Jump to content

Cenk Önsoy

Yönetici
  • İçerik sayısı

    1.126
  • Katılım

  • Son ziyaret

Cenk Önsoy paylaşımları

  1. Çeşitli kirleticilerin besin olarak kullanılan organizmalar ile bir türden ötekine geçmesi ve bu türlerin beslenme düzeylerine ve alışkanlıklarına bağlı olarak artan konsantrasyon göstermeleridir. Sürekli pestisid kullanımı sonucu bu tarım ilaçlarına karşı çok dayanıklılık meydana geldiği, bunun sonucunda da etkisizlik nedeniyle daha fazla pestisid kullanılmaktadır. Bu da su, hava ve toprak olarak çevrede ve yenilen besinlerde kalıntı sorununa neden olmaktadır. Kullanılan ilaçların %92-95’i besin yoluyla, %3’ü sudan ve %5’i havadan insanlara ulaşmaktadır. DDT gibi bileşiklerin toprak ve sudaki organizmalara parçalanmaları oldukça yavaştır. Toprak ve sudaki organizmalar da biyoakümülasyona uğrarlar. Biyoakümülasyon oranları karadaki canlılara göre sudaki canlılarda daha fazladır.
  2. Pestisid, bitki hastalıkları, zararlı böcekler ve yabancı otlar gibi tarımsal ürünlerin avlanmasına neden olabilecek çeşitli etmenlere karşı kullanılan kimyasal bileşiklerin hepsine birden verilen genel bir isimdir ya da besin maddelerinin üretimi, tüketimi ve depolanmaları sırasında besin değerini bozan ve bitkilere zarar veren böcekleri, mikroorganizmaları ve diğer zararlıları yok etmek için kullanılan kimyasal maddelerdir. WHO ve FAO (Food and agricultare Organisation) ise istenmeyen bitki ve canlıları kontrol altında tutmak veya bitki büyümesini ayarlayıcı, yaprak dökülmesini sağlayıcı, rutubet alıcı olarak kullanılan madde veya maddeler karışımı olarak tanımlamıştır. Toksik olma, güç ayrışma, canlı organizmalarda ve çevresel ortamlarda birikim yapabilme nedeniyle önem taşırlar. Pestisidlerde aranan en önemli özellik, zararlı hayvanlara ve böceklere çok toksik olması, memeli hayvanlara ve insanlara karşı antitoksik olmalarıdır. Günümüzde kullanılan binlerce pestisidin büyük çoğunluğu hem zararlı canlılar için hem de insan ve memeli hayvanlar için çoğu kez aynı derecede toksiktir. Deniz ortamında çözünmeyen klorlu pestisidler, organizmaların yağlı dokularında birikir ve bu birikim, beslenme aracılığıyla denizdeki tek hücreli canlılardan başlayarak balıklara ve balıkla beslenen kuşlara kadar ulaşarak yoğunluk kazanır. Pestisidler kara ortamında ise pestisid kalıntısı içeren bitkilerle doğrudan veya yer içinde hayvanların vücuduna girerek dolaylı yollarda yine insan vücuduna kadar ulaşırlar. İnsanın hem bitkisel hem hayvansal besinlerle beslenen bir canlı olması ve beslenme zincirinin son halkasını oluşturması bu tür bileşiklerin insana büyük ölçülerde yansımasına neden olmaktadır. Havada, suda ve toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan kimyasal maddeler tehlikeli ve zararlı maddeler olarak tanımlanmaktadır. Bu maddelerin alıcı su ortamları için tehlike yaratma durumu yerel koşullara, maddenin miktarına ve maddenin özelliklerine bağlıdır. Herhangi bir maddenin su ortamındaki ve beslenme zincirindeki canlı yaşam için tehlike olup olmadığına; *Memeli hayvanlar için akut ve oral toksisite *Bakteriler için akut toksisite *Balıklar için akut toksisite *Biyolojik ayrışabilirlik testlerinden sonra karar verilebilmektedir. Pestisidlerin Sınıflandırılması Pestisidler inorganik, doğal organik ve sentetik olmak üzere üç grupta toplanabildiği gibi biyolojik organizmaya göre insektisidler (böcek öldürücüler), algisidler (alg öldürücüler), fungisidler (mantar öldürücüler) ve herbisidler (ot öldürücüler) şeklinde ya da kullanım tarzlarına göre atraktan (çekiciler), fumigam (duman oluşturanlar) ve repellan (iticiler) olarak da sınıflandırılabilirler. Doğal organik pestisidlere örnek olarak rotenon, pretrum ve nikotin; inorganik pestisidlere ise arsenikli, cıvalı, boratlı ve florürlü bileşikler verilebilir. Sentetik organik pestisidler kimyasal özelliklerine göre klorlu pestisidler, organofosforlu pestisidler ve karbonatlı pestisidler şeklinde sınıflandırılabilir. Klorlu pestisidler değişik amaçlarla geniş kullanım alanı kurmuştur. En önemli örneklerinden biri olan DDT, çok miktarda kullanılmış, daha sonra çevreye de olumsuz etkileri nedeniyle birçok ülke tarafından yasaklanmıştır. DDT, sıtma ve tifo gibi pek çok hastalığın önlemesinin yanı sıra gıda üretimine olan büyük katkısı nedeniyle çok fazla üretilmiş ve kullanılmıştır. Bu persitent (kalıcı) bileşik çevirim yoluyla her tarafa taşınmıştır. Havada ve yağmur suyunda küçük derişimlerde, kuş ve balıkların yağ dokusunda ise daha büyük derişimlerde belirlenmiştir. DDT’nin ve genelde organoklorlu pestisidlerin en önemli olumsuz etkileri, aşırı kullanımları ve çevrede dolaşımı sonucu insan ve hayvan bünyelerine alınarak yağ dokusunda birikebilmeleridir. Suda pek fazla çözünmeyen bu grup, yağ dokusunda birikmekte ve yağın metabolize edilmesi sonucu kana geçerek zararlı etkiler oluşturabilmektedir. Klorlu pestisidlerin diğer önemli olanları lindan, endrin ve dieldrin olup hepsi de böcek öldürücü olarak etkindirler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük önem kazanan organofosforlu pestisidlerin en önemlisi paration olup diğer organofosforlu pestisidlerde olduğu gibi yapısında S, N ve P’yi bulundurmaktadır. Paration, meyve sineği gibi bazı zararlılara karşı çok etkin olmasına karşılık insanlara olan toksik etkisi nedeniyle çok dikkatli kullanılması gerekir. Diğer organofosforlu pestisidler malation, klorotion, dikapton ve metasistokstur. Pestisidlerin Su Organizmalarına Etkisi Organoklorlu ve fosforlu pestisidler ile organik asitlerden bazılarının Salmo gairneri üzerindeki lethal doz değerleri farklılık göstermektedir. Organoklorlu pestisidler organikfosforlulara ve organik asitlere göre daha yüksek bir toksik etkiye sahiptir. Bu pestisidler, besin zincirinin ilk halkalarını meydana getiren fitoplanktonlar ve zooplanktonlarda önemli etkileri vardır. Bu pestisidlerin suda uzun süre parçalanmadan kaldıkları dikkate alındığında suyun primer prodüktivitesinin hemen hemen yok olacağı sonucuna varılabilir. Bunlarla beslenen zooplanktonlar ve balıklar ise primer prodüktivitenin azalması sonucu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Pestisidlerin zooplankton yumurtaları, larvaları ve erginleri üzerine de önemli etkileri vardır. Bu konuda yapılan çalışmalar, suda bulunan pestisid miktarı artışıyla da yumurta gelişimi ve larvaların yaşama şanslarının azaldığı belirlenmiştir. Organoklorlu pestidilerin sudaki değişik miktarları birçok su organizması üzerinde negatif etkisi olduğu saptanmıştır. Pestisidler içerisinde bulunan Hg, önemli bir çevre kirleticisidir. Hayvanlarda birikime uğradıklarından besin zincirinde yüksek derişimlere ulaşabilmektedir. Balık ve midyelerde yüksek derişimlerdeki Hg, bu hayvanların yenilmesiyle insan ölümlerine neden olmuştur. Denizlerde, günümüze kadar kullanılmış DDT’nin taşınımı nedeniyle belli bir derişimde bulunduğu bilinmekte ve fitoplanktonlar üzerinde etkisi sonucu atmosferin