Jump to content

Biyolokum

Editör Adayı
  • İçerik sayısı

    421
  • Katılım

  • Son ziyaret

Biyolokum paylaşımları

  1. Karidesler. Karada ya da denizde yaşayan canlılar arasında, tek bir hayvanın çıkarabildiği en yüksek sesi mavi balina çıkarsa da, toplama bakıldığımda doğal olan en yüksek sesi karidesler çıkarır. Bir “karides yığını”nın sesi, operatörleri kulaklıkları aracılığıyla sağır edebilecek ve bir denizaltı sonarının “yönünü şaşırtabilecek” tek doğal sestir. Bu karides yığınının altındaysanız, yığının üstündeki hiçbir ses duyulmaz; yığının üstündeyseniz de yığının altındaki hiçbir sesi duyamazsınız. Alt taraftan bir ses duymak ancak o sese doğru bir alıcı uzatılmasıyla mümkün olabilir. Biraraya gelmiş karideslerin gürültüsü sağır edici 246 desibele eşittir; sesin su altında beş kat daha hızlı hareket ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda bile bu şiddet, havadaki 160 desibele denktir. Bu da kalkış yapan bir jetten (140dB) ya da insanın ağrı eşiğinden oldukça yüksektir. Tanık olanlar bu durumu dünyadaki herkesin aynı anda et kızartmasına benzetmişleridir. Ortaya çıkan ses, trilyonlarca karidesin kocaman kıskaçlarını aynı anda açıp kapatmalarının yarattığı gürültüdür. Kıskaçlarını açıp kapatan, Alpheus ve Syndpeus cinslerine mensup çeşitli karidesler tropikal ya da astropikal bölgelerdeki sığ sularda bulunur. Oluşan sesten daha da ilginci ise şudur: Saniyede 40.000 karelik video çekimleri sesin, kıskaçların kapanmasından 700 mikrosaniye sonra gerçekleştiğini açıkça göstermektedir. Ses kıskaçların kendisinden değil, patlayan kabarcıklardan gelmektedir, buna “kavitasyon” etkisi denir. Bu olay şöyle gerçekleşir: Kıskacın bir tarafındaki tümsek diğer taraftaki çukurluğa tam olarak oturur. Kıskaç o kadar çabuk kapanır ki arada kalan su saatte 100 km hızla dışari fışkırır; bu da bir sürü su kabarcığının açığa çıkmasına yetecek bir hızdır. Su yavaşlayıp normal basınca ulaşınca kabarcıklar patlayarak ortaya yüksek bir ısı (20.000°C kadar yüksek), büyük bir patlama ve ışık çıkmasına sebep olurlar (ışığın açığa çıkması çok nadiren görülür ve bu olaya “sonoluminescence” adı verilir), ışığa sebep olan şey sestir. Karidesler bu sesi avlarını sersemletmek, iletişim kurmak ve eşlerini bulmak için kullandıkları gibi sonarları bozmak için de kullanırlar; keskin, aşırı yüksek ses gemilerin çarklarında çökmelere neden olur.
