Horne. "Çalışmanın bulgularının kesin biyolojik etkileri daha fazla araştırmayı gerektiriyor." Çalışmanın birincil amacı, çok küçük çocuklarda bu ince parçacıklar ile ALRI (Acute Lower Respiratory Infection- Akut Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu) arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek, ikinci hedef daha büyük çocuklar, ergenler ve yetişkinler için de aynı ilişkileri bulmak. Araştırma ekibi, hem çocuklarda hem de erişkinlerde yüksek düzeylerde PM2.5 ile ilişkili ALRI'yi bulmuştu - hatta iki yaşına kadar yenidoğanlarda ve çocuklarda bile, ALRI teşhisi olanların % 77'sini (112.467) temsil etmiştir. ABD'li çocukların yaklaşık % 60'ı, PM2.5 konsantrasyonlarının kalite standartlarının üzerindeki ilçelerde yaşamaktadır. Bronşiyoller olarak adlandırılan akciğerlerdeki küçük solunum tüplerinin enfekte olduğu ve mukusla tıkanmış olduğu bir durum olan bronşiyolit, çocuklarda en sık görülen akut alt solunum yolu enfeksiyonudur. Bronşiyolit vakalarının % 50-90'ı, yaşamın ilk iki yılında hastaneye yatışının en yaygın nedeni olan solunum sinsityal virüsünden (RSV) kaynaklanmaktadır. Çalışılan kişilerin %64'ünde bronşiolit tanısı vardı. Çalışma popülasyonunda ölüm oranlarının analizinde, yaşları 0-2 olan 17 çocuk, yaşları 3-17 arasında değişen 9 çocuk ve 81 yetişkin (18+) ALRI tanısından 30 gün içinde öldü. Dr. Horne, PM2,5 ve ALRI arasındaki bağlantı hakkında teorik olarak şunları söyledi: “Hava kirliliği, insan vücudunu enfeksiyona daha duyarlı hale getirebilir veya vücudun enfeksiyöz ajanlarla savaşma kabiliyetini bozabilir. PM2.5 hava yoluyla hasara neden olabilir, böylece bir virüsün bir enfeksiyona başarılı bir şekilde yol açabilir veya PM2.5, bağışıklık yanıtını bozarak vücut, enfeksiyondan kurtulmada daha az etkili bir tepki verebilir. Bu, uzun süreli ALRI semptomları veya enfekte birey için daha yüksek bir tıbbi bakım yoğunluğu gerektiren daha şiddetli semptomlara yol açabilir.” Motorlu taşıtlar, ince partiküllerin oluşumuna yol açan emisyonların yaklaşık % 48'ini oluşturur. Küçük sanayi ve benzin istasyonları ve kuru temizleyiciler gibi işlerin yanı sıra evde ısıtma, tüm ince parçacıkların yaklaşık% 39'unu yayar. Büyük imalat, %13 oranında ince parçacık oluşturur. “PM2.5 oluşumu seviyesindeki bir akut artış olduğunda ALRI'nin önlenmesi için ve semptomların iyileştirilmesi için pratik etkiler, insanlar hava kirliliğine maruz kalmalarını azaltarak enfeksiyonları önleyebilir veya ALRI semptom şiddetini veya süresini azaltabilir." dedi Dr. Horne. “Ayrıca, PM2.5'teki önemli bir yükselme, insanları, başka insanların kendileriyle bir enfeksiyonu paylaşabilecekleri alanlardan ve faaliyetlerden kaçınmaları gerektiğini hatırlatan veya uyaran bir dürtme işlevi görebilir. Yüzlerine kirli ellerle dokunmamak, makul derecede olası veya tedbirli olduğunda ellerini yıkamak konusunda dikkatli olmak ve diğer önleyici davranışlarda bulunmanın enfeksiyon riskini azalttığı bilinir.” Kaynak
  11. TolgaAkogretmen

    Uyuşturucu

    Güzel bir yazı olmuş. Uyuşturucu maddelerin hepsi birbirinden tehlikeli ve zararlı. Emeğinize sağlık, teşekkürler.
