Jump to content

botanik

Editör Adayı
  • İçerik sayısı

    297
  • Katılım

  • Son ziyaret

botanik paylaşımları

  1. Bitkiler toplanıp, kurutulduktan sonra (bu safhaların da ayrıntılı teknikleri vardır) herbaryum kartonlarına yapıştırılır ve sıra bunların adlandırılmasına gelir. Bitki örnekler şu kaynaklardan yararlanılarak adlandırılabilirler: 1- Floralar: Türkiye için E.Bossier’in “Flora Orientalis” ve P.H.Davis’in “Flora of Turkey” adlı eserleri temel kaynaktır. 2- Monograf ve Revizyonlar: Bir taksonun (familya, genus gibi) tüm yeryüzü türlerini inceleyen taksonomik araştırmaya monografi, belirli bir alanın türlerini inceleyene de revizyon denir. Revizyonlar genellikle Floralara hazırlık için yapılır. 3- Herbaryumlar 4- Resim ve Şekiller: Bitkilerin resim ve şekillerini içeren kitap ve dergilerden yararlanılır. Bu kaynaklardan yalnız birinden yararlanılarak yapılan adlandırılmaların problemleri vardır. O nedenle en doğru adlandırma metodu Flora veya revizyon kullanılarak yapılan adlandırmalardan sonra herbaryumlardan da kontrol etmektir. Herbaryumlara bakılırken eski örneklerin kim tarafından adlandırıldığına dikkat edilmelidir. Resim ve şekillerden adlandırma çok kullanılan bir metot olmamakla birlikte tanıma yardımcı bilimsel şekiller ve resimler bulununca özellikle çok karakteristik ve gösterişli çiçekli bitkiler için kullanılabilir. Flora, revizyon ve monografilerden bitki adlandırılırken, tayin anahtarından yararlanılır. Tayin anahtarları bitki türleri veya taksonları arasındaki farklı morfolojik karakterlerden yararlanılarak hazırlanır. Anahtarlar temel olarak ikili-çatal (dikotomik) tiptedir. Bazen bunun yanında formüller (çok girişli, multi-acsess) anahtar da kullanılmaktadır. İkili-çatal anahtar hazırlanırken aynı karakterin farklı şekillerinden faydalanılır. Yani her durum için bir karakter ile bunların zıt özellikleri kullanılır (örneğin; petaller sarı – petaller kırmızı. Burada kullanılan karakter petal rengidir, farklı yönleri ise petalin sarı veya kırmızı olmasıdır).Türkiye Florasında kullanılan anahtar Dikotom=Çatallı Anahtardır. Ancak Umbelliferae, Compositae, Graminae familyaları için Formül (Multi-Access= Çok Girişli) anahtarlar da hazırlanmıştır. Yurdumuz bitkileri üzerinde yapılan yaygın arazi çalışmaları uzun yıllar Tohumlu Bitkiler ile Eğreltiler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Yosun, Mantar ve Likenler üzerindeki çalışmalar ise son yıllarda yerli botanikçiler tarafından yoğunlaştırılmış ise de bu gruplar üzerindeki çalışmalar Tohumlu Bitkilere göre henüz oldukça azdır. Algler üzerinde de son yıllarda, özellikle son 20 yıl içinde oldukça yaygın çalışmalar yapılmış, hem deniz hem de tatlı su ekosistemleri incelenmeye başlanmıştır.
  2. Her türün insanlarda olduğu gibi bir adı vardır ve bu ad 2 kelimeden oluşur. Bunlardan birincisi o canlının cins adı, ikincisi ise tür adıdır ve bu adlar sistematiğin başlangıç yılı olan 1753’den beri latince olarak ve iki isimli (binominal ) yazılır. Örneğin dağlarımızda doğal yetişen pembe gül’ün adı Rosa canina’dır. Burada Rosa gül cinsinin, canina ise tür’ün adı olup tür adıdır. Esasında bu adın tam yazılışı bu isimlerin sonuna, bu türü dünyaya ilk tanıtan kişinin adı veya kısaltılmışı da eklenerek yazılması gerekir. Örneğin pembe gül’ün adının tam yazılışı Rosa canina L. Olmalıdır. L. Bu türü tanıtan kişinin yani Linneaus (Linne okunur)’un adının kısaltılmış şeklidir. Herhangi bir yazı içinde bitkilerin latince isimleri, dikkat çekmek için, italik harflerle yazılır. Bitkiler 1700 lü yıllara kadar kısa tanımları sayılabilecek birkaç kelime ile adlandırılırdı. Örneğin yumurtamsı yapraklarının kenarları sivri dişli kavak gibi. Linne’nin Species Plantarum adlı eserinin yayın tarihi olan 1753 den beri bitkiler iki adla anılmakta ve bu ad bütün dünyada aynı olmaktadır. Bunlardan birincisi cins adıdır, ikincisi epitet, yani tür adıdır. Bu sisteme