  2. Fiziksel ve kimyasal ajanlardan hücreyi korur fakat besinlerin ve atıkların hızlıca geçişine izin veren yapıya ‘Hücre Duvarı’ adı verilmektedir. Hücre duvarının görevlerini sıralamak gerekirse; -Hücreye şekil verir. -Gram pozitif hücreler daha sert bir yapıya sahiptir. -Antibiyotik ve kemoterapötikler için iyi bir hedeftir. -Gram boyamanın esasını oluşturur. -Hastalık semptomları için bazı sinyal bölgeler içerir. -Lipid A bir endotoksindir (hücre duvarı yapısında bulunur ve hastalık senptomlarında belirleyici özelliği vardır). -Farklılaşma için antijenler içerir. -Hücrenin aşırı büyümesini ve hipotonik solusyonlarda patlamasını önlemek olarak sıralanabilir. Bakterilerde iki tip hücre duvarı bulunmaktadır. Bunlar Gram (+) ve Gram (-) olarak ikiye ayrılırlar. Gram pozitif Hücre Duvarı Gram (+) hücre duvarları; -10-15 nm kalınlığında -30-200 molekül -hücre kuru ağırlığının %40-90 -temel komponenti peptidoglikan (=murein) -aynı zamanda teikoik asitler içerir (hücre duvarı ağırlığının %50’sini kapsamaktadır). Hücre Duvarı Yapısı Gram (-) hücre duvarları; -Hücre duvarı daha kompleks bir yapıda. -Teikoik asit bulunmaz. -Peptidoglikan tabakası daha az kalınlıkta (hücre duvarının % 5-10’u kadar). -Dış membrana sahiptir. kaynak: A.Ü. ders notları
  3. Bitki Hücrelerinden DNA İzolasyonu (CTAB Yöntemi) Bitkilerden DNA izolasyonu bitki türüne, kullanılan kısmına, materyalin kuru veya taze olmasına göre çeşitlilik gösterir. Bitkisel dokulardan DNA izolasyonunda en önemli adım hücre duvarının mekanik (ezme, dondurup kırma gibi) veya kimyasal (hücre duvarının selülaz ile sindirilmesi gibi) yöntemlerle parçalanmasıdır. DNA’ya zarar vermeyen fiziksel yöntemlerden sıvı nitrojenle dondurup kırma yöntemi sıklıkla kullanılır. Bu laboratuarda soğan hücrelerinden DNA izole edeceksiniz. Materyaller CTAB tamponu, absolüt etanol , %70 Etanol, 3M sodyum asetat, 55°C su banyosu, Kloroform izoamil alkol (24:1) CTAB Tamponu 2 g CTAB (Hekzadesil trimetil amonyum bromit) 10 ml 1M Tris pH8 4 ml 0.5 M EDTA pH 8 28 ml 5 M NaCl 40 ml dH2O 1 g PVP 40 (polivinyl pyrrolidone) pH 5’e ayarlanır, son hacim distile su ile 100 ml’ ye tamamlanır. Metot 1. Soğan köklerini parçalayarak eziniz (gerekirse hücre duvarını parçalamak için kökler -80°C’de bekleterek ya da sıvı nitrojenle dondurup kırılabilir) ve tampon içerisinde homojenize ediniz. 2. 500 μl CTAB tamponu/bitki ekstraktı karışımını bir ependorf tüpe alınız ve 15 dakika 55 °C su banyosunda karıştırarak inkübe ediniz. 3. İnkübasyondan sonra CTAB tamponu/bitki ekstraktı karışımını 1200g’ de 5 dakika santrifüj ederek hücre parçalarını çöktürünüz. DNA süpernatana çıkacaktır. Süpernatanı alıp başka bir tüpe aktarınız. 4. Tüpe 250 μl kloroform:izoamil alkol (24:1) ekleyerek karıştırınız. 1300 rpm’ de 2 dakika santrifüj ediniz. Süpernatanı alıp başka bir tüpe aktarınız. 5. 1/10 hacim 3M sodyum asetat ve 2 hacim soğuk absolüt etanol ekleyerek (bu aşamada -20 °C’ de 1 saat bekletebilirsiniz) DNA yumağını elde ediniz. Bir pipet ucu yardımıyla DNA’ yı %70’ lik soğuk etanol içerisine alıp çevirerek karıştırınız. Bu işlemi tekrarlayınız. Alternatif olarak 1300 rpm’ de 5 dakika santrifüj edip DNA peletini elde edebilir, üst fazı uzaklaştırdık tan sonra %70’ lik soğuk etanol ile iki kez yıkayabilirsiniz. 6. 1300 rpm’ de 5 dakika santrifüj ederek DNA peletini elde ediniz. Bütün süpernatanın uzaklaşmasını sağlayarak, DNA peletini yaklaşık 15 dakika kurumaya bırakınız. 7. DNA peletini steril distile su veya 1x TE içerisinde çözünüz. Gerekirse 10 μg/ml RNaz A ekleyip suspense ediniz. 8. Solüsyonu DNazların inhibisyonu için 65 °C’ de 20 dakika inkübe ediniz.