  12. @SecretGardenBlood 2017 TUS sınavı başvuru kitapçığında yazan ifade:
  13. Leibniz-Fotonik Teknolojileri Enstitüsü (Leibniz-IPHT), Jena Üniversitesi Hastanesi, Sepsis Kontrol ve Bakım Merkezi ve Friedrich Schiller Üniversitesi bilim insanları, şimdiye kadar zaman alan patojen teşhisleri için daha hızlı ve daha ucuz bir alternatifte çalışmaktadır. Proje yöneticisi Prof. Ute Neugebauer, bu yeni yaklaşımın avantajlarını şöyle açıklıyor: "Işık tabanlı analitik yöntemleri mikroakışkan numune işleme ile birleştiriyoruz. Böylece minyatürize edilmiş bir laboratuvar olan Lab-on-a-Chip sistemimizle, suşları ve onların dirençlerini üç saatten kısa sürede açıkça tanımlayabiliyoruz.” Bulaşıcı tanılamaların standart uygulamaları, güvenilir bir sonuç elde etmek için 72 saate ihtiyaç duyar. Bunun nedeni, bir hasta örneğindeki patojen sayısının test yapmak için çok küçük olmasıdır. Analiz, bu nedenle sadece zaman alan ekimden sonra mümkündür. Özellikle ciddi enfeksiyonların tedavisi sırasında klinik uygulamada, örn. sepsis zamanı çok önemli bir faktördür. Yoğun hekimler endişe verici bir ikilemle karşı karşıya kalıyor: “çok yaygın olarak geniş spektrumlu antibiyotikleri körü körüne uygulamak zorundayız, çünkü patojenleri veya potansiyel dirençleri analiz edemiyoruz. Bu nedenle, muhtemelen bir somunu kırmak için bir kızak çekiç kullanıyoruz. Yeni dirençlerin gelişmesine yardımcı olan bir kısır döngü.” diye açıklıyor Jena Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Yoğun Bakım Kliniği Müdürü Prof. Dr. Michael Bauer. Jena' nın yeni yöntemi, güvenilir bir tedavi kararı için temel olarak daha hızlı teşhis sağlamaktadır. Leibniz-IPHT ve Jena Üniversitesi Hastanesi'nde çalışan Ute Neugebauer, pul büyüklüğünde bir çipin yüzeyine sabitlenmiş küçük elektrotlara işaret ediyor: “Elektrik alanlar çok küçük bir alanda bakterileri güvenli hale getiriyor”. Jena'nın bilim adamları daha sonra hapsolmuş bakteriler üzerinde farklı konsantrasyonlarda çeşitli antibiyotikler uygular ve Raman spektroskopisi ile inceler. Neugebauer, yöntemi: "Bunun anlamı, patojenleri lazer ışığıyla ışınladığımız ve dağınık ışık spektrumunu değerlendirdiğimiz anlamına gelir" şeklinde tarif eder. Leibniz-IPHT direktörü ve Friedrich-Schiller Üniversitesi Jena Fiziksel Kimya Enstitüsü başkanı Prof. Jürgen Popp şöyle açıklıyor: “İki saat sonra Raman spektrumundaki farklı değişiklikleri önceden tespit ettik. Bunların dışında, suşun dirençli veya duyarlı olup olmadığını bulabiliriz. Aynı zamanda, bakteriyel büyümeyi kısıtlamak için gereken antibiyotik konsantrasyonunu da öğreniriz. Bu, bir tedavinin başarısını kesinlikle etkileyen önemli bir tanı parametresidir ", diye devam ediyor Popp. Kimyager, doktor ve biyologlardan oluşan ekibin sonuçları, Şubat 2018'de yayımlanan ünlü Journal Analytical Chemistry dergisinin güncel baskısında yayınlandı. Hızlı, ışık tabanlı teşhis ve yüksek otomasyon seviyesi kombinasyonu, örneklemeden 72 ila üç buçuk saat arasında bir zamana kadar geçen süreyi azaltır. Jena Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Bettina Löffler bundan emin: "Bu kadar hızlı bir prosedür, bulaşıcı hastalıkların teşhisinde devrim yaratabilir". Şu anda, araştırmacılar hastanelerde uygulama için bir platformda çalışıyorlar. Çok daha kapsamlı başka bir amaç, genel pratisyenlerin dirençleri ilk defa hızlı ve kolay bir şekilde tanımlayabilmelerine olanak tanıyacak bir kartuşa dayalı hızlı test sistemine doğru bir gelişmedir. Böylece doktorlar, kişiselleştirilmiş tedaviden yararlanabilecekleri güçlü bir araç tutacaklardır, Bu da uygun bir ilacın uygulanması demektir. kaynak