binominal sistem denir. Örnek: Pyrus malus L. Elma Bitkinin cins adı daima büyük harfle, tür adı (epiteti) ise daima küçük harfle başlar. Bitki adlarının sonuna, bilim dünyasına ilk tanıtan kişinin adı veya kısaltılmışı yazılır. Adı tek harfle kısaltılan tek kişi Linne’dir. Epitet, iki isimli olması durumunda Capsella bursa-pastoris (L.) Medik şeklinde yazılarak son iki isim birleştirilir. Türün, eğer varsa tür altı kategori yani alttür (subspecies) ve varyete adları da daima küçük harfle başlar. Örnek: Juniperus communis L. subsp. nana Syme (Cüce ardıç) Bitkilere verilen tür adları (epitet’ler), bitkinin ya morfolojik özelliklerinden, ya yetiştiği coğrafik veya ekolojik ortamlardan, ya bir kişinin ya da yer adından gelir. İsimlerin latince olma zorunluluğu olduğundan verilen isimler latinceleştirilir. Juniperus foetidissima Willd. (Kokar ardıç) Juniperus drupacea Lab. (meyvesi drupa tipinde) Juniperus phoenicea L. (Finike ardıcı) Ferula longipenduculata Peşmen (uzun pedunkullu Çakşır) Ferula halophila Peşmen (tuzcul alanda yetişen Çakşır) Iris nectarifera A.Güner (Nektar taşıyan süsen) Abies nordmanniana (Stev.) Spach (Nordmann Göknar’ı) Pentapera bocquetii Peşmen (Bocquet’den) Geranium davisianum Peşmen et Güner (Davis’den) Potentilla anatolica Peşmen (Anadolu’dan) Lathyrus bitlisicus Peşmen (Bitlis Burçağı) Aubrieta anamasica Peşmen et Güner (Anamas’dan) Yetişme ortamından türetilmiş epitetler: Pinus sylvestris L. (sarıçam, ormandan) Ferula halophila Peşmen (Çakşır, tuzculdan) Kişi adından türetilmiş epitetler: Abies nordmanniana (Stev.) Spach Pentapera bocquetii Peşmen et Güner Ekimia bornmuelleriana (hem cins, hem de tür adı 2 ayrı botanikçiye izafeten verilmiştir. Coğrafik yer adından türetilmiş epitetler: Juniperus phoenicea L. (Finike’den) Potentilla anatolica Peşmen (Anadolu’dan) Lathyrus bitlicus Peşmen (Bitlis’ten) Aubrieta anamasica Peşmen et Güner (Anamas’dan) Coğrafik yön adından türetilmiş epitetler: Picea orientalis (L.) Link (doğulu) Linnea borealis L. (kuzeyli’den) Celtis autralis L. (güneyli’den) Helianthemum occidentale Willk. (batılı) Tip Örnek: Bir bitki örneğinin dünyaya tanıtılması sırasında kullanılan ve genellikle o bitkiyi en iyi şekilde temsil ettiğine inanılan örnektir. O bitkini toplandığı yere tip lokalite veya Locus Typicus denir. Aynı bitki birden fazla kişi tarafından farklı adlarla tanımlanırsa, bunlardan ilk tanım geçerli kabul edilir, öbürleri eş ad (sinonim) olur. Örnek: Pinus nigra Arn. (1785), Sin.: Pinus fenzlii Ant. et Kotschy (1867) ÇOK ÖNEMLİ: Bir yazı içinde geçen latince bitki isimleri, diğer yazılardan kolay ayrılması için, diğer yazılardan farklı (italik veya koyu vb.) yazılır.
  3. Sınıflandırma tartışılmaz bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç en azından canlıları adlandırma, sonra onları tanıdık kategoriler halinde gruplandırma gereksiniminden kaynaklanır. Ancak böylece mevcut çeşitliliği araştırabilmeye ve anlamaya başlayabiliriz. Bu ihtiyacı sadece taksonomistler ve biyologlar değil, normal insanlarda duyarlar. Zaten bu yüzden sınıflandırma, insanoğlu ile birlikte içgüdüsel olarak başlamıştır. Sınıflandırma eyleminde, birbirine benzer bireyler bir gruba toplanır. Daha sonra bu gruplar kendi aralarındaki benzerliklere göre daha büyük gruplar halinde bir araya getirilir. Bu işlem gittikçe büyüyen ve genişleyen gruplar halinde, tüm canlılar tek bir grup halinde toplanana kadar yükselerek sürer. İşte bu tip sınıflandırmalara Hiyerarşik Sınıflandırma denir. Bir hiyerarşideki düzeylerin, teorik olarak bir sınırı yoktur. Uluslararası Botanik Adlandırma Koduna göre temel kategoriler (düzeyler) aşağıdan yukarı doğru şunlardır: Tür, Cins, Aile, Takım, Sınıf, Bölüm, Alem. Bu kategoriler arasında başka kategoriler ve bunların ast ve üst birimleri bulunabilir. Botanikte kullanılan tüm kategoriler ve varsa düzeylerini belirleyen sonekleri ve birer örnek isim aşağıda verilmiştir.