oksijen dengesini olumsuz yönde etkilediği belirlenmiştir. DDT, planktonlarda fotosentezi de engellemektedir. DDT’nin çevresel etkileri saptanarak yasaklanması, bu açıdan yararlı olmuştur. Organoklorlu insektisidlerin kullanımı, ölümcül dozların altında, tiroit ve Ca metabolizmasını etkilemektedir. Kanserojen etkisi de belirlenmiş bu bileşiklerin kullanımı, yumurta kabuğunun anormal gelişmesine neden olduğu deneysel olarak kanıtlanmıştır. Organoklorlu pestisidlerin belli bir düzeye ulaşması sonucu yaban hayvanlarının ölümlerine de neden olduğu saptanmıştır. Organoklorlu insektisidlerin en belirgin özellikleri de bir canlıdan diğerine geçişidir. Karada büyük miktarlara ulaşmayan bu geçiş, suda çok daha önemli olmaktadır. Örneğin; toprakta bir kurt ya da solucan pestisidi olması, kuşa ve atmacaya geçiş nadiren ölümcül derişime ulaşmasına karşın balıkta 1000-10000 katlık bir geçiş olabilmektedir. Pestisidlerin Çevreye Yayılmaları Pestisidler, kullanıldıkları alanlarda ve üretildikleri tesislerde çeşitli taşınım yollarıyla atmosfere, göl ve deniz gibi yüzeysel sulara ve yer altı sularına taşınarak geniş bir çevrede pestisid kirliliğine neden olurlar. Başlıca pestisid kirlenme kaynakları şunlardır: *Tarımsal uygulamalar *İnsektisid olarak evsel kullanımları *Pestisid üretim tesislerinden sızıntılar *Çeşitli endüstriyel kuruluşların atık suları *Boş pestisid ambalajlarının su ortamlarına atılması Pestisidler tarımsal alanlara uygulandıktan sonra bu alanlardan atmosfere kar ve yağmur sularının meydana getirdiği erozyonla ve direnaj sularıyla ekosistemin çeşitli kısımlarına dağılırlar. Bitki koruma ilaçlarının sirkülasyonu çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Bitkiler üzerinde kalan pestisid kalıntıları besin yoluyla insan ve hayvanlara geçmekte ve ani zehirlenmeler, hatta genetik yapıyı etkileyerek kansere neden olabilecek düzeyde tehlikeler yaratabilir. Pestisidlerin insanlara direkt etkisi insan vücuduna ilacın solunum, deri veya ağız yoluyla doğrudan girmesi sonucu olmakta (akut zehirlenme), sekonder toksik etkisi ise pestisid kalıntıları içeren bitkisel veya hayvansal besin maddelerinin yenilmesiyle (kronik zehirlenme) meydana gelen zehirlenmedir.
  3. Günümüzde teknoloji düzeyinde kullanılan ve denizlere ulaşan inorganik atıkların çeşidi o kadar çok ki bunların bir listesini vermek olanaksızdır. Çünkü endüstride her geçen gün binlerce yeni kimyasal üretime sunulmaktadır. Buna karşın inorganik kirlenmenin en tehlikeli öğelerinden birini oluşturan ağır metaller veya radyoaktif kirlenme aynı kurallara uymamaktadır. Örneğin; Japonya’nın Minemata Körfezi’nde metil cıva klorür içeren atıkların deniz ortamına bırakılması sonucunda bir istiridye türü olan Hormonya mutuabilis ile beslenen yöre halkında çok sayıda insan, sonu ölüme kadar varan ve minemata hastalığı olarak adlandırılan bir hastalığa yakalanmıştır. Aslında bu körfeze bırakılan metil cıva klorür miktarı, bırakıldığı su kütlesine oranla ciddi bir tehlike yaratmayacak miktarlarda olmuştur. Ancak deniz canlılarının büyük bir kısmı solunum ve besin almak için deniz suyu filtre edilmek zorundadır. Bu filtrasyon işlemi sürecinde deniz ortamında düşük oran ve yoğunluktaki kirleticiler ve bu arada özellikle ağır metal ve radyoaktif maddeleri bünyelerine alırlar. Bu maddeler, canlıların metabolik özelliklerine bağlı olarak canlıların dokularında sürekli birikirler. Minemata olayında görüldüğü gibi ortamdaki düşük yoğunluktaki madde içeriğine karşın besin zincirinin insana kadar uzanan halkalarında gittikçe artan madde birikimi, toksik konsantrasyonlara ulaşmaktadır. Deniz ortamında genellikle düşük yoğunlukta bulunan bu tür maddelerin doğrudan deniz suyunda saptanması son derece zor olduğundan bunların birikim yaptıkları canlılarda aranması, günümüzün en geçerli izleme yöntemidir. Bu amaçla denizdeki besin zincirinin belli başlı halkalarını oluşturan canlı gruplarından bu işe en elverişli olanları seçilerek bunlardaki birikimler incelenmektedir.
  4. Fazla miktarda soğutma suyuna gereksinim gösteren endüstrilerden çıkan suların girdikleri ortamda sıcaklık yükselmesine ve çevre koşullarının değiştirmesine termal kirlenme denir. Termal kirlenme, türlerine göre çok daha yeni bir olgudur. Özellikle büyük çapta enerji üreten toplumlarda bu tür kirlenme büyük boyutlara ulaşmaktadır. Termal kirlenme Türkiye denizlerinde henüz Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’daki boyutlarda olmamakla birlikte yerel olarak kısıtlı alanlarda etkisini göstermektedir. Termal kirlenmenin kökeni körfez, akarsular, haliç gibi deniz ortamına, başta elektrik enerjisi üreten tesisler olmak üzere endüstride soğutma suyu kullanımı sonucu ortama bırakılan sıcak suyun vermiş olduğu ısıya dayanmaktadır. Bunun sonucu olarak suyun doğal ortamda sıcaklık artışı, yayılma alanı içerisindeki ekolojik dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Çünkü ortamın normal sıcaklık normlarının değişmesi, o alanda yaşamlarını sürdüren bitkisel (flora) ve hayvansal (fauna) organizmaların biyolojik ve metabolik faaliyetlerini etkileyerek ekolojik dengenin bozumasına yol açar. Bu çeşit ekolojik denge bozuklukları ise etki alanındaki ve çevresindeki biyolojik üretimi olumsuz yönde değiştirir. Termal kirlenmenin başlıca etkilerinden birisi, sıcaklık değişimlerine karşı canlıların gösterdikleri tepkidir. Canlı türleri, ortamdaki sıcaklığa uyumlarına göre genel olarak iki gruba ayrılabilir. Bunlardan birincisi yaşamlarını belirli sıcaklık derece sınırları içerisinde geçirmek zorunda olan stenoterm türlerdir. İkincisi ise yaşamların çok geniş sıcaklık içerisinde sürdüren emiterm canlılardır. Doğal olarak ekosistemdeki koşullara uyum sağlayabilmiş olan stenoterm canlı türleri sıcaklığı tolere edebilecekleri sınırları aşacak şekilde yükselmesi sonucu ya ortamdan uzaklaşacaklar ya da ölme durumunda kalacaklardır. Su ortamındaki sıcaklığın bu şekilde normalin dışında artması, söz konusu ekosistemde yaşayan aerob canlıların yaşamlarını üreme, beslenme, büyüme gibi faaliyetlerini sürdürebilmesi için gereksinim duydukları suda çözünmüş oksijenin azalmasına da yol açar. Buna paralel olarak oksijene daha az gereksinim duyan ve hatta okijensiz ortamda yaşayabilen anaerob canlı türlerinin kütlesel artışı ve bunların zamanla oluşturdukları organik çürüme materyalleri, doğal denge bozukluğunun daha da ciddi boyutlara ulaşmasına neden olur. Sıcak suyun ortama düzensiz ve kesitli olarak bırakılması ise su ortamında oluşmaya başlayan dengelerin yeniden alt üst olmasına, bunun sonucu olarak da ekosistemde yer alan biyomasın kütlesel ölümüne yol açabilir. Sıcaklığın yükselmesi diğer parametreleri etkileyerek ortamdaki canlılara zarar verebilir. Bunlar, sıcaklık artması, sudaki N ve CO2 miktarı azaltır; kemikleşmede önemli rolü olan Ca+2 iyonunu azaltır; bazı maddelerin toksisitesini arttırır; su canlılarında (özellikle bazı balıklarda) hastalıklara neden olur.