  14. Yerel ortamlarımız hareketli nesnelerle doludur, ancak onlara baktığımızda, beyinlerimiz bir görüntü oluşturmak için 50-60 milisaniye sürebilir. Vizyonumuz, etrafımızdaki dünyanın hareket etmeye devam ettiği zamandaki gecikmeyi nasıl telafi ediyor? Pittsburgh Üniversitesi Swanson Mühendislik Okulu' nda biyomühendislik profesörü olan Neeraj Gandhi, durağan ve hareketli nesnelere yönelik göz hareketlerinin nöral mekanizmalarını karşılaştırarak bu soruyu araştırmak için finansman sağladı. Gandhi, duyusal-motor dönüşümleri ve bilişsel süreçlerin çoklu yönlerinde yer alan nöral mekanizmaları araştıran Biliş ve Sensorimotor Entegrasyon Laboratuvarı' na öncülük eder. Bu projede grup, motor kontrol modeli olarak göz hareketini kullanmaktadır. Gandhi, “Yerel çevremize baktığımızda, gözlerimiz sabit sabitleme ile bunu yapmazlar. Beyin, göz kaslarına, saniyede birkaç kez meydana gelen, hızlı göz hareketine (veya sakkata) neden olan bir sinyal gönderir. Görsel bilgilerimiz, bu sakkadlar (Gözün kısa ve hızlı hareketi) arasındaki sabitleme noktalarından alınmıştır. Durağan nesneler ile sakkadların nöral mekanizmaları iyi araştırılırken, hareket eden nesneler için kullanılan tutucu sakkadlar hakkında çok az şey bilinir." dedi. Ulusal Sağlık Enstitüleri, “Müdahaleci Hareketlerin Sinir Kontrolü” nü incelemek için deneysel ve hesaplamalı yaklaşımlar geliştirmek için Gandhi'ye 1,5 milyon ödenek vermiştir. Gandhi, "Bir futbolcuyu yakaladığınızı düşünün. Alıcının beyninin görsel bilgileri topladığı zaman, top sahaya daha da ilerledi." diye açıklıyor Gandhi. "Atletin beyninin daha sonra denklemi hızlandırması ve topu başarılı bir şekilde yakalamak için hareketin içsel bir temsilini geliştirmesi gerekir." Takım, orta beyinlerde tabakalı bir yapı olan ve sakkadik göz hareketlerinin üretilmesinde merkezi bir unsur olan üstün kolikülde nöronların aktivitesini kaydedecek. Eş zamanlı olarak, durağan ve hareketli hedeflere, sakkadlar boyunca farklı hızlarda ve yönlerde nöral aktivitenin spatiotemporal özelliklerini karşılaştıracaklar. Daha sonra bu sonuçları, nöral sinyalleri ve her iki göz hareketini üretmedeki katkılarını simüle eden bir sayısal sinir ağı modeline entegre edecekler. "Vizyon karmaşık, çok disiplinli bir konu” diyen Gandhi, "Bu projenin sonuçları, keşifsel sakkadların oluşturulmasına yönelik mekanizmalara derinlemesine bir bakış açısı sağlayarak ve aktif ortamımızı nasıl görselleştirdiğimizi daha iyi anlamamızı sağlayarak, bulmacanın bir kısmını bir araya getirecek." kaynak, kaynak 2
  15. Gram boyama, Gr(+) ve Gr (-) bakterileri ayırmak için kullanılan bir yöntemdir. Gram boyama işlemine geçmeden önce, preperat hazırlanması gerekmektedir. Preperat Hazırlanması: Lam üzerine 1 damla Serum Fizyojik (SF) damlatılır. İnceleyeceğimiz bakteri kolonisinden öze yardımıyla çok az miktarda alıp (eğer çok alırsak, mikroskopta yoğun bir görüntü elde ederiz ve bu incelememizi engeller), lamın bir kenarında ezip, SF ile karıştırırız. Bu homojen karışımı oda sıcaklığında kurumaya bırakırız. Kuruyan preperatı alevde tespit ederiz ederiz (boyama sırasında, bakteri lamdan ayrılmasın, lama tutunsun diye) ve Gram Boyama işlemine geçeriz. Bu da 4 aşamadan oluşur: 1) Preperata Kristal Viyole dökülerek 1 dakika bekletilir, dökülür, ardından suyla yıkanır. 2) Lugol dökülür ve 1 dakika bekletilir, dökülür, sonra yine suyla yıkanır. 3) %96' lık etil alkol ole 2-3 saniye muamele edilir (Fazla boyanın akması için). 4) Son olarak Sulu Fuksin dökülüp 30 saniye bekletilir, dökülür ve suyla yıkanır. Bu işlemlerin ardından preperatımız, mikroskopta incelenmeye hazır hale gelmiştir. Örneğimizi x100'te inceleyeceksek "immersiyon yağı" damlatmamız gerekir (Hem merceği çizilmekten korumak, hem de ışığın daha iyi odaklanması için). İnceleme işlemi bittikten sonra yağ, mercekten ve tabladan alkollü pamuk ile silinmelidir.