  4. Sınıflandırma sistemleri tarihinin, bilimin tarihi kadar eski olduğunu söylemek yanlış olmaz. İlk insan deneme yanılma yolu ile canlıları kendine yararlı ve zararlı olanlar diye sınıflandırmış olmalıdır. Sistematiğin yani sınıflandırmanın ilk ortaya çıkışından bugüne kadar pek çok sistemler ortaya çıkmış olmakla birlikte bu sistemler aşağıdaki gibi gruplara ayrılabilir: Yapay (Ampirik) Sistemler (M.Ö. 3000 – M.S.1580) veya Bitkilerin dış görünüşüne (HABİTUS’a) dayanan sınıflandırmalar: Bu sistemler Aristo ile başlar Theophrastus ile devam eder ve Herbalist’lerle son bulur Bu ilk dönemde bitkiler dış görünüşlerine göre ağaçlar, çalılar, otlar ve sarılıcılar, tek yıllık, iki yıllık, çok yıllık, petalsiz, çok petalli, tohumlu, tohumsuz vb. gruplandırılmıştır. Bu konuda ilk yazılı eser Aristo’nun öğrencisi Theophrastus (M.Ö. 372-287) tarafından yayınlanmıştır. De Historia Plantarum adlı eserinde yaklaşık 480 kadar bitki çeşidini tanımlamıştır. Bu kişi, bilim aleminde bitki sistematiğinin babası olarak bilinir. M.S. 1. yüzyıl da, Ülkemizde Adana yakınlarında bir yerde yaşayan Dioscorides yaklaşık 600 bitki türü ile bu arada Labiatae (Ballıbabagiller) ve Umbelliferae ((Maydonozgiller) gibi familyaları da tanımlamıştır. Theophrastus 450 kadar kültür bitkisini ot, ağaççık ve ağaç olarak sınıflandırmıştır Daha sonra Adana-Anavarza’lı Dioscorides Materia Medica adlı yapıtında ve Plinius faydalı bitkiler konusunda yazdığı 37 ciltlik yapıtında sistematiğe de yer vermişlerdir. Albertus Magnus (M.S. 1193-1280) diğer önemli bir araştırmacı olup evvelki araştırıcıların yolundan gitmekle birlikte, bitkileri tek ve iki çenekli olmak üzere de sınıflandırmıştır. 1500’lü yıllarda ise Herbalist’ler ortaya çıkmış ve bunlar bitkilerin çok güzel resimlerini çizmişlerdir. Bu devir, tanıtıcı, ayrıntılı güzel bitki resimleri devri olarak hatırlanır. Mekanik (Suni=Yapay) Sistemler (1580-1760) Daha sonra Taksonomi 16. yüzyıla kadar ölü devresini yaşamış, bu yüzyılla başlayan 200 yıllık sürede birçok bitki toplanmış ve eserler yazılmıştır. Bu sistemin önemli araştırıcısı İngiliz John Ray (1623-1705) otsu bitkileri Kriptogamae (bugün Yosun ve Eğreltiler diye bilinen) ve Phanerogamae, Tohumlu Bitkiler diye ayırdıktan sonra, John Ray Historia Plantarum adlı yapıtında ilk kez Monokotiledon ve Dikotiledon terimlerini kullanılmıştır. Çiçekli bitkileri Petalodes (taç yapraklı) ve Apetali (taç yapraksız) olarak ikiye ayırmıştır. Yaklaşık 18.000 türün tanımını (betimini) yapmıştır. Ülkemize ilk bilinçli gelen yabancı botanikçi olan Fransız Tournefort (1656-1708) ilk kez cins adını kullanmış ve modern cins kavramını Botaniğe kazandırmıştır. Bu dönem, bitkinin sadece tanınmasının kolay olması için kasten suni olarak düzenlenen sınıflandırma sistemleriyle karakterize edilir. Bitkiler hakkındaki bilgiler yeterli olmadığından, tüm ağırlığın belirli bir karakterin sayısal özelliklerine verilmesi tamamen yapay bir sınıflandırmaya neden olmuştur. Bu dönemin en önemli ismi, sistematiğe ve diğer doğa bilimlerine büyük katkısı olan İsveçli botanikçi Carolus von Linnaeus’dir (Karl fon Linne okunur) (1707-1778). Tipik bir doğa bilimcisi olan Linne, Zooloji, Jeoloji konusunda da önemli eserler vermiş, çok tanınmış bir doğa bilimcisidir. Bilim hayatının bir periyodunu Hollanda da geçirmiştir. Clifford adlı br zengin Hollandalı Linne’yi ülkesine çağırmış ve uzun yıllar orada çalışmalarını desteklemiştir. Linne Hollandadaki çalışması sonucu Clifford’un Bahçesi adlı kitabı yayınlamıştır. Kendisinden çok öğrencileri yeryüzünün bir çok kesimini dolaşarak bitki toplamış ve bunları kendi sistemlerine göre sınıflandırarak, bugün de kullanılan binomial sisteme göre adlandırmıştır. Linne’nin suni sınıflandırma sisteminin şu anda tarihi değeri dışında bilimsel bir değeri olmamakla birlikte Binominal sistem denen bitkilerin iki isimle adlandırılması halen kullanılan önemli bir prensiptir. John Ray (1627-1705) ve nihayet Carl von Linneaus (1707-1778) bitki ve hayvanların sınıflandırılmalarına yeni kurallar getirdiler. Linneaus 1753’de yayınladığı Species Plantarum (Bitkilerin türleri) adlı eserden sonra bitkiler, 1758’de yayınladığı Systema Natura (Doğa Sistemi) adlı eserinde ise hayvanlar iki isimle (Binominal) adlandırılarak yayınlanmış ve canlılar bu tarihten sonra latince olan iki isimle adlandırılmışlardır. Bu metot günümüzde de devam etmektedir. 