  4. pH bir çözeltinin asitliğini ya da alkalinitesini derecelendirmeye yarayan ölçü birimidir. Kavram ilk kez 1909’da Danimarkalı kimyager Soren P. L. Sorensen ortaya atmıştır. İngilizce açılımı ‘potential of hydrogen’ veya ‘power of hydrogen’dir (‘hidrojenin potansiyeli’ veya ‘hidrojenin gücü’). Bu kısaltmada p eksi logaritmanın matematiksel sembolüdür, H ise hidrojen elementinin kimyasal gösterimidir. Elementlerin sembolleri her zaman büyük harfle başlayarak yazılır (Fe, O, N, Mn, Se…).
  5. Çevremizde gelişen olaylardan olumlu ve olumsuz etkilenen varlık olarak bizlerin, bu olayları değerlendirebilmek için çevremizi bir bütün olarak bilmemiz gerekir. Ekoloji biliminin son yıllarda benimsediği bir basamaklandırma sistemini burada vermek yararlı olacaktır. Ünitenin başından bu yana canlı bireyleri etkileyen biotik ve abiotik faktörler tanıtılmaya çalışıldı. Oysa canlılar yaşamlarını canlı ve cansız çevre ile bir bütün olarak sürdürürler. İlk bakışta gereksiz gibi görünen canlılar bile bu bütün içinde bir yere ve role sahiptirler. Bu bütünlüğü değerlendirebilmek için populasyon, kommunite ve ekosistemtanımlarının bilinmesi yararlı olur. Populasyon Belli bir bölgede, belli bir zaman diliminde yaşayan ve aralarında gen alış verişi olan bireyler topluluğuna populasyon adı verilir. Belli bir coğrafik sınır içinde yaşayan, aralarında gen alışverişi olan ve verimli döller oluşturan populasyonlar ise tür olarak değerlendirilirler. Bir türün populasyonları birbirinden fiziksel olarak belirlenen sınırlarla ayrılmışlardır. Örneğin iki farklı gölde yaşayan sazan balığı topluluğu farklı sazan populasyonları olarak değerlendirilir. Populasyon içindeki bireylerin dağılışı, yoğunluğu, biyokütlesi, yaş dağılımı, eşeylerin oranının bilinmesi önem taşır. Örneğin ele aldığımız populasyondaki yaş dağılımı bize onun gelecekteki durumu hakkında bilgi verir. Günümüzdeki çeşitli devletlerdeki bireylerin yaş dağılımı ile örneğimizi somutlaştırabiliriz. Gelişen populasyonlarda, üretken öncesi yaş grubundaki bireylerin sayısı üretken ve yaşlı bireylerden fazladır. Yaş dağılımı dengeli olanlarda nüfus sabit kalırken, gerileyen populasyonlarda üretken öncesi yaş dönemindeki bireyler diğerlerinden daha azdır. Bu durumda zaman içinde nüfusun azalması beklenir. Aynı izleme yöntemi ekonomik önem taşıyan herhangi bir populasyona uygulanarak ilerideki yıllara yönelik bir planlama yapmak mümkün olabilir. Populasyonda mevsim gibi periyotlara bağlı olarak değişimin gözlenmesi de hem doğal denge hem de ekonomik açıdan önem taşır. Kommunite Kommunite, belli çevresel koşullara sahip bir ortamda yaşayan bitkisel ve hayvansal populasyonların meydana getirdiği topluluk olarak tanımlanır. Kommuniteyi bitkisel, hayvansal ya da her ikisine ait populasyonlar oluşturabilir. Bulundukları ortama göre kommuniteleri karasal, denizsel ve tatlısu olmak üzere üç büyük başlık altında toplamak mümkündür. Bu birim içindeki tür çeşitliliği, belli bir alanda bulunuş şekilleri, bulunuş sıklıkları, canlılık durumları, belli bir kommuniteye ait olup olmayışları kommunitelerin özelliklerinin belirlenmesinde kullanılan yöntemlerdir. a) Besin Zinciri ve Besin Ağı Besin ve beslenme ilişkileri kommunitede önemli bir yere sahiptir. Daha önce de tanımlandığı gibi bitkiler ototrof olmaları nedeni ile bulundukları ortamda primer üretici durumundadırlar. Çok basit anlamda düşünürsek bir kommunitede primer üreticiler besin zincirinin ilk halkasını oluştururlar. İkinci halka ise onları tüketerek enerji gereksinimlerini sağlayan otobur hayvanlardır. Etobur hayvanlar otoburları yiyerek zincirin üçüncü halkasını meydana getirir. Bunları yiyenler dördüncü halkada