  5. Evsel atıklardan, bazı kimyasal sanayi kuruluşlarından, tarımsal gübrelemelerden su ortamlarına, bol miktarda azot ve fosfor elementlerinden oluşmuş besleyici tuzlar girmektedir. Alıcı ortamı oluşturan deniz, akarsu ve göllere bitkisel organizma normal gereksinimlerinden daha fazla besin maddesi gelmesi durumunda, bu fazlalık sudaki bitkisel yaşam için gübreleme etkisi yapar. Böyle durumlarda besleyici tuzların neden olduğu kirlenmeden doğan aşırı bitki üreme olayına ötrifikasyon adı verilir. Deniz, göl ve akarsularda en yaygın kirlenme çeşitlerinden birini ötrifikasyon olayı oluşturur. Bu olaya 2. kirlenme adı da verilir. Ötrifikasyon sonucu sular yeşil ve bulanık bir renk alır. Aşırı ötrifikasyon sonucu bitkisel üretim çok artar. Bunların dipte çöküp ayrışması sonucu bitkisel üretim çok artar. Bunların dipte çöküp ayrışması sonucu çözünmüş oksijen tüketilir ve H2S gazı ortaya çıkar. Bir su kütlesinde besleyici tuzların bulunuşu bakımından ortaya çıkan duruma trofik yapı adı verilir. Trofik yapı açısından sular zengin ötrifikasyon, fakir oligotrof olarak nitelendirilir. Bu iki sistem arasında mesotrof sular yer alır.
  6. Su Kirlenmesinin Tanımı ve Sınıflandırılması Su Kirliliği: Sularda insan etkisi sonucu ortaya çıkan, kullanımlarını kısıtlayan veya tamamen engelleyen ve ekolojik dengeyi bozan kalite, şeklinde tanımlanır. Bu olay, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmaksızın su ortamına boşaltılmaları, tarımda gübre ve ilaçların kullanımı sonucu bunların su ortamına taşınmaları sonucu oluşur. Atık: Her türlü üretim ve tüketim faaliyetleri sonucu oluşan fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleriyle karıştıkları su ortamının doğal bileşimi ve özelliklerinin değişimlerine yol açan su ortamına doğrudan veya dolaylı zarar verebilen maddelere atık denir. Atıklar katı, sıvı ve gaz olarak üçe ayrılır. Kirletici Kaynaklar: Deniz ortamında gözlenen kirlenme olayının nedenlerini saptayabilmek ve özellikle de kirlenmeye karşı etkili önemler alabilmek için kirlenmeyi yaratan kaynağın kesinlikle bilinmesi zorunludur. Kirletici kaynaklar genelde evsel atıklardan, endüstrilerden, tarımsal aktivitelerden, taşımacılıktan ve nükleer santrallerden kaynaklanmaktadır. 1.Sabit Nokta Kaynakları Bu tip kaynaklarda deşarjlar (boşaltımlar) daima aynı noktada yapılır. Örneğin; kentsel atıkların bırakıldığı kanalizasyon çıkış noktaları, endüstri koşullarının, soğutma sularının ve atıklarının atıldığı kanallar gibi. Bu noktalardan deşarjların sürekli veya devamlı olması söz konusu olabilir. Bu deşarj noktalarına varan atıklar tek bir endüstriden kaynaklanıyorsa yapılacak analizler, o endüstrinin hammadde girdileri, proses özellikleri, üretimin nitelik ve niceliğine dayanılarak bazı yöntemlerle gerçekleştirilebilir. Buna karşın İstanbul gibi büyük yerleşim bölgelerinin kanalizasyon şebekelerinde uygulandığı şekilde evsel atıkların yanı sıra çeşitliliği bölgeden bölgeye değişiklik gösteren, bazen birbirini nötralize eden; ancak genellikle karşılıklı etkileşimler sonucunda zararlılıkları artabilen endüstriyel atıklar, deniz ortamına birlikte verilmektedir. Evsel atıkların niteliği, atığın kaynaklandığı yörenin kişi başına düşen geliri, gelişmişlik düzeyiyle ve tüketim alışkanlıklarına göre farklılıklar göstermektedir. Deniz ortamına arıtılmaksızın bırakılan evsel atıkların beş önemli özelliği söz konusudur: *Bu atıkların bakteriyel içeriği yüksektir. Parazitler ve virüslerin bulunması da olasıdır. Midye, istiridye, gibi yumuşakçalar da kirlenmeye neden olurlar. Denizlerdeki süspansiyon ve eriyik haldeki maddeleri sudan süzerek beslenme veya solunum amacıyla canlıların dokusunda biriken hastalık etkenlerinin besin zinciri yoluyla insana kadar taşınmasına neden olur. *Atıklar içinde bulunan eriyik haldeki organik ve süspansiyon halindeki bileşikler yüksek biyolojik oksijen ihtiyacı (BOI) yaratır. Bu ise deniz ortamında yaşayan canlı türlerinin yaşamını etkiler. *Çökelen organik ve inorganik maddeler deniz dibinde yarattığı yığışımlar ile oksijenin azalmasına yol açar. *Atıkların içerisindeki fosfor ve azot gibi besleyici tuz konsantrasyonu su ortamının besince zenginleşmesine, bu ise ötrofikasyona yol açar. Bu etki deniz ortamında çözünmüş oksijenin azalmasına, organik madde birikimine ve kütlesel alg üremesine neden olmaktadır. *Yüzer organik ve inorganik atık bileşikleri yüzeyde veya su kütlesinin içerisinde süspansiyon halinde birikim yapar. Bunun sonucu olarak da bulanıklık, oksijen kaybı gibi etkilerle suyun primer üretkenliğini ve denizin kendi kendini artıma (doğal arıtma) yeteneğini ciddi boyutlarda engeller. 2.Değişken Nokta Kaynakları Bu tip deşarj kaynakları sürekli veya sürekliye yakın bir düzene sahipseler aynen sabit nokta kaynakları gibi ele alınabilirler. Bunların farklılığı zaman içerisinde coğrafi konumlarının değişebilmesidir. Bu durum, özellikle tarım alanları veya yağmurlardan sonra yüzey sıvılarının zaman zaman ve değişik noktalardan denize ulaşmasında söz konusu olabilir. Değişken nokta kaynakları için en belirgin örnekler gemilerden ve hava taşıt araçlarından yapılan deşarjlar, gemi trafiğinin yaptığı kirlenme, deniz dibinde yapılan araştırma, üretim amaçlı etkinlikler ve askeri etkinlikler sonucu ortaya çıkan kirlenme olaylarıdır. 3.Dağınık Nokta Kaynakları Karalardan denizlere akan sular ile taşınan veya atmosferi çökelekler (yağmur, kar gibi), denize ulaşan kirleticiler bu grupta yer almaktadır. Doğal olarak bu dağınık kaynak diplerinde yapılacak araştırmalar ve bunlara ilişkin örnekleme yöntemleri de birbirinden farklı olmaktadır. Sabit kaynaklarda sürekli bir gözleme (monitoring) programı uygulanabilmesine karşın dağınık nokta kaynaklarından gelecek kirleticilerin nicelik ve nitelikleri çok değişik olduğundan bunların içerisinde çevreye en fazla zarar verebilecek belirli parametreler seçilerek bir izleme programı uygulanabilir. Bu çerçevede ilk ele alınan analizler BOI ve KOI analizleri olmaktadır. Bunu, toksik değeri bilinen belirli elementlerin analizi izler. Ancak bütün bu çabalara karşın etkin madde veya maddeleri saptamak mümkün olmayabilir. Bu durumda başvurulacak yöntemlerden en uygunu atıktan alınacak sularda bio-deneyler (bio-assay) uygulaması olabilir. Bio-deneyler, atık suyun seçilen bir veya birkaç deney organizmasında yapacağı etkilerin ölçülmesi esasına dayanır. Organizmalar değişik kirlenme türlerine farklı tepkiler gösterdiklerinden kirlenmenin tümünü veya etki özelliklerini saptayabilmek için yapılacak bio-deneylere en uygun türlere indikatör tür adı verilir. Bu indikatör türlerin değişik yaşam ortamlarından seçilmesine dikkat edilir. Bu organizmalar arasında sudaki ağır metalleri veya diğer toksik maddeleri filtre ederek dokularında biriktiren midyeler dünya çapında sürdürülen izleme programlarında önemli bir yer işgal ederler. Midyelerin dışında diğer indikatör türler karides, yengeç, barbunya balığı, orkinos gibi türlerdir.
  7. Ekosistemdeki bireylerin aktiviteleri sonucunda ortam kirlenmesine neden olan olaylara biyolojik kirlenme adı verilir. Canlı bireyler ekosistem içerisinde ortamların fizikokimyasal değişimlerine neden olan pollulant (kirletici) derişimlerine dayanamayarak ya yer değiştirirler ya da ölürler. Ekosistem içerisinde bazı türler ortamdaki fazla kirlilik değişimlerine karşı yüksek dayanıklılığa sahiptirler. Bu türler yaşadıkları biyotopun kirlilik düzeyini gösterdiğinden indikatör tür olarak kabul edilirler. Örneğin; Mytilus galloprivincialis, ortam şartlarının değişmesine çok dayanıklılık gösterir. Laboratuarda kirlilik ile ilgili çalışmalarda bu türler fazla miktarda kullanılmaktadır. Planktonlar, sularda asılı halde bulunan ve su hareketlerine bağlı olarak yer değiştiren bitkisel ve hayvansal organizmalardır. Bunlar besin zincirinin ilk halkasını teşkil ederler. Besin zinciri fitoplankton-zooplankton-balık-insan şeklindedir. Dolayısıyla besin zincirinin ilk halkasındaki kirlenme direkt olarak insanları etkiler. Fitoplanktonlar, ortam kirlenmesinden etkilenirler. Planktonların gelişimleri üzerinde kirliliği negatif etki yapar. Red-Tide ve Neden Olduğu Zehirlenmeler Red-Tide olayı, bir veya birkaç organizma türünün uygun ortam koşullarında hızlı bir şekilde üremeleri ve aşırı miktarlara ulaşmasıdır. Bu organizmalar genelde Diatom’lar ve Flagellat’lara ait bazı türlerdir. Sadece kıyısal denizlerde görülen ve karasal ekosistemin canlı topluluklarında deniz ürünlerinin yenmesiyle dolaylı yoldan ulaşan bu olay her yıl tonlarca kabuklu deniz ürünü, balık ve hatta insan zehirlenmesine neden olmaktadır. Tropik sularda yaşayan bazı balıkların yaz aylarında zehirli olmaları nedeniyle oluşan ciguatera hastalığı da bu olayla ilgilidir. Bu olay, bazıları zehirli olabilen bir hücreli organizmalar tarafından meydana getirilmesidir. Özellikle ilkbahar sonları ve sonbahar başları arasındaki ani ısınma ve soğuma periyodu sırasında deniz suyu içindeki miktarı 1 litrede 100.000-1 milyon sayıya ulaşabilen bu canlılar taşıdıkları renk maddeleri ile deniz suyunu da etkilemektedirler. Gerçek kırmızı deniz afetlerinde suda çözülebilen PSP (paralytic shellfish posion) ve yağda çözülebilen NSP (norotoxic shellfish posion) olmak üzere iki ana grupta zehir (biotoksin) sentezlenmektedir. PSP, %15’lik bir ölüm oranına sahip olmasına karşın NSP zehirlenmelerinde ölüm bildirilmemiştir. PSP vakalarında en önemli belirti midye, istiridye gibi canlıları yiyen insanlarda yemekten birkaç dakika veya saat sonra dudaklarda ve ağız içinde yanma ve batma hissi, uyuşukluk; NSP zehirlenmesinde belirtiler hissetme anormallikleri, sıcak ve soğuğu birbirine karıştırma, ağız etrafında karıncalanma ve uyuşma hissidir. Bu vakalarda ölüm daima solunum felciyle olmaktadır. Ciguatera hastalığı, zehirli Dinoflagellat’larla beslenmiş balığın insanlar tarafından yenilmesiyle ortaya çıkar. Zehirlenme belirtileri NSP’ye çok benzer. Ciguatera hastalarını NSP’den ayıran en önemli özellik, ilk belirtileri atılsa bile yüz, dudak ve ağızdaki uyuşukluğun haftalarca devam etmesidir. Bunlardan korunmak için ilkbahar sonları ve sonbahar başları arasındaki sürede midye ve istiridye gibi deniz kabuklularını yememek gerekir.
  8. Rüzgarlar, yağmur suları, erozyon ve diğer yollardan su ortamına taşınan partikül maddelerin meydana getirdiği kirlenmedir. Bu partikül maddeler, su ortamında turbiditeye (bulanıklık) neden olurlar. Bu olay daha çok nehir ve derelerin kıyılara açıldığı bölgelerde görülür. Su ortamına karışan bu katı partiküller hem ışığın ortamda yayılmasına engel olmakta hem de fotosentezi önlemekte ve fauna ve flora bireyleri üzerine çökerek bunların fizyolojik aktivitelerinin azalmalarına ve sonuçta ölmelerine neden olmaktadırlar. Bu tip olayların oluştuğu ortamlarda besin zincirinde kopmalar ve büyük ölçüde ölümler, bunların bozulma ve ayrışmaları esnasında kokuşmalar ortaya çıkmaktadır. Askıda katı maddeler balığın yüzme hareketlerini kısıtlar, hastalıklara karşı direncini azaltır, balık ve larva yumurtalarının gaz alışverişine etki ederek gelişmelerini engeller, balığın besin bulma yeteneğini olumsuz yönde etkiler. Ayrıca doğal balık göç hareketlerini de etkileyebilir. Balıkların yumurta bıraktıkları yerlere çökelen katı maddeler balıkların yumurta bırakma alanlarını kısıtlamalarına neden olur. Balıkların solungaç flamentlerinde tıkanmalara neden olabilirler ve solunum yapmalarında olumsuz etkiler yaparlar. Süspansiyon maddelerin 50ppm’de canlılarda büyüme oranını etkilediği, 100-400ppm arasında ise ölümlere neden olduğu belirlenmiştir. Deniz suyu örneğin; 0,45µm göz açıklığındaki filtreden geçirildiğinde, bu filtre üzerinde kalan tüm maddeler süspansiyon (asılı) parçacıklar olarak kabul edilir. Deniz suyunun içerdiği asılı parçacıklar boy ve şekil yönünden farklı olabilir. Kendilerine özgü bir hareketten yoksun bu organik (plankton) ve inorganik (tirpton) parçacıkların tümüne birden seston adı verilir. Sestonun aksi nekton olup aktif olarak hareket edebilen organizmaları (balık gibi) içerir. Deniz suyunda asılı halde bulunan parçacıklar yapıları yönünden organik veya inorganik olmak üzere iki grupta incelenir. Organik Parçacıklar: Deniz suyunda asılı halde bulunan organik maddelerin temelini canlı formlar ve detritus oluşturur. Canlı formlara fitoplankton, zooplankton, bakteri ve balıklar örnek olarak gösterilebilir. Canlı organizmaların ölüm artıkları olan parçacıklara ise detritus (leş) adı verilir. İnorganik Parçacıklar: Deniz suyunda asılı halde bulunan inorganik parçacıklar terrijenik, eolien ve meteorik olmak üzere üç grupta toplanabilir. Terrijenik parçacıklar, denizlere akarsuların taşınmasıyla veya sahillerin aşınmasıyla gelen parçacıklardır. Eolien parçacıklar, atmosferik sirkülasyon ile taşınmaları sırasında denize düşen parçacıklardır. Meteorik parçacıklar ise denize asılı inorganik maddelerle girmiş olan parçacıklardır.
  9. Yeryüzünü saran ve okyanuslarda, denizlerde, göllerde, akarsularda ve yeraltı sularında bulunan sularla atmosferdeki su buharının tümüne hidrosfer (su küre) adı verilir. Bugün hidrosferi oluşturan suların, yer kabuğunun derinlerinde volkanik faaliyetlerin bir yan ürünü olarak metamorfizma sonucunda meydana geldiği kabul edilmektedir. Su; doğada katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç fazda bulunur. Bilinen tüm sıvılar içerisinde en yüksek gerilime sahiptir. Bu özelliği yağmur damlacıklarının oluşumu açısından önem taşımaktadır. Yine tüm sıvılar içerisinde suyun buharlaşma ısısı en yüksektir. Su, amonyaktan sonra en yüksek erime ısısına sahip olan bileşiktir. Yeryüzündeki serbest su, dünyanın tüm yüzey alanında (510.106 km2) 2700km kalınlığında bir tabaka oluşturacak kadar fazladır. Yeryüzündeki suyun tüm insanlığın gereksinimlerini karşılayacak kadar çok olduğu ve dolayısıyla tükenmez bir kaynak olduğu düşünülebilir. Ancak bu toplam su miktarının %97,6’sı denizlerdeki tuzlu sulardır ve bu sular insanların gereksinimlerini karşılamak açısından uygun niteliklere sahip değildir. Karalardaki toplam su miktarı, yeryüzündeki sıvıların %2,4’ünü oluşturmaktadır. Karalardaki suyun ancak %10 kadarı teorik olarak kullanılabilir tatlı su potansiyelini (3-4 milyon km3) oluşturmaktadır. Bu miktar, yeryüzündeki toplam su potansiyelinin %0,3’ünü oluşturmaktadır. Günümüzde insanlığın toplam su gereksinimi yılda 5500 km3 olarak hesaplanmaktadır. Bu gereksinimler yeryüzündeki tüm akarsularda bir anda bulunan suyun 3 katı olmakla beraber yeraltı suyuyla birlikte ancak karşılanabileceği anlaşılmaktadır. Bu sonuç gelecekte artacak olan su gereksiniminin karşılanmasını giderek daha büyük boyutlarda sorunlar yaratacağını ortaya koymaktadır. Susuz yaşamak mümkün değildir. İnsan gıda almadan haftalarca yaşayabilir; fakat su içmeden ancak birkaç gün yaşayabilir. Bu nedenle içme ve kullanma suyunun sürekli ve güvenilir bir şekilde sağlanması gerekmektedir.