1753 yılı bitkilerin iki adla isimlendirilmesinde milad kabul edilir. Bu tarihten önce verilen isimler geçersizdir Linne bitkileri salt eşey organlarının sayısına göre sınıflandırmıştır. Oldukça yapay olan bu sınıflandırmada Linne, bitkileri önce erkek organ sayısına göre 24 sınıfa ve dişi organ sayısına göre de 67 ordoya ayırmıştır. Böylece doğal olarak birbirine hiç benzemeyen bitkiler bir araya gelmiştir. Diandria: Veronica (Scrophulariaceae), Salvia (Lamiaceae) Trandria: Iris (Iridaceae), Bergia (Elatinaceae), ve tüm Poaceae Tetrandria: Mentha (Lamiaceae), Ulmus (Ulmaceae) ve Cornus (Cornaceae). Linne’nin, bitki sistematiği konusunda en önemli eserleri Systema Natura (1735), Genera Plantarum (1737) ve Species Plantarum (1753) dur. Özellikle Species Plantarum (Bitkilerin Türleri) adlı eserin ilk baskısının yayın tarihi olan 1753 binominal sistemin uygulanma başlangıcı olması açısından çok önemlidir. Natural= Doğal sistemler: (1760-1880) Bu devirdeki sistematikçiler artık birkaç karaktere göre sınıflandırma yapılamayacağını anlayarak mümkün olduğunca fazla karakter kullanarak bitkileri doğal olarak sınıflandırmaya başlamışlardır. Michel Adanson (1727-1806) ile başlayan ve nümerik taksonominin babası da sayılan Adanson çok sayıda karakteri kullanıp bugün bilinen çok sayıdaki ordo ve familyaları birbirinden ayırt edebilmiş ve gruplandırmıştır. Bernard De Jussieu (1699-1777) ve yeğeni A.L. De Jussieu (1748-1836), bunlardan sonra De Candolle’ler (1778-1893) dönemi, Robert Brown (1773-1858) kendi sistemlerini kurup, bitkiler bugünkü gruplara çok yakın kategorilere ayırmışlardır. Bu devrin en önemli sistemi iki İngiliz tarafından ortaya atılan ve onların adları ile bilinen Bentham-Hooker sistemidir. Bu sistem bir diğer İngiliz araştırıcı Darvin dönemine rastlamakla beraber Darvin 1859’da Türlerin Kökeni adıl eseri yayınladığında araştırıcılar sistemlerinin yarısına ulaşmışlardı. Bu nedenle sistemlerine evrimi yansıtmadılar. Ancak büyük bir tesadüf eseri sistemleri bugün kullanılan filogenetik sistemlerle büyük benzerlik göstermekle birlikte, çam (Pinus) ve benzer kozalaklı bitkilerin tek ve iki çenekliler arasına konması zamanımız sistemleri ile çelişkilidir. Ancak bu sistem halen Avrupa’nın, İngiltere başta olmak üzere bazı büyük herbaryumları (kurutulmuş bitki örneklerinin saklandığı müzeler) tarafından kullanılmaktadır. 19. yüzyıl başlarında dünyanın her yanından gittikçe daha çok toplanan bitkilerin, Avrupa’nın botanik müzelerinde (botanik bahçe ve herbaryumlarında) birikmesi ve yeni araştırma aletlerinin (örneğin mikroskop) keşfi bitkiler hakkındaki bilgilerimizin artışına yol açtı. Böylece sınıflandırmada sadece belirli bir karaktere dayanmaktansa tüm organlardaki (vegetatif ve floral) benzerliklere dayanmanın daha doğal sistemleri doğurduğu anlaşıldı. Bu dönemin taksonomistlerinden M.Adanson (1727-1806) bütün yapay sistemleri reddetmiş ve aşağı yukarı günümüz ordo ve familyalarının eşdeğeri olan taksonları "Familles des Plantes" adlı eserinde tanımlamıştır. "Lamarkizm" teorisiyle iyi tanıdığımız J.B.A.P.M. de Lamarck (1744-1829) ilk adlandırma anahtarını hazırlayan taksonomisttir. De Jussieu’lar (üç kardeş ve bir oğul) bitkileri bir ve iki çenekli, ovaryum durumu, petalin varlığı veya yokluğu, serbest veya bileşik oluşu gibi özelliklere dayanarak sınıflandırdılar. Birçok bitkiyi bugün bildiğimiz gibi sınıflandırmalarına karşın, birçoğunu da doğal olmayan bir şekilde bir araya getirmişlerdir. Bu devrede daha birçok taksonomist sınıflandırma şekilleri geliştirmişlerdir. Örneğin dede, baba, oğul de Candolle’lar, Bentham ve Hooker gibi. Her taksonomistle, bitki sınıflandırması bir adım daha ilerlemiş ve günümüzdeki bilgilere yaklaşmıştır. Darwin’in The Origin of Species adlı eseri ve Wallace’nin araştırmaları bu dönemi otomatikman kapatmıştır. Çağdaş Filogenetik Sistemler (1880-.............) Bu dönem Darwin’in yayınladığı "Türlerin Kökeni" (Origine of Species) adlı eserin zamanın araştırıcıları tarafından kabul edilmeye başlanması ile ortaya çıkmış ve devrin sistematikçileri Aristo zamanında ortaya atılan ve a zamanlara kadar kabul edilen "Türler başlangıçta ne kadar yaratılmışlarsa şimdi de o kadar çeşit halindedirler" mantığı yerine türlerin zaman içinde evrimleşerek değişebileceği görüşünü kabul edip, sistemlerini bu fikre dayandırarak yapmışlardır.Bu devir sistematikçileri, daha evvelce yapılan taksonomik grupları akraba ilişkilerine göre incelemeye başlamışlar ve "soy ağacı" belirlemeye, bitkileri basitten gelişmişe doğru ve biribirleri ile akrabalık ilişkilerine göre gruplamaya çalışmışlardır. Echler, Engler, Prantl, Rendle, Wettstein, Hutchinson, Soo, Emberger, Tahtajan, Cronquist