  16. Dünyanın manyetik alanını algılayan reseptörler muhtemelen kuşların gözlerinde bulunur. Şimdi, Lund Üniversitesi araştırmacıları zebra ispinozları gözünde farklı proteinler üzerinde çalışmışlar ve bunlardan birinin diğerlerinden farklı olduğunu keşfettiler: sadece Cry4 proteini gün boyunca ve farklı aydınlatma koşullarında sabit bir seviye koruyor. Cry4, kriptokromlar olarak adlandırılan bir grup proteine aittir. Normalde biyolojik saati düzenlerler, fakat aynı zamanda manyetik anlamda da önemli sayılırlar. Bu çalışma ile, artık kuşların hangi kriptosunun ne yaptığını biliyoruz. "Cry4, gözdeki proteinin seviyesi sabit olduğundan ideal bir magnetoreptördür. Bu, günün zamanından bağımsız olarak kullanılan bir reseptörden beklediğimiz bir şeydir," diyor. Çalışmanın arkasındaki araştırmacılardan biri olan Atticus Pinzón-Rodríguez . Sonuç olarak, bu spesifik protein, manyetik duygunun işlev görmesine yardımcı olurken, vücuttaki seviyeleri günün farklı zamanlarında değişen diğer kriptokromlar, bunun yerine biyolojik saate dikkat eder. Geçtiğimiz yıl, Atticus Pinzón-Rodríguez ve meslektaşları, sadece göçmen kuşların manyetik bir pusula kullanmadığını belirtti. İlkbahar ve sonbaharda göç etmeyen yerleşik kuşlar bile manyetik bir algıya sahiptir ve iç manyetik pusulalarını kullanarak gezinirler. Şimdi bunu bir adım daha ileriye taşıyor: "Bu ve geçen yılın sonuçları diğer hayvanların, belki de hepsinin, manyetik reseptörlere sahip olduğunu ve manyetik alanlardan alabildiğini gösteriyor." Hayvanların Dünya'nın manyetik alanını nasıl keşfettiğini ve kullandığını ayrıntılı olarak haritalamak için birçok araştırma var. Net olan, manyetik alanlarla etkileşime giren kimyasal reaksiyonları içermesidir. Atticus Pinzón-Rodríguez'e göre, bu bilgi yeni navigasyon sistemleri geliştirirken kullanılabilir. Kaynak 1, Kaynak 2
  17. Bildiğim kadarıyla bu konuda bir gelişme yok. Bence herhangi bir şey de çıkmaz.
  18. Kişiye özgü tedavi daha doğru olur. Bunun dışında, antibiyotiği erken bırakmak bana olumlu gelmiyor. Sadece her hastalığın tedavisini antibiyotiklerde aramamak, şeker gibi tüketmemek gerekiyor.
  19. Bağırsak bakterileri sadece duygularımızı değil, hayatımızdaki pek çok şeyi etkiler. Onları probiyotik bakteriler olarak tanıyoruz ve bu bile en başta sağlığımız olmak üzere, bizim için ne kadar önemli olduklarını gösteriyor.
  20. Daha önce yapılan 3 boyutlu organlar, başarılı oldu. Böyle bir uygulama bir an önce seri olarak başlamalı. Haber için teşekkürler emeğinize sağlık.
  21. Güzel ve bilgilendirici bir yazı. Teşekkürler.
  22. Aslında tedaviyi yarıda bırakmak, hastalığın tekrarlayabilmesi hatta hastalığın daha şiddetli seyredebilme ihtimali açısından riskli. Antibiyotik direnci, kişi kendisini iyi hissetse de ilacı bitene kadar kullanmaya devam etmesinden değil, daha çok, her hastalıkta (mesela grip gibi viral hastalıklarda) antibiyotik kullanmasından kaynaklanıyor. Maalesef insanlarda "antibiyotik her şeye devadır" şeklinde yanlış bir algı yerleşmiş durumda. Ama haberde söylenildiği gibi tedavi kişiye özgü yani en doğru dozda uygulanabilse çok daha iyi olur.
  23. @Cenk Önsoy Teşekkür ederim. Evet, mevcut hasar ortadan kalkmıyor. Sadece onu hissetmemiz engellenmiş oluyor. Bu bazı ağrılar için iyi olabildiği gibi (ameliyat sonrasında olanlar gibi), vücuttaki bir takım eksikliklerden veya ciddi olabilecek sıkıntılardan kaynaklanan ağrıları (susuzluk ve gerginlik kaynaklı baş ağrıları gibi) görmezden gelmemize sebep oluyor. Bu da bizi aslında daha ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bırakabiliyor.
  24. Anladığım kadarıyla henüz bir keşif söz konusu. Bu yüzden haberde fazla bir ayrıntı yok. Üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılacaktır. Ama bence bu keşif bile, bazı şeyleri daha iyi anlayabilmek adına önemli bir adım oldu.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.