yer alırlar. Son halkada ise bakteri ve mantarlar yer alır ki, her türlü artığın ayrıştırılmasında rol oynarlar. Bu zincir basitçe enerji akışını açıklamakla birlikte hayvan türlerinin çok değişik yapıdaki besin türlerini kullanmaları nedeni ile besin ilişkilerini tanımlamada yeterli olamamıştır. Birçok hayvan türü yaşamlarının değişik evrelerinde farklı besinler alırlar. Basit bir zincir bu karmaşık besin ilişkisini tanımlamada yetersiz kalır. Besin ağı kavramı da bu ihtiyaçtan doğmuştur. Besin ağının içinde zaman zaman kesişen birçok zincir bulunur. Kutup bölgelerinde olduğu gibi besin ağı bazen karasal ve sucul ortamlarda yaşayan organizmalar arasında bile kurulabilir. b) Süksesyon (Sıralı Değişim) Belli bir bölgedeki türlerin zaman içinde birbirini izleyerek ortaya çıkışına süksesyon adı verilmektedir. Dersin konusu ile ilişkili olduğu için şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Çıplak bir kaya yüzeyinde birçok bitki ve hayvanın gelişip yaşaması imkansızdır. Buraya önce çok özel ekolojik koşullara uyum gösterebilen likenler yerleşir ve metabolik faaliyetleri sırasında ürettikleri liken asitlerinin yardımı ile kayanın milimetreler boyutunda parçalanmasına yol açarlar. Oluşan bu toprak taba-kası üzerinde karayosunlarının yerleşip gelişmesi mümkün olur. Karayosunlarının arasında bazı küçük böceklerin de yuva yaptığı görülür, ölü artıklarla birlikte kalınlaşan toprak tabakası bazı otsu bitkilerin gelişmesine, onların arasında ve topraktaki bazı hayvanların gelişimine olanak sağlar. Daha sonraki aşamalarda çalımsı ve odunsu türlerin yerleşmesi ile süksesyon en üst kademeye, klimaksa ulaşmış olur. Bitkilerin sıralı değişimine bağlı olarak ortamda yerleşen hayvan türleri de değişip çeşitlenir. Süksesyon olayı çok yavaş ilerlemekte ve birçok faktör tarafından olumsuz yönde etkilenmektedir. Çevremizde gördüğümüz bitki örtüsü ve doğal ormanların oluşumu binyıllarla ifade edilen basamakların sonucudur. Bu durumda insanların olumsuz etkisi çok uzun bir zamanın geri alınmasını anımsatan sonuçları doğurur. Orman yangınları bunun en üzücü örneklerinin başındadır. Akdeniz ikliminin hakim olduğu bölgelerde keçilerin ağaçların boylanmasını engelleyip doğal süksesyonu engellemesi de bir başka olumsuz örnektir. Ekosistem Ekosistem terimi, belli bir bölgede yaşayan canlılar ve cansız çevrenin oluşturduğu bir bütünü ifade eder. Bu bütünün içindeki canlılar birbirleri ve cansız çevre ile devamlı bir ilişki halindedir. Ekosistemin canlı birimi kommunitelerdir. Cansız kısmını ise iklimsel, edafik faktörler ile kimyasal maddeler oluşturur. Örneğin, akarsu, göl, orman, step ekosistemlerinde canlılar ve cansız çevre karşılıklı iletişim içindeki birer birimdir. Ekosistemdeki canlı ve cansız çevre arasında hiç durmaksızın süren bir madde ve enerji akışı görülür. Canlıların yaşamı için temel anlamda ihtiyaç duyulan karbon, azot, fosfor, oksijen, kükürt, kalsiyum, magnezyum, potasyum, klor gibi maddelerin canlı bünyesi ve cansız ortamda tamamladıkları döngünün doğal dengesinin bozulmaması tüm canlılar için büyük önem taşır. Bilindiği gibi uygarlığın ilerlemesi ile birlikte insan doğaya çeşitli kaynaklardan ürettiği birçok yapay madde atmıştır. Bu bileşiklerin bir kısmı mikroorganizmaların etkisi ile zararsız forma dönüştürülmektedir. Ancak bazı bileşiklerin zararsız forma dönüştürülebilmesi imkansızdır. Bu durumda besin zincirinin halkalarındaki canlılarda bu maddeler birikmekte, kısa ve uzun vadede canlı bünyesinde hasarlara yol açmaktadır. Sadece kimyasal maddelerin değil, yaşam için temel nitelikteki suyun döngüsünün de sağlıklı olarak sürdürülmesi doğal denge için büyük önem taşımaktadır.