bu sistemin en önemli isimleridir. Bu araştırıcılar daha evvel saptanan gruplarda çok büyük değişiklikler yapmamakla birlikte, bunları her kategori düzeyinde akrabalık ilişkileri içinde ve sırasında, ilkel sayılanlardan gelişmişe (basitten evrimleşmişe) doğru bir sıra ile incelemişlerdir. Bazı Önemli Taksonomik Prensipler: Sistematikte temel kategori olan türün tarifi çok çeşitli yapılmakla birlikte en çok kabul edilen şudur. Tür "yapısal ve işlevsel özellikleri birbirine benzeyen, aynı dış ve iç kimyasal, fizksel koşullara benzer tepkiler gösteren, doğal koşullarda çiftleşerek verimli yavrular meydana getiren bireyler topluluğu" dur. Darwin’in evrim teorisinin ve daha sonraki araştırmalarının iki önemli sonucu olmuştur. Türler değişmez birimler değil, aksine daima değişen bir devamlılık içindedir. Ortak ataya sahip türler, bir sistematik grupta toplanmalıdır ve gruplar filogenetik (Taksonların kökeni ve evrimi ile ilgili) olarak düzenlenmelidir. Türler, belirli bir tipi gösteren bireyler halinde değil, değişken (çeşitlilik gösteren) populasyonlar halindedir. Böylece bu dönemde, bitkilerin gösterdiği karakterlerin evrimsel gelişimleri öğrenilmeye çalışıldı. Hangi özelliklerin ilkel, hangilerinin gelişmiş olabileceği, (örneğin monokotillik mi ilkeldir yoksa dikotillik mi?) ayrıntılı olarak incelendi ve bazı esaslarda anlaşma sağlandı. Bunlara Paleobotanikteki verilerde eklenerek bitki türlerinin ve daha üst hiyerarşideki (cins, familya vd.) taksonların kökenleri ve akrabalık ilişkileri yani filogenileri saptanmaya çalışıldı. Bu şekilde ortak atadan gelen taksonlar aynı gruplarda toplandı ve filogenetik sistemler ortaya çıktı.Bu devir taksonomistlerin ortaya attıkları sistemler arasında az veya çok farklılıklar vardır. Zamanımızın botanikçileri filogenetik yaklaşımı kabul etmekle birlikte, bugüne kadar dünyada bütün taksonomistlerin fikir birliği içinde olduğu veya çoğunluğun kabul edebileceği bir sistem ortaya konamamıştır.
  5. Suda yaşayan hayvanlarda görülen genel solunum sistemi solungaçlardır. Omurgalılardan balıklar, kurbağaların larvaları, omurgasızlardan yumuşakçalar, suda yaşayan bazı solucanlar, eklembacaklılardan karidesler, yengeçler bu yapılara sahiptirler. Bunlar kendiliğinden hareket eden ya da su akımları ile hareket edebilen bir sistem şeklindedir. Omurgalı hayvanlarda solungaçlar akciğerli balıklarda, semenderlerde ve kurbağa larvalarında olduğu gibi vücut dışında olabileceği gibi, bir oda içinde kapalı da olabilirler. Solungaçlar ince epitel çıkıntılarından oluşurlar. Solungaçların üzeri dolaşım sisteminin kılcal damarları ile örülmüştür. Gaz değişimi, solungaç epiteli ve kılcal damarların tek tabakalı yassı eepitelleri arasında difüzyonla gerçekleşir. Suda erimiş oksijen solungaç epitelinden kılcal damarlara geçer. Karbondioksit ise ters yönde hareket eder. Solungacı olan her hayvan, bu organın üzerinde su akımını sağlayan bazı yapılara sahiptir. Örneğin balıklar ağzını açarak bir miktar su alır, sonra ağzını kapatarak ve ağız boşluğunu daraltarak suyun solungaçlar üzerinden geçmesini sağlarlar. Kurbağalar gibi bazı hayvan gruplarında birden fazla solunum görevi yapan organ bulunduğunu biliyormusunuz? Bazı hayvan grupları bu organların bir kaçı ile solunum yapabildikleri gibi, hayat dönemlerinin farklı dönemlerinde değişik solunum organları ile solunum yapabilmektedirler. Örneğin kurbağalar ergin devrelerinde deri ve akciğerlerle solunum yaparlarken, larva devrelerinde solungaç solunumu yaparlar. Başkalaşım sırasında kaybolan solungaçların yerini akciğerler almaktadır.
  6. Gelişmiş canlılarda vücut hacmının artması nedeniyle vucudun iç kısımlarında bulunan hücrelerin gaz değişimi ancak özel solunum sistemleriyle gerçekleşebilmektedir. Basit solunum sistemlerinden trakeler bunlardan biridir. Trakeler böceklere özgü, basit borulardan ibaret bir solunum sistemidir. Atmosferik hava, özel borular aracılığı ile vücudun iç hücrelerine iletilerek gaz alış-verişini sağlarlar. Vücudun abdomen kısmında her segmentte bulunan ve stigma adı verilen çift açıklıklardan hava alınıp verilir. Buradan giren hava, içorganlara kadar uzanan dallı hava borularınyla (trakeler) taşınır. Trakeler içi bir sıvı ile dolu ve trakeol adı verilen çok ince borucuklarla sonlanırlar. Oksijen ve karbondioksit değişimi bu sıvı ile dokular arasında gerçekleşir. Böcek hava alışverişini sağlayabilmek için vücudunu kasıp gevşetir. Vücut genişletildiğinde hava trakelere girer, kasılınca dışarı atılır.