  10. Biyosfer: Canlı yaşamına uygun ,okyanus derinlikleri ile atmosferin 10 000 m. yüksekliğine kadar olan tabakasıdır. Ekosistem: Komünitelerle cansız (Abiyotik) çevre koşullarının karşılıklı etkileşimleri. Biyotop: Canlıların yaşamlarını sürdürmek için uygun çevresel koşullara sahip coğrafi bölgedir. Komünite: Belirli yaşam alanına uyumlu populasyonlar topluluğudur. Populasyon: Belirli coğrafi sınırlar içinde yaşayan aynı türe ait bireyler topluluğudur. Habitat: Bir canlı türünün rahatça beslendiği,barındığı,ürediği yaşam alanına denir. Niş: Yaşam alanında kalıtsal özellikleri ile ilgili gerçekleştirdiği yaşamının devamına yönelik faaliyetlerin tümüdür. Flora: Belirli bir bölgeye adapte olmuş, o bölgede yaşamını sürdüren bitki topluluğudur. Fauna: Belirli bir bölgeye adapte olmuş ve o bölgede yaşamını sürdüren hayvan topluluğudur.
  11. Canlıların çevreyle ve birbiriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır.Çevre ise bir canlının yaşaması ve neslini sürdürebilmesi için uygun ortamdır.Yandaki şekle baktığımız zaman canlının metabolizma iklimden ağır gelirse canlı adapte olmuş anlamına gelir.Eğer tam tersi gerçekleşirse bu sefer seleksiyon olur. Bireysel baktığımız zaman canlı yaşlandığı için daima iklim galip gelecektir.Tüm canlılar ortamın müşterek etkisi altında belli bir yaşam düzeyi kurarlar.Ancak bu düzenin sürekliliği canlıların ortam arasındaki enerji alış verişindeki dengeye bağlıdır. Yeryüzünün biyosfer kısmı,enlem dereceleri,topografya ve komşu ekosistemlerin etkisiyle sayısız farklı koşullara sahip ortamlar içermektedir: • Yeryüzünün biyosfer kısmı demek yer yüzünün üst katlara doğru olan atmosfer katlarında bulunan kısmıdır (Hava Canlıların solunumuna uygun gaz karışımı ihtiva eder.). • Enlem dereceleri,ekvatordan uzaklaştıkça iklimde hareketlenme ve biyosfer sınırında azalma olur. Böylece enlem dereceleri uzun mesafelerde daha belirgin iklim değişikliklerine neden olur. • Topografya,arazini morfolojik yapısı olarak tanımlanır. • Komşu ekosistemler:Örneğin Antakya Samandağ’ından gelen nemli hava ile Suriye’den gelen çöl havasının etkisi altındadır. NOT1: Ekolojik dengeyi en çok etkileyen pasif yayılmadır.Çünkü gittikleri yerde başarısız olsalar bile oradaki toprak için organik madde kaynağı olurlar. NOT2: Canlılar besin ve iklim faktörlerinden en çok iklim ağır basar NOT3: Canlılar bir ortama giderek konut (eukos) edinir.En iyi ortam ise ekosistemdir. Yaşam ortamlarının kurulabilmesi için: 1) Ortamın mevcut koşulları ve canlıların etkinlikleri a) Canlıların yayılma yeteneği: (Yanardağ örneğinde olduğu gibi yanardağ tüm adayı yok eder.Buna rağmen bir süre sonra bitkiler tekrar büyür.Kuşlar göç eder ve yerleşip ortam yaparlar.Yani tüm canlılar bir yolunu bulup yayılmayı başarırlar.) b) Canlıların ekolojik istekleri: (Yıl 12 ay ve de 4 mevsim var.İlk anda yerleştiği zaman iklim uygun olabilir.Fakat canlı için olumsuz koşullarda yaşanabilir.Yani her canlının kendine göre bir ekolojik isteği vardır.Kutup ayısı kutuplarda yaşar.Ekvatora getirdiğimizde ise ölür.Ekvatorda yaşayan bir canlıda kutuplarda ölür.) c) Ortamın ekolojik koşulları: (Canlı ani değişimlere karşı dayanıklı olmalı.d maddesiyle alakalı) d) Canlıların töleransı: (Doğanın bir kanunudur ki o ekolojik tölerası yüksek olan canlı nesiller boyu canlılığını sürdürür.) e) Canlıların rekabet güçlülüğü: (Canlılar yaşadıkları habitatta diğer canlılarla daima rekabet halindedir.Yani güçlü olan daima yaşar.Rekabet yoksa orada daima bir denge vardır.) 2) Canlıların coğrafik ya da lokal dağılışları: Not: Çevre,canlıların yaşayabildiği ortamdır.Çevre müsaade ederse yaşam oluşur. Ekolojik benzerlikleri aynı olan canlılar makroklimatik bölgelere yerleşir.Sıcaklık değişimine toleransı az olan canlılar makroklimatik bölgenin mikroklimatik yerlerinde lokal dağılış yaparlar.Bu mikroklimalar makroklimaların olumsuz etkilerini en aza indirir. 3) Canlıların yayıldığı ortamdaki varlığı, miktarı ve dinanizminde görülen değişimler: Canlıların yayılışı aktif ve pasif olmak üzere iki çeşittir.Dinanizmde daima değişme gözlenir.Dinanizm değiştikçe canlının töleransına göre yani metabolizmasından taviz vererek canlılığına devam eder.(Töleransı çok olan canlı rekabete az girer.Oysa töleransı az olan hayatta kalabilmek için rekabete girer. 4) Biyosferdeki cemiyetler arasındaki spesifik ilişkiler: Biyosfer ekosistemler topluluğudur.Çünkü canlıların ekolojik istekleri farklıdır.Ekolojik istek ise önce sıcaklığa sonrada besine bağlıdır. Sıcaklık olmayınca besin yakılamıyor ve de fizyolojik açlık yaşanıyor. 5) Canlıların ortamlarına olan adaptasyonu: Bu iki şekilde yapılmakatadır.canlı önce kendi morfolojisini değiştirir sonra da fizyolojik değişiklik yapar.Morfolojik olarak ilk yaptığı iş kutikulanın kalınlığını değiştirmek;sonra ise mum tabakası,stoma sayısı,tüy,su varsa suyu depolama ve en son olarak da en büyük töleransını kullanarak boyda kısaltma yapar.Buraya kadar olanları otsu bitkiler içindir.Odunsu bitkiler boy kısalması yerine hücre öz suyunu soğuksa katılaştırır,sıcaksa iyi akışkan hale getirir. 6) Ortamın doğal koşullarına göre canlıların davranışı,uyumsal sorunlar ve yetenekleri: Bu konu için atmosfer olayları çok önem taşımaktadır.Hava olaylarına karşı canlılar kendilerini nasıl ayarlayacağını bilmektedir.Bunu nedeni ise havdaki manyetik dalgalanmalardır. 7) Ekosistemlerdeki populasyonların dinamiği: ileriye doğru gelişimler daima dinanizmdir.Populasyonlar ise ekosistemlerin parçalarıdır. 8) Biyosferdeki ekosistemler ve genel biyosönoz (Flora + Fauna): Biyosferi insan olarak kabul edersek ekosistemler insanın hücreleri olarak tanımlayabiliriz.Bir bölgede yaşan bitki türlerinin sayısına flora,bu türlerden birinde yaşayan hayvan türlerinin sayısına ise fauna ismi verilmektedir. 9) Doğanın genel madde ve enerji alış verişinin durumu: Doğanın her zaman aynı enerjiyi verebilmesi için canlılarla iyi beslenmelidir.İklimdeki olumsuzluklar canlıları öldürmekte ve de bunlar doğanın beslenmesi için gerekli kimyasalları içermektedir. 10) Doğada ortaya çıkan çevre sorunları ve nedenleri: Sorunu insan yaratır. Gibi önemli konular ekolojinin araştırma alnına dahildir. Çünkü ekoloji mevcudiyet koşullarını bilimi olup,olayları nedenleriyle ortaya koyar. Yukarıdaki biyosfer basamaklarını diğer bilim dalarlıda araştırır.Çünkü her basamakta birden çok bilim dalını ilgilendiren konular vardır.Ancak her bilim bu faktörleri kendi yönünden ele alır. Örneğin yaşam ortamında en önemli etken güneş ve ışıktır.Çünkü genel bir etkiye sahiptir.Böylece her şeyden önce ortamın ısınmasına bağlıdır.Oysa aynı ışık bitki fizyolojisi için ayrı, fizik için ayrı, hayvanlar için ayrı bir anlama gelmektedir. Ekolojide temel birim ekosistemdir. Ekosistemler dünyada tüm canlıları ve cansızları içerdiğine göre ekoloji diğer bilimleri de kapsar.Ama önce onlara yön verir sonrada faydalanır(canlıların rejenere olmasının doğadaki karşılığı tampondur).Böylece başta biyoloji olmak üzere tüm bilimlerin felsefesi olan ekoloji tam bir ahlak bilimidir.Çünkü ekonomiyle aynı kökten gelen eko- kelimesi canlılar arasındaki olumlu ilişkilerin sınırlarını da çizmektedir.Ekolojiyi ilk tanımlayan Alman Biyolog Ernst Haeckel ekolojiyi doğanın ekonomisini inceleyen bilim dalı olarak tanımlamıştır.Çünkü ekosistem dengesi hiç bozulmayan bir dengedir.Ancak tüm ortamlarda dengenin bozulmaması için ekonomik kullanılması zorunludur.Yani doğru davranış için gerekli icraat olan yaşadığı ortamda ürettiği kadar tüketmek ve ürettiğinden fazla ürememek şeklindeki ahlakî davranışa riayet etmelidir.Böyle olduğunda populasyonun sosyobiyolojik kavramınada ters düşmez. Görülüyor ki ekolojik araştırmaların ağırlığını biyolojik veriler oluşturuyor.Çünkü ekosistemler canlılar tarafından kurulmuş denge ortamıdır.Buradaki canlı-çevre ilişkilerine ekonomi en önemli faktör durumundadır.Ekonomi üretimin düşmesi ve mevcudu kullanmasındaki hızın aynı paralelliği göstermemesi üzerine gündeme gelmiştir.Bir ekolog ekolojiyi “toplumlar bilimi veya yaşam birlikleri bilimi,, şeklinde tanımlarken bir başkası “hayvanların ekonomisi ve sosyolojisi ile uğraşan bilimsel doğa tarihi,, şeklinde tanımlar.Aslında ekolojide ekonominin ilk defa gündeme gelmesine neden olan insan değildir.Bazen diğer canlılarında ekosistemi israf ettikleri dönemlerde vardır.Özellikle birkaç yıl optimum süren iklim koşulları,bilhassa yağışlar birden bire kuraklığa geçince optimum dönemde olan nüfusa yeterli besini sağlayamadığı zaman sıkıntı görülür.Ancak bu durum hayvanların yanlış düşünmelerinden değil düşünememelerinden kaynaklanır.Asıl sıkıntı insan faktöründen kaynaklanan kıtlık döneminden kaynaklanır.Çünkü insanın ekosistemi tahribi hem sürekli hem de besin-birey ilişkisini doğanın düzenlemesine izin vermemektedir.Bu da doğanın tampon gücünün çalışmasına asla müsaade etmemektedir. Ekosistemlerin boyutları verimine(prodüktivite),verimine önce içerdiği canlı türüne,dolayısıyla sayısına göre değişirken;bunlarda ortamın ekolojik koşullarına göre değişir.Çünkü ekosistemdeki madde akışı ve enerji döngüsünü sağlayan bunlardır.Görülüyor ki kaynaklardaki artış ve fiziksel çevreye endekslidir.Ancak insan hariç diğer canlılardaki kontrolsüz nüfus artışı uzun dönemde ekosisteme daima yararlıdır.Çünkü talep-arz dengesi bozulunca sitemdeki enerji döngüsü yeterli olmaz.Bu kez zayıflar selekte olarak organik madde şeklinde fiziksel ortama tekrar iade edilir.Böylece ekosistemde besin kadar birey dengesinin yeniden kurulmasına olanak sağladığı için en önemli katkıyı yapmış sayılır.Bu döngü habitatın daha da zenginleşerek ileride barınacak nüfusun artmasına neden olacaktır.İşte habitatların kazanç ve kaybının(girdi-çıktı) oranına göre ortamlara yerleşen canlılar bu ortamların genel faktörlerinin müşterek etkisi altında yaşam düzeni kurarlar.Ancak yaşam düzeninin kurulması ve devamlılığı;ortam koşullarının her hangi bir canlının isteğine uygun olmasına,değişen koşullara karşı değişebilmesine ve diğer canlılarla uyumlu ilişkisine bağlıdır.Bir ekosistemin ya da her hangi bir ortamın bitki ve hayvanlar arasındaki tüm ilişkile habitat,niş ve besin zinciri paylaşımı olup belli bir sürede mutlaka dengeye ulaşacaktır.Denge ve dengeyi kuran tek etken rekabettir.Habitat,ekolojik koşulları ve canlı sistemi Tüm faktörleri ile kendine özel olan sınırları belli ekosistemlerdir(Habitat geneldir).Her ekosistemin bir büyüklüğü vardır.Büyüklüğün sınırlarını tayin eden önce fiziksel ortamın ekolojik koşulları sonrada canlıların ekolojik istekleridir.Böylece besin zincirinin ilk halkaları olan bitkiler ortama yerleşir.Buradaki tüm yerleşmiş canlılar buranın tüm ekolojik koşullarını kaybetmiş ve her biri kendine bir yer edinmiştir. İşte beslenme,üreme ve barınma gibi biyolojik ihtiyaçların karşılandığı,bu sınırları belli olan ortamdaki özel yerine niş denir.Buna göre aynı ekolojik koşulları taşıyan sınırları belli olan bu ekosisteme habitat bitkilerin kökleriyle bağlandığı habitat kısmı ve hayvanların yapmış olduğu yuvalar niştir.Niş edinme tüm canlılarda öncelikle habitattın iklim koşulları sonrada bitkilerde kök ve ışık rekabetiyle,hayvanlarda da av sayısına göre belirlenir.Eğer bu düzen kurulmazsa ortam ekosistem olmaz.Ama yinede bir çevredir.Çünkü çevrenin enerjiye ihtiyacı olmayabilir.Fakat ekosistem çarkı enerji ile dönen bir sistem çarkıdır.O halde her ekosistem bir çevre,her çevre bir ekosistem değildir. Ekosistemlerle çevre daima etkileşim halinde olmasına rağmen,genelde ekosistemler çevrenin etkisi altındadır(Çevreyi iklim etkiler-Dünya’nın %20’si ekosistemdir).Ayrıca gezegenler arasındaki çekim kuvvetleri de önemli derecede manyetik enerji oluşturarak çeşitli tıbbî ekolojik olaylara yol açmaktadır.Çünkü bu olaylar hava yoluyla meydana geldiği için bazen ekosistemleri de etkisi altına alan belli ölçülerde insan dahil bütün canlılar üzerinde fizyolojik,anatomik,morfolojik ve patolojik gibi önemli derecede biyolojik baskılar yaratmaktadır.Örneğin,muhtelif özellikteki hava kütlelerinin etkisiyle zihni durgunluk(manyetik dalgalanma),atalet(yorgunluk) hissi,migren,el ve ayak şişmeleri,kapillar rezistans değişimi,sıkıntı ve sinirlilik halleri,yara yeri sızlaması,infaktüs vakalarının frekansı,romatizmal hastalıkların şiddeti,astım,aşırı güneşe ve neme doymuş havanın etkisi,fön karakterindeki rüzgarların yol açtığı ruhi bunalım,belli meteorolojik koşullara göre oluşan sisin etkisi oldukça büyüktür.Yine hızla yükselmenin ve alçalmanın önemli fizyolojik sonuçları vardır. Büyük bölümü iklimsel olmak üzere atmosferin bu değişken olaylarına karşı canlılarda da uyum yönünde çeşitli değişmeler olur.Uyumsal değişiklerin tümü metabolizma yoluyla gerçekleşir. Örneğin,bitkilerde hücre öz suyu yoğunluğu tamamen başta sıcaklık olmak üzere iklime bağlıdır(Soğuk bölgelerde hücre öz suyu yoğun korteks ince,sıcak bitkilerde tam tersi)İletim borularının faaliyeti yapraklanma ve çiçeklenme döneminin gecikmelerinin ve dökülme zamanındaki değişiklikler(İklimdeki dalgalanmalar),renk maddesindeki düzensizlik ve parazitlere karşı dirençsizlik gibi önemli biyolojik yetersizlikler olmaktadır.Çünkü bunlar tamamen ekolojik tölerans sınırları içerisinde meydana geldiği için metabolik taviz bu olaylara karşı dezavantajdır(Ama bu tavizi verecek metabolizma var ya da yoktur.Tepki türe göre değişir).Bitkiler düşük metabolizma ile uyumlu olacak şekilde uzun süreli ekstrem koşullarda yaprakların azalması(odunsu bitkilerde tomurcuk var otsularda yok), küçülmesi (Uzun dönemde tomurcuklardaki besinlerin azalması),üzerilerinin kütinleşmesi ve tüylenmesi,köklerin mantarla kaplanması gibi olaylar morfolojik düzenlemeye gidebilirler.Hayvanlar ise yuva yapma,yuvalarının yerini değiştirme,beslenme ritmini değiştirme değişik davranışlar olarak gösterilebilir.Ancak hava olaylarını durumuna göre bazı kuşlarda, özellikle yağmur ve doludan önce telaşlı uçma veya yuvalarına zamansız gelme gibi iç güdüsel davranışlar gözlemlenir. NOT: Ekosistemler çevrenin ve iklim olaylarını baskısı altındadır.İklim ve su canlıları direkt olarak etkilemektedir.—Bitki yapraklarını oluşturduğu zaman kısa zamanlı adaptasyonu kloroplastları çoğaltır ya da azaltır. Bilhassa belli meteorolojik olaylardan bitkilerin etkilemesi daha belirgindir.Bitkilerin habitat ve nişi sabittir.Dünyada bütün canlılar ekolojik tolerans kullanır.Toleransın amacı aynı olmasına rağmen yeri,zamanı ve biyolojik yönü farklı olabilir.Fakat her durumda metabolik taviz olduğuna göre her canlının da bu doğrultuda habitat ve niş seçme zorunluluğu vardır.Örneğin toleransı en düşük olan endemikler (rekabeti yüksek) olup belli mikroklimaların dışarısına çıkamazlar.Bu durum belki de bitki ve hayvanlardan çok mikrobiyal canlılarda görülür.Örneğin Vibrio cholerae virüsü sadece Hindistan’da 500 m rakımın altıdaki sıcak ve yağışlı bataklıklarda bulunur.Yine kuduz virüsü ve burusellanın Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde bulunmayışı gibi ekolojik koşulların değişimini tolare edemeyecek ortamlarda yayılamazlar.
  12. Centrales ordosu üyelerinde döllenme oogami iledir. Genç oogoniumlar, nukleus büyüklüklerindeki artış ve büyük hücreleri ile ayırt edilirler. Normal olarak mayoz sırasında nukleuslardan üçü kaybolurken biri gelişir ve olgunlaşır. Isthmia’da nukleus önce ikiye bölünür, biri yok olur, kalan nukleuslar tekrar bölünür. Sonuçta yavru nukleuslardan biri yine kaybolur. Biddulphia mobiliensis’de ise, her oogoniumda iki yumurta oluşur. Erkek organ, değişik yollarla oluşturulabilir. Örneğin Cyclotella tenuistriata’da vejetatif bir hücre spermatogoniuma dönüşür. Melosira varians’da vejetatif hücre birkaç spermatogonium hücresine bölünür. Üçüncü tipte ise, spermatogoniumlar ana hücre içinde kalır veya salındıktan sonra gelişmelerine devam ederler. Her spermatogonium, mayozun ardından tek kamçılı dört spermatozoid oluşturur. Döllenme dişi hücrelerde gerçekleşir. Centrales ordosunda, mayoz bölünme gamet oluşumu sırasında gerçekleştiği için vejetatif hücreler diploiddir. Bu durumda bitki diplonttur. Tüm Diatomae üyelerinde zigot eni ya da boyu, ana hücrenin yaklaşık üç katına erişinceye kadar büyür. Daha sonra ikinci mitoz gerçekleşir, her birinin birer nukleusu kaybolur. Her bölünmeden sonra yeni bir kabuk oluşturulur.
  13. Bu bölümden çok tanınmış bir cins olan Ulva örnek olarak alınmıştır. Ulva’da tallus düz, genişlemiş iki sıra hücreden meydana gelmiştir. Tallus, tek hücreli ipliğin lateral bölünmelerle genişlemesi sonucu oluşur. Gelişim uniseriat ipliklerin taban hücrelerinden oluşan tutunma diskleri ile başlar, disk kış boyunca kalır, yeni bitki ilkbaharda gelişir. Zoosporlarla üreme, sporofitik bitkinin zoosporları vermesi ile gerçekleşir. Gametofitik bitkinin her hücresi 32 veya 64 gamet üretir. Ulva’da eşeyli üreme izogami ile olmakla birlikte, anizogami ile üreyen en fazla üç tür bilinmektedir. Bazı türlerde gametler topluluklar oluşturur. Ulva lobata’da 10-12 veya 100 gamet içeren topluluklar bulunur. Gametler birleşmeden önce + fototaktik özellik gösterirken, zigot – fototaktik özelliktedir. Bazı durumlarda zayıf + ve – ırklar, kuvvetli – ve + ırklarla birleşebilmektedirler. Bu bitkide mayoz bölünme, zoospor oluşumunda gerçekleşir. Bilinen türlerin hemen hemen hepsinde morfolojik olarak aynı haploid ve diploid nesillerin birbirini izlediği görülür.
  14. Bu bölümden izomorf (Dictyota dichotoma ) ve heteromorf (Laminaria ) döl almaşı gösteren iki örnek incelenecektir. Dictyota dichotoma’nın yassı yapıdaki tallusu apikal bölünmenin daima ikiye bölünmesi nedeni ile mükemmel bir dikotom dallanma örneği gösterir. Enine kesitte ise, tallusun merkezi büyük bir hücre sırası ile daha küçük alt ve üst epidermis hücrelerinden meydana geldiği görülür. Bu küçük hücreler asimilasyon yaptıkları gibi müsilaj iplikler içerirler. Eşeysel yapılar farklı talluslardaki soruslarda bulunurlar. Erkek organ topluluğu yaklaşık 300 plurilokular anteridiumun steril dış hücrelerle çevrilmesinden oluşmuştur. Anteridium oluşumunda yüzey hücreleri bir sap hücresi ve bir anteridium öncülüne bölünür. Daha sonra bu öncülden anteridial hücreler oluşturulur. Olgun bir anterozoid armut şeklinde ve tek kamçılıdır. Yumurta hücreleri erkek gametlerden daha az sayıda oluşturulur. Her bir yumurta hücresi için, 6000 anterozoid oluşturulduğu düşünülmektedir. Oogonium sorusunda 25-50 fertil oogoniumu çevreleyen steril hücreler yer alır. Oogoniumun oluşum aşamaları anteridiuma benzer. Döllenme suda olur. Yumurtanın kemotaktik özellik gösterdiğine inanılmaktadır. Zigot, morfolojik olarak benzer sporofiti oluşturur. Sporofit üzerinde yüzeysel olarak gelişen sporangiumlarda tetrasporlar bulunur. Sporangium oluşumu epidermis hücrelerinden birinin çok yönlü bölünmesi ile başlar. Sap hücresinin sporangiumu bölmesinden sonra mayoz bölünme ile dört tetraspor oluşturulur. Tetraspor oluşumunda ritmik bir periyodisite görülmezken gamet oluşumunda vardır.
  15. Protalyumun alt yüzünde, birkaç sıralı hücrelerin bulunduğu kalın kısımda arkegoniumlar meydana gelir. Arkegoniumların karın kısmı protalyumun içine gömülü olup boyun kısmı serbesttir ve protalyumun sivri ucuna yönelmiştir. Arkegonium, protalyumun genç bir yüzey hücresinden, iki periklinal bölünme ile birer adet boyun kanal hücresi ve merkezi hücreye ayrılması ile gelişir. Merkezi hücre bölünerek yumurta ve karın kanal hücrelerini verir. Daha ileri safhada yumurta hücresinin altındaki protalyum hücrelerinden biri irileşir. Taban hücresi adı verilen bu hücrenin yumurtayı beslediği düşünülmektedir. Boyun ve karın kanal hücreleri bölünerek şişe şeklindeki arkegoniumu veriler. Olgunlaşmadan sonra boyun ve karın kanal hücreleri, spermatozoidin girişini kolaylaştırmak üzere erirler. Bu erime sırasında oluşan malik asit ve malatlar spermatozoidin kemotaksis ile çekimini sağlarlar. Anteridiumlar, protalyumun sivri ucuna yakın bölümündeki yüzey hücrelerinden küresel bir çıkıntı halinde belirirler. Bu çıkıntıların kenarında çeper hücreleri ile ortada spermatogen hücre oluşur. En üstteki çeper hücresi kapak işlevi görür. Spermatogen hücreden spermatozoidler oluşur. Sporofit geliştikten sonra yaprakların altında epidermis hücrelerinin ardışık bölünmeleri ile sporangiumlar oluşur. Sporangium sorusları yaprağa plasenta ile bağlanmışlardır. Sorusların üzeri bu cinste indusium ile sarılmıştır. Sporangiumlardaki 16 spor ana hücresinin mayoz geçirmesi ile 64 spor meydana gelir. Porların yüzeyine tapetum tabakası tarafından perispor katmanı ilave edildiği için pürüzlüdür. Sporangiumlar, annulus hücrelerinin hareketi ile açılırlar. Bu hücreler ölüdür ve iç çeperleri kalın, dış çeperleri incedir. Kurak havalarda su kaybederler ve büzülürler. Kalın çeper daha az, ince çeper daha fazla büzülür. Bu sırada sporangiumda stomiumdan, annulus hücreleri ve sapa doğru bir gerilme kuvveti oluşur. Gerilme kuvveti arttığında sporangium en zayıf yeri olan stomiumdan açılır. Kuvvet iyice arttığında tekrar kapanır. Bu sırada sporlar dışarıya saçılmış olur.
  16. İlkbaharda rizomlardan klorofil içeriği fakir, dallanmamış sürgünler gelişir. Bu sürgünlerin ucunda birer sporofil başağı bulunur. Sporofillerin alt yüzlerinin kenarında 8-10 adet torba şeklinde sporangium ve orta kısımlarında başak eksenine bağlayan birer sap bulunur. Sporangiumun içindeki spor ana hücreleri mayoz ile yeşil renkli izosporları verirler. Sporangium çeperinin iç tabakasındaki tapetum hücreleri spor ana hücreleri ve genç sporların beslenmesini sağlar. Sporların çeperi en içte endospor, dışında ekzospor ve en dışta tapetum hücrelerinin uzantılarından perispor tabakalarından meydana gelir. Perispordan spora bağlı ve şerit şeklinde, onun etrafını saran iki uzantı gelişir. Hapter adı verilen bu uzantılar higroskopik olarak hareket ederler. Nemli havalarda kapalı olup kurak havalarda açılırlar. Sporlar çimlendikten sonra erkek ve dişi protalyumlar gelişir.
  17. Pteridophyta bölümüne ait olan bu cins heterosporiktir. Sporofiller dalların ucunda başaklar oluştururlar. Sporofilin üst yüzünde bir ligula ve sporangium bulunur. Makrosporangiumlarda makrospor ana hücrelerinden biri mayoza uğrar ve dört adet makrospor (makrospor tetratı) verir, diğerleri körelir. Mikrosporangiumdaki mikrospor ana hücrelerinin hepsi, mayoz geçirerek mikrospor tetratlarını oluşturur. Makro ve mikrosporangiumlar aynı başak üzerinde farklı seviyelerde gelişirler. Sporangiumların en iç kısmında spor ana hücreleri, onların etrafında sporlar olgunlaşıncaya kadar kalan salgı tapetumu ve en dışta da sporangiumu kohezyon mekanizması ile açan çeper hücreleri tabakası bulunur. Sporlar, sporangiumun içinde çimlenirler. Mikrosporangium içinde gelişen mikroprotalde anteridium, makrosporangium içindeki makroprotalde arkegoniumlar şekillenir. Sporangiumlar açıldıktan sonra anteridiumdan ayrılan spermatozoidler yumurta hücresini döller. Embriyo gelişmenin erken safhalarından itibaren bölünerek sap, yaprak, emeç ve kök taşıyıcısı taslaklarına ayrılır, yeni bitki şekillenir.
  18. Kaliksin içteki dairesidir, genellikle parlak renklidir. Tozlaşmayı sağlayan böceklerin çekiminde iş görür. Bazı çiçeklerde çiçek örtüsü tek bir halkadan meydana gelmiştir. Bu halkaya perigon, perigonunu her bir yaprağına da tepal adı verilir.
  19. Stamenlerin tümünün oluşturduğu halkaya andrekeum adı verilir. Andrekeum bir ya da çok sayıda stamenden oluşur. Stamenler spiral veya halka şeklinde dizilmişlerdir; filament ve anter adı verilen iki bölümden meydana gelirler. Filament hadrosentrik bir iletim demeti ile etrafında vakuollü, küçük hücreler arası boşlukları olan, parankimatik hücrelerden meydana gelmiştir. Epidermisinin çeperi genellikle kütinleşmiştir ve bazı türlerde trikomlar ve stomalar içerir. Anter ve verimsiz tabaka olan konnektif, parankimatik dokudan meydana gelmiştir. Anterler lokuluslar arasındaki birleşme çizgilerinden açılır. Daha sonra bu bölgedeki endotesyum ve altındaki tek sıralı epidermis tabakaları da açılır ve polenler stomium adı verilen bölgeden atılırlar.
  20. Cenk Önsoy

    Filogeni Nedir?

    Canlıların herhangi bir grubun evrimsel öyküsüne ”Filogeni” denir.Biyolojinin birçok alt biliminden kanıtlar elde etmek suretiyle, herhangi bir canlı grubun; hangi gruplarla, ne zaman, ortak ataya sahip olduğu saptanabilir.Yakın grupların, yakın bir zamanda, uzak grupların ise oldukça eski ortak bir ataya sahip olduğu görülür.Gruplar arası akrabalık derecesini bulabilmek için, her türün yada grubun mümkün olan tüm yapısal benzerliklerini ve ayrılıklarını ortaya koymak gerekir.Bunun için karşılaştırmalı morfolojiden yararlanılır.Elde edilen sonucun geçerliliğini kontrol edebilmek için ayrıca sitolojik, biyokimyasal, fizyolojik ve immunolojik testler yapılır.
  21. Cansız (Abiyotik) Faktörler nelerdir? Abiyotik faktörler çevresel faktörlerdir; bunlara örnek olarak ısı , ışık , nem gibi faktörler gösterilebilir.
  22. Ekolojik Valans: Belli ekolojik faktörlerin değişimleri sonucu özelleşmiş bir türün farklı ortamlara yerleşme yeteneği olarak tanımlanabilir. Ekolojik valans türe ve etkene göre değişir. Bazı türler birçok etkene karşı geniş (Toleranslı, Hoşgörülü) olduğu halde (Euryoik Türler), bazıları sadece belirli değişimlerdeki ekolojik faktörlerin etkisi altında yaşamlarını devam ettirebilecek kadar (Stenoik Türler) toleranslıdır. Türlerin ekolojik valansları genellikle gelişim evrelerine göre de değişebilir.
  23. Cenk Önsoy

    Çevre nedir?

    Çevre, belli bir yaşam ortamında canlıların yaşamı üzerinde etkili olan fiziksel, kimyasal ve biyotik faktörlerin bütünlüğüdür. Organizmaların yaşamı üzerinde etkili olan bütün faktörler onun çevresidir.
  24. Canlı çevre; canlı ile aynı fiziksel alanı paylaşan ve canlıyı direkt yada dolaylı olarak etkileyen tüm diğer canlılardır.
  25. Cenk Önsoy

    Ortam nedir?

    Canlı varlıkların bağlı oldukları, etkiledikleri ve etkilendikleri mekan birimine Ortam denir.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.