  6. Bakteriler çeşitli özellikleri bakımından gamlandırılırlar. Bu özelliklerin başlıcaları; şekilleri, kamçı durumları, solunumları, beslenmeleri ve boyanmaları olarak sayılabilir. Bakteriler ışık mikroskobuyla bakıldığında başlıca şu şekillerde görünürler: 1. Çubuk Şeklinde Olanlar (Bacillus): Tek tek veya birbirlerine yapışmışlardır. Tifo, tüberküloz ve şarbon hastalığı bakterileri bu şekildedir. 2. Yuvarlak Olanlar (Coccus): Bunlar monococcüs, diplococcüs, staphilococcüs ve streptococcüs biçimde olurlar. Genellikle kamçısızdırlar. Zatürre ve bel soğukluğu bakterileri bunlara örnektir. 3. Spiral Olanlar (Spirillum): Kıvrımlı bakterilerdir. Frengi bakterileri ve dişlerde yerleşen Spiroket’ler bunlara örnektir. 4. Virgül Şeklinde Olanlar (Vibrio): Virgül biçiminde tek kıvrımlıdırlar. Kolera bakterisi gibi.
  7. 1. Anaerob Bakteriler: Bakteriler organik besinleri alayarak enerjilerini elde ederken genellikle oksijen kullanmazlar. Bunlar havasız yerlerde de yaşayarak çoğalırlar (Konservelerde olduğu gibi). Bunlardan bazıları oksijenin olduğu ortamlarda hiç gelişemezler. Örnek: Clostridium tetani (Tetanoz bakterisi). 2. Aerob Bakteriler: Bazı bakteri grupları (Escherichia coli, Zatürre ve Yoğurt Bakterisi gibi) ancak oksijenli ortamda yaşayabilirler. Bunlarda mitokondri olmadığı için, solunum, hücre zarının iç kısmındaki kıvrımlarda (mezozom) gerçekleştirilir. Örnek, azot bakterileri. 3. Geçici Aerob veya Geçici Anaerob Olanlar: Asıl solunumları oksijensiz olduğu halde, oksijenli ortamlarda kısa süre için aerob olanlara “Geçici aerob” denir. Normal solunum şekli aerob olanlar ise havasız kalınca fermantasyona başvururlar. Bunlara da “Geçici anaerob” denir.
  8. En büyük üstünlüğü anneden gelecek olan sınırsız besindir. Dış döllenme sonucu oluşan yumurtada besin kaynağı sınırlıdır. (örnek; yumurta sarısı) Bu durum beyin gibi gelişiminde çok fazla besine ihtiyaç duyan bir organın ihtiyaçlarını karşılayamaz haliyle memeli gibi sinir sistemi gelişmiş canlılarda iç döllenme iç gelişme görülür.
  9. Bağ dokusundaki hücreler daimi ve geçici olmak üzere iki gruptur. 1. Daimi hücreler: Farklılaşmamış mezenşim hücreleri, Fibroblastlar, Makrofajlar, Mast hücreleri, Plazma hücreleri, Adipositler ve Pigment hücreleridir. 2. Geçici hücreler: Kan hücrelerinden eozinofil lökositler, nötrofiller ve B lenfositleri bağ dokusu hücrelerinin aktivitelerine bağlı olarak buraya gelirler ve faaliyet gösterirler.
  10. Zigotun şekillenmesinden organların meydana gelmesine kadar geçen devre embriyonal devre olarak isimlendirilir.
  11. Memelilerde doğumdan, kanatlılarda ise kuluçkadan çıktıktan sonraki devre postnatal devre olarak tanımlanır.
  12. Hayatın doğuma kadar olan bölümü prenatal devre ismi verilir.
  13. Her hücre, kendini bulunduğu hücre dışı ortamdan ayıran bir plazma zarı ile kuşatılmıştır. Bir hücre 2 sebepten dolayı kendisini dışarıdaki ortamdan ayırmak zorundadır. Bunlar: 1) DNA, RNA ve benzeri yaşamsal moleküllerini dağılmaktan korumalıdır. 2) Hücre molekül ya da organellerine zarar verebilecek yabancı molekülleri uzak tutmalıdır. Her hücre kendi içinde bir sistemdir. Homeostazi denilen dengeli değişmez bu çevre, hücredeki yaşamsal olaylar için olmaz sa olmazdır.Dış çevremiz ise hücreye göre sürekli değişkendir. Özellikle ısı enerjisi bu değişimin en önemli aktörüdür.Canlılık değişen bu çevreye bir tür karşı duruştur. Bunu başaramazsa sistem olma özelliğini koruyamaz. Olaya bu çerçeveden bakıldığında hücre zarı bu tarafları birbirinden ayırmakta canlılığın koşullarını oluşturmada DNA’ya katkı sağlamaktadır.
  14. Biyolojik organizasyonu ve fonksiyonu belirleyen makromoleküller küçük hidrofilik organik moleküllerden meydana gelmiş polimerlerdir. Makromolekülün katlanmalar yapabilmesi ve daha spesifik biyolojik fonksiyonlara sahip komplike yapıları oluşturabilmesi için gerekli olan bilgi polimerin kendi doğasında saklıdır. Makromolekül hücrede bir kere sentezlendimi, bunun daha kompleks yapıları kazanması, enerji veya ekstra informasyona gerek olmaksızın sponten gerçekleşir. İnaktif yapıların oluşumuna sebep olan yanlış moleküler interaksiyonları engellemek için moleküler şaperon adı verilen moleküller, hücre içi protein katlanmalarına yardımcı olurlar. Bu durumda bile, şaperon molekülleri protein katlanmaları için ekstra bilgiye sahip değillerdir, sadece yanlış yapılanmaların oluşumuna sebep olan interaksiyonları engelleyerek yapılanmaya yardımcı olurlar. Bununla beraber, bazı proteinler kendi kendilerine yapılanarak 3 boyutlu yapılarını kazanırlar (örneğin ribonukleaz). Ribonukleaz molekülünün 3 boyutlu yapısını kazanması için gerekli olan bilginin tamamı molekülün amnio asit sekansında yer almaktadır.
  15. Bir özelliğin oluşması için genler; anneden ve babadan gelenler olmak üzere bir çift halinde bulunurlar. Bu gen özelliğinin fenotipte gözlenebilmesi için sadece 1 tanesinin olması yeterli ise bu gen BASKIN GEN, Ancak özelliğin gözlenmesi için her iki geninde aynı olması durumunda ise bu gene ÇEKİNİK GEN denir. Örneğin göz rengi “A” kahverengi baskın gen, “a” mavi çekinik geni ile temsil edilsin. Aa ve AA; kahverengi olurken, sadece aa eşlenmesi mavi gözün oluşmasını sağlar.
  16. - Tiroid bezi foliküllerinin lümeninde bulunan kolloiddeki en önemli protein, tiroglobulindir (Bu nedenle kolloide tiroglobulin de denir). - Tiroglobulin, iyotlu glikoprotein olup, moleküler ağırlığı 680.000 dolayındadır. Büyük moleküler ağırlıklı bir madde olması nedeniyle, tiroglobulin kanda görülmez ve tiroid hormonlarının saklanan ön şekli olarak kabul edilir. - Deneysel olarak tiroglobulin bir hayvana enjekte edildiğinde, daima antijenik bir etki gösterir. Tiroid bezinin kronik iltihaplanmasıyla ortaya çıkan Hashimoto hastalığında ise, tiroid bezinden tiroglobulinin kana geçtiği ve kanda tiroglobuline karşı oluşan antikorlar görülür. - Ayrıca, yüksek oranda radyoaktif iyot alarak tiroid dokusu zedelenmiş bireylerde, kanda tiroglobulinin bulunduğu da saptanmıştır. - Uygun fizyolojik şartlar altında, tiroglobulin molekülü, proteazlar aracılığı ile parçalanıp, iyotlu amino asitleri oluşturur. Tiroglobulin molekülünün parçalanmasıyla meydana gelen iyotlu amino asitler, monoiodotirozin (MIT), diiodotirozin (DIT), triiodotironin (T3) ve tetraiiodotironin=tiroksin (T4) dür. - Monoiodotirozin ve diiodotirozin, dolaşıma geçmez. Oluşumlarını takiben, hemen folikül hücrelerinde, deiodinaz enzimi aracılığı ile monoiodotirozin ve diiodotirozin iyotlarından arınırlar. Bu reaksiyon sonucu serbest kalan iyot, yeni başlayacak başka bir tiroglobulin sentez yolunda kullanılır. - Triiodotironin ve tiroksin, dolaşıma geçen ve esas olarak biyolojik aktivite gösteren tiroid hormonlarıdır. Kanda, tiroksin, triiodotironinden daha fazla miktarda bulunur. Ancak, triiodotironin, tiroksine kıyasla daha aktiftir ve hedef yapısındaki etkisini daha kısa zamanda meydana getirir. Tiroksinin böbreklerde, triiodotironine dönüştüğüne ait çalışmalar vardır. - Tiroid hormonlarının kandaki taşıyıcı proteinleri, tiroksin bağlayıcı globulinler (TBG), tiroksin bağlayıcı prealbumin (TBPA) ve serum albumini (ALB) dir. Tiroksin, taşıyıcı proteinlerine triiodotironine kıyasla daha kuvvetli bağlarla bağlıdır. Kanda taşıyıcı proteinlerine bağlı olarak taşınan tiroid hormonları, hedef dokularına eriştiklerinde, taşıyıcılarından ayrılır, kapiller duvarından geçip, hedef hücreleri üzerindeki etkilerini gösterirler.
  17. Serum ve diğer vücut sıvılarında bulunurlar ve yüksek mol. ağırlıklıdırlar. Antikorlar serumun globulin kısmında keşfedilmişlerdir ve bu kısma günümüzde immünglobulin denir ve Ig olarak sembolize edilir. Ig’ler immün cevapta rol oynarlar ve antijenik uyarım sonucu B-lenfositlerin değişimi sonucu oluşan plazma hücreleri tarafından sentezlenirler. Su ve bazı çözücülerde çözünebilme dereceleri,elektroforez hızları,molekül ağırlıkları,çökme hızları gibi özelliklerine bağlı olarak beşe ayrılırlar: IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE Ig’ler glikoprotein yapısında yaklaşık %90’ı polipeptid, %10’u karbonhidrattır. Temelde benzer bir yapı gösterirler ve monomer denen en az bir temel birimden oluşurlar. Tek bir Ig molekülü basitçe Y şeklinde ve ağır ve hafif olmak üzere iki çeşit polipeptid zinciri içerir. 2 adet identik, hafif polipeptid zinciri, molekülün kol kısımlarında, ağır zincirler ise hem kol hem de gövde kısmında bulunur. Kollarda ağır ve hafif, gövdede ise iki ağır zincir arasında disülfit bağları bulunur ve bunlar poipeptid zincirleri bir arada tutarak Ig molekülünü oluştururlar. Ig molekülünün uçları serbestçe hareket edebilecek şekildedir. Ig molekülü papain adlı bir enzimle muamele edildiğinde Y şekli 3 bölüme ayrılmıştır: 2 adet Fab fragmenti (Fragment Antigen Binding) ve 1 adet Fc fragmenti (Fragment crystallizable) Fab fragmenti üzerindeki amino –terminal uçları antijene bağlanır. Ig bivalenttir yani aynı özellikteki iki antijeni iki farklı tarafa bağlayabilir. Böylece aynı anda iki antijen ile reaksiyona girilebilir. Bunun sonucu büyük antijen-antikor kompleksleri oluşur. Fc fragmenti soğukta kristalleşir, hücre yüzeylerine bağlanmada , enzim, radyoaktif madde ve floresanslı madde bağlanmasında rol oynadığından çok önemlidir. Ig mol. Pepsin ile muamele edildiğinde bir Fc ile birbirine bağlı halde iki adet Fab olmak üzere ikiye ayrılır. Her bir antikor molekülü temelde ağır ve hafif zincir yapısı göstermesine rağmen antikorları birbirlerinden farklı kılan, her bir zincir içindeki değişken bölgelerin varlığıdır. Ağır ve hafif zincirlerin amino uçlarına yakın kısımlardaki aminoasit dizilişi değişebilir özellikte olduğundan bu bölgelere V Bölgesi (variable=değişken) denir. Bu değişken bölgeler antijene uyacak özellikte sentezlenir. Değişken bölgelerin arasında hem ağır hem de hafif zincirlerde sabit bölgeler bulunur. Bu bölgeler aynı a.a. dizilişine sahiptir ki bu kısımlara C Bölgesi (constant=değişmez) denir
  18. Suda doymuş pikrik asit solusyonu…….750ml %37-40 formol…………………………………..250ml Asetik asit…………………………………………50ml (kullanılacağı zaman ilave edilir).
  19. Kalsiyum klorid( anhidr)…………………………10g %37-40’lık Formalin……………………………..100ml Distile su………………………………………………900ml Özellikle lipidler ile çalışıldığı zaman iyi sonuç veren bir tespittir.
  20. %37-40’lık Formalin…………………..100ml Distile su……………………………………900ml Sodyum fosfat monobasik…………….4.0g Sodyum fosfat dibasik(anhidr)……….6.5g Rutin kullan›m için önerilen en kapsamlı tespit solüsyonudur.
  21. Parmakizi tesbitinde ve mikroskopta incelemek üzere hazırlanılan preparatta yağın boyanmasında kullanılır.Kuvvetli bir yapısı olduğundan yağları tutabilir.Ayrıca farklı karışımlar oluşturularak cerrahi protez yapımında da kullanılır.
  22. Kendileri bir çözelti olup hazırlanırkenki basamaklar şöyledir: Standart K2Cr2O7 150-200 derecede 2 dakika kurutulur.Soğutulmasının ardından 4.9 gram alınarak (hassas terazide ölçüm ile) 1 litrelik balon jojede saf suyla çözdürülüp seyreltilir.Kullanım alanı dezenfektanlar , çamaşır suları , tekstil boyaları , kibrit ucu , cerrahi dikiş ipliği , fotokopi kağıtları , diş protezi vs vs vs…
  23. Benzen halkasının 2, 4 ve 6 mevkilerindeki karbonlarda hidrojen yerine nitro (NO 2 ) grubu bulunduran fenol. Mineral asitleri kadar kuvvetli bir asit olan pikrik asit, klorbenzen veya fenolden elde edilir. Pikrik asit patlayıcı maddeler yapımında ve hekimlikte, yanık tedavisinde, boya sanayiinde sarı boya olarak kullanılır.
  24. Beyaz kristalize bir maddedir. Oda sıcaklığı suda % 7, alkolde % 33 oranında eriyebilir. Doku tespitinde yaygın olarak kullanılan bir tuzdur. Ancak kuvvetli büzücü etkisi nedeni ile yalnız başına kullanılmaz. Boyama sırasında dokuda daha parlak bir renk oluşumunu ve daha kolay boyanmayı sağlar.
  25. Renksiz ve yanıcı bir maddedir, 78 °C’de kaynar. Kullanıldığı solusyondaki yoğunluğuna bağlı olarak dokulara difüzyonu, sertleştirilmesi ve büzüştürmesi farklıdır, yoğunluk arttıkça sertleşme ve büzüşme artar. Absolu alkol formu glikojenin korunması için kullanılır.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.