  7. En ilkel solunum biçimi olan deri solunumunun görüldüğü bazı basit yapılı hayvansal organizmalarda deriden difüzyonla giren oksijen yine difüzyonla diğer doku ve hücrelere iletilir. Basit çok hücreli hayvanlardan yassı solucanlar (Plathelminthes), bazı yuvarlak kurtlar (Nemathelminthes), karasal halkalı solucanlar (Annelida), mikroskobik yapıdaki omurgasız hayvanlar deri solunumunun görüldüğü hayvan gruplarıdır. Omurgalılardan kurbağalarda deri solunum önemli yer tutar. Ayrıca ağzın içini ve yutağı kaplayan zarlar da solunum organı gibi görev yapar. Deri solunum yapan organizmaların derilerinin hep nemli olması gerektiğine dikkat ettiniz mi? Gerçekten de deri solunumu yapan toprak solucanı, salyangozlar ve kurbağa gibi hayvanlarda deri nemli tutulmak zorundadır. Bu nem derideki mukus bezleri ile sağlanmaktadır.
  8. Tek hücreli canlılar ile vücut duvarı ince olan süngerler ve sölentereler gibi çok hücreli hayvanlar bu tür gaz değişimlerini özel bir yapıya ihtiyaç duymadan kolaylıkla yapabilirler. Ancak kompleks yapılı olanlar gaz değişimini özel doku ve organlardan oluşan bir sistem aracılığıyla gerçekleştirirler. Çünkü hayvanlarda evrimsel gelişim sonucu her hücrenin dış çevre ile doğrudan doğruya gaz alışverişi yapma olanağı ortadan kalkmıştır. Hayvanlar aleminde solunumda gaz değişimini gerçekleştiren organlar çeşitlilik göstermesine karşılık, bunları dört ana grupta toplamak mümkündür. Dört Genel Tip Solunum Organında Gaz Değişimi a. Hücre Zarı (Bir Hücrelilerde ve Basit çok Hücreli Hayvanlarda) b. Trake (Böceklerde) c. Solungaçlar (Suda Yaşayan Hayvanlarda) d. Akciğer (Karasal Omurgalılarda) Bu değişik sistemlerin ortak yapısal özellikleri ne olabilir, düşününüz? Yanıtınız "gaz alış-verişi için çok geniş yüzeylere sahip olmalarıdır " şeklinde olmalıydı. Ayrıca bu yapıların ince yüzeyli olması, oksijen ve karbondioksidin suda eriyebilmesini sağlayabilmek için nemli tutulmaları ve bol kan almaları zorunludur. Solunumda gaz değişimi iki yerde meydana gelmektedir. Bunlardan birincisi çevre ile solunum organı arasındaki gaz değişimi, ikincisi ise solunum organı ya da taşıma sistemi ile dokular arasındaki gaz değişimidir. Her iki bölgedeki gaz değişiminin esası difüzyon olayına dayanır. Yani değişen gaz, konsantrasyonu çok olduğu yerden, düşük olduğu yere geçer.
  9. Stomalardan gaz değişiminin sağlanması stomaların açılıp kapanmasıyla gerçekleştirilir. Bu mekanizmanın çalışması hem stoma hücrelerinin hem de çevrelerindeki epidermis ve mezofil hücrelerinin turgor durumuna bağlıdır. Bu hücrelerdeki osmotik konsantrasyonun değişmesi ile oluşan difüzyon farkına bağlı olarak su, ya stoma hücrelerine doğru ya da stoma hücrelerinden komşu epiderma hücrelerine doğru hareket eder. Su komşu epidermis hücrelerinden stoma hücrelerine doğru hareket ettiği zaman stoma hücrelerinin turgor basıncı artar ve stoma porunun daha ince olan dorsal çeperi (epidermis hücreleri ile komşu olan çeper) daha kalın olan ventral çeperden (por tarafındaki çeper) daha çok gerilir. Bu durum daha kalın olan ventral çeperin daha konkav bir şekil almasına ve iki stoma hücresi arasında bir açıklık oluşmasına neden olur. Böylece stoma poru açılır. Aksi durumda, yani stoma hücreleri turgor özelliklerini kaybedince durum tersine döner. Dorsal çeper gerginliğini ventral çeper de konkavlığını kaybeder. Sonunda stoma hücreleri gevşek bir hal alır, aradaki açıklık da kapanmış olur. Buradaki turgor durumunun sağlanması ya da kaybedilmesini sağlayan koşullar ışık, su azlığı ve sıcaklıktır. Su, sıcaklık ve CO2 ve O2 sınırlayıcı birer faktör olmadıkça genel olarak stomalar ışıkta açılır, karanlıkta ise kapanır. Diğer bir söylemle stomalar gündüz açık, gece kapalıdır. Bitkilerin eğer transpirasyonla (terleme) yitirdikleri su miktarı köklerle alınan su miktarından fazla ise bitkide su sıkıntısı başgösterir. Bitkide su sıkıntısının başlaması, stoma hücreleri ile çevrelerindeki mezofil ve epidermis hücreleri arasında bir difüzyon basınç farkı (emme kuvveti) meydana gelmesine neden olur ve bunun sonucu su, stoma hücrelerinden dışarıya yani epidermis ve mezofil hücrelerine doğru hareket eder. Sonuçta stoma hücrelerinin turgoru azalır ve por kapanır. Diğer koşullar sabit olmak üzere belirli bir dereceye kadar sıcaklık artışı stoma porunun açılmasına neden olur. Bitkilerde bu değişimi sadece stomalar mı sağlamaktadır? Yaşlanmış bitki gövedeleri su ve gaz geçişine engel olan mantar dokusu ile örtülü olduğundan, iç kısımdaki canlı hücrelerin hayatsal olaylar sonucu meydana gelen artık gazların ve su buharının dış ortamla alışverişini sağlayan peridermal ve lentisel (kovucuk) adı verilen yapılar meydana gelmiştir.
  10. Yüksek bitkilerin organlarının dış yüzleri gerek gaz, gerekse suya karşı çok az geçirgen olan ve hücre arası boşlukları bulunmayan epidermis dokusu ile örtülüdür. Bu nedenle dış ortamla iç ortam arasında gaz alış verişi ve bazı maddelerin dışarıya verilişini sağlamak üzere epidermiste yapılar oluşmuştur. Bu yapılara stoma (gözenek) adı verilmektedir. Bir stoma, aralarında stoma açıklığı (por) denen bir açıklık bırakan ve birbirine bağlı iki stoma hücresi’nden oluşur. Bu yapı havalandırma parenkiması ile birlikte havalandırma sistemini meydana getirir. Havalandırma parenkimasında yer alan hücre arası boşlukları boşlukları stoma altında bulunan ve stoma boşluğu denen geniş bir hücre arası boşluğu ve por yoluyla dış ortama bağlanmıştır. Fotpsentez göreviyle ilgili dokuların üzerindeki epidermiste stoma sayısı fazladır. çiçekte ve su bitkilerinde stomalar ya tamamiyle yok olmuştur ya da sayıları çok azalmıştır. köklerde de stomaya rastlanmaz.
  11. Sınıflandırma başlığı altında da göreceğimiz gibi, algler çok farklı canlı gruplarında yer alan organizmalardır. Aşağıda alglerle ilgili genel bilgilerin yanında sık kullanılan terimlerin tanımlarını da bulacaksınız. Morfolojik Yapılarına Göre Algler Morfolojik olarak farklı alg tiplerini tanımlarken genellikle tek (bir) hücreli, koloni, tallus oluşturan organizmalar gibi terimler kullanılır. Tek hücreli algler, bulundukları ortamda serbest yaşayan bir hücreli bireylerdir. Bulundukları gruba göre değişen sayı ve yapıda kamçı içerebilirler. Bazı tek hücreli algler ise kamçısızdır. Koloni, çok sayıdaki alg bireyinin bir araya gelerek oluşturduğu toplulukları ifade eder. Kolonilerdeki birey sayısı belli cinslerde sabit olabildiği gibi, şekilleri de kendine özgü olabilir. Örneğin kübik, küremsi, tablo şeklinde kolonilerde belirgin şekiller oluşabilir veya bazen de şekilsiz yığınlar halinde koloniler oluşabilir. Alglerle ilgili metinlerde sıkça rastladığımız terimlerden biri de tallus yapısıdır. Fotosentez yapan veya hareket etmeyen tüm organizmaların bitki olarak değerlendirildiği eski dönemlerde kullanılmaya başlayan bu terim kök, gövde, yaprak gibi organ farklılaşması göstermeyen ilkel bitkileri ifade eder. Tallus terimi, bazı mantarlar, karayosunları ve alglerin oluşturduğu yapıları ifade etmek üzere kullanılır. Örneğin yapraksı tallus terimi, yeşil, kırmızı ve kahverengi alglerde görülen yaprağa benzer yapıyı tanımlar. Bazı alg gruplarında görülen parankimatik tallus ise, altta ve üstte epidermis tabakasına benzeyen yassılaşmış, ortada ise parankimatik hücrelere benzeyen tekdüze hücreleri içerir. Ancak talluslu alglerde kesinlikle yüksek bitkilerin yapraklarına benzeyen palizat, sünger parankiması gibi farklılaşmış dokular bulunmaz. Yine sıklıkla kullanılan ipliksi tallus terimi ise ardı ardına dizilen hücrelerden oluşan ve genellikle müsilaj bir kın ya da çeper tarafından çevrilen ince-uzun yapıyı ifade eder. İpliksi bir tallusda yana doğru dallar oluşturulabilir, bu durumda morfolojik yapı dallanmış ipliksi tallus olarak değerlendirilir. Alglerde Üreme ve Yaşam Döngüleri Alglerde eşeyli ve eşeysiz olmak üzere iki tip üreme görülür. Eşeysiz üremede gamet, zigot gibi özelleşmiş hücreler görülmez ve döllenme olmaz. Diğer bütün canlılarda olduğu gibi eşeysiz üreme sonucunda ana bireyin genetik yapı açısından aynısı olan birçok birey meydana gelir. Alglerde eşeysiz üreme, ya spor adı verilen hücrelerin yardımıyla veya tallusun bir parçasının kopup yeni bir birey oluşturmasıyla gerçekleşir. Sporlu eşeysiz üreme, çoğunlukla tek hücreden oluşan eşeysiz sporlarla gerçekleşir. Bu sporlar, genellikle kalın, geçirimsiz çepere sahiptir ve çevre koşulları uygun olduğunda tekrar yeni bireyleri meydana getirirler. Sporlar, ortam koşullarına göre veya ait oldukları alg gruplarına özgü olarak kamçı içerebilir, üretildikleri sporangiumların yapısı ve şekli de türlere göre farklılık gösterebilir. Ana gövdeden bir parçanın kopmasıyla gerçekleşen eşeysiz üreme yöntemi, vejetatif üreme olarak adlandırılır. Bu yöntem de alglerde çok yaygındır. Eşeysiz üreme, hangi yöntemle gerçekleşirse gerçekleşsin, ortamda hızlı yayılmayı ve birey sayısında artışı sağlar. Buna karşın, eşeyli üremeyle genetik çeşitlilik sağlandığı için değişik ortam şartlarına uyum ve neslin devamının sağlanması açısından önemi tartışılmaz Hayat döngüleri açısından değerlendirdiğimizde ise, alglerde haplont, diplont ve diplohaplont olmak üzere üç faklı tip ayırt ederiz: Haplont canlılarda diploid evre sadece zigot oluşumu sırasında görülür. Zigot mayoz bölünme geçirerek yeni bir bireyi oluşturduğu için organizma haplodiddir. Bu organizma mitoz bölünme ile gametlerini verir ve tekrar zigot oluşur, böylece döngü tamamlanır (Şekil 2.1 a). Diplont canlılarda ise, mayoz bölünme gametlerin oluşturulması aşamasında gerçekleşir. Gametler birleşerek zigot oluşur ve zigot da yeni bireyi verir. Diplohaplont canlılarda diploid sporofit ve haploid gametofit olmak üzere iki nesil vardır. Bu iki nesil birbirini izler ve hayat devresi (döl almaşı) tamamlanır. Sporofit nesil üzerinde, genellilke sporangumların içinde, mayoz bölünme ile oluşturulan sporlardan gametofit nesil gelişir. Gametofit nesil olgunlaştığında, üzerindeki genellikle gametangium adı verilen yapılarda üretilen gametlerin birleştiği döllenme olayının sonunda zigot oluşur. Zigottan mitoz bölünme ile yeni bir sporofit nesil meydana gelir. Böylece iki nesilli hayat devresi tamamlanır. Bazı yeşil alg grupları ile kahverengi ve kırmızı alglerde bu tip hayat devresi yaygındır. Daha ilerideki bitki gruplarında da diplohaplont hayat devreleri, çok farklı tipte özelleşmiş organ ve yapılarla sürer. Diplohaplontlar canlılardaki hayat devresinde, eğer haploid gametofit ve diploid sporofit nesiller morfolojik olarak birbirinden ayırt edilemiyorsa, izomorf döl almaşı olarak adlandırılır (Şekil 2.2). Gametofit ve sporofit nesiller morfolojik olarak farklı ise, heteromorf döl almaşı olarak tanımlanır.
  12. botanik

    Algler

    Bilim insanları uzun yıllar boyunca bilimsel anlamda “bitki” tanımını yapmak üzere tartışmışlar, çeşitli dönemlerde eldeki bilgi birikimine uygun tanımlar ortaya koymuşlardır. İlk yıllarda hareketsiz, yeşil, yapraksı canlılar bitki olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle de fotosentez yapan veya hareketsiz bütün canlılar “Bitkiler Alemi” içinde sınıflandırılmıştır. Algler, mantarlar, küfler, mayalar, cıvık mantarlar, pek çok protozoa üyesi, karayosunları, eğreltiler ve yüksek bitkilerin “bitki” olduğu kabul edilmiştir. Daha sonraki yıllarda, akrabalık ilişkilerini ortaya koymayı hedefleyen sınıflandırma sistemleri geliştirildikten sonra canlıların sınıflandırılmasında pek çok değişiklikler yapılmıştır. Algler, karayosunları, eğreltiler ve tohumlu bitkileri içeren bu anlayışla gelişen sınıflandırma yöntemleri sonucunda vazgeçilmiş, alglerin aslında monofiletik olmayan pek çok grupta değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmiştir. Günümüzde alg tanımı, fotosentetik, basit, tek hücreli, koloni oluşturan veya parankimatik talluslu, pek çok farklı taksonomik grupta yer alan canlıları içerir. Alglerin büyük bir çoğunluğu ototrof canlılardır. Bunun yanında heterotrofik beslenme şekilleri de görülebilir. Algler, fotosentez için gerekli olan klorofilin yanında değişik yardımcı pigmentler içerirler. Bu yardımcı pigmentler farklı dalga boylarındaki ışığı adsorblayabildikleri için alg gruplarının sudaki derinliğe bağlı dağılışı da farklılık gösterir. Genellikle sucul ortamlarda gelişen algler, primer üreticiler olmaları nedeniyle yeryüzünde ekolojik açıdan son derece değerlidir. Sucul ortamlarda fotosentez sayesinde oksijen dengesinin korunmasının yanında, algler pek çok omurgasız hayvan ve balık türünün besin kaynağıdır. Ünitemizde incelediğimiz alg gruplarının yeri geldikçe ekonomik özelliklerine de değineceğiz.
  13. Pteridophyta (Eğreltiler), çok sayıda fosil formu içeren ve bazı grupları sadece fosil örneklerinden bilinen bir bölümdür. Örneğin, Psilophyton ve Rhynia Devoniendeki kaya fosillerinden bilinen örnekleridir. Vasküler bitkilerin ilkel ve tohum oluşturmayan grubu olarak nitelendirilirler. Pteridophyta’nın ardından Bitkiler Alemi’nin en gelişmiş grubu olan Spermatophyta (Tohumlu Bitkiler) gelir. Eğreltiler, spor oluşturmaları, gametofit neslin ayrı olması, üremede suya bağımlılık gibi ilkel karakterlerin yanında karasal hayata uyumla ilgili önemli adaptasyonlara sahiptir ve kormus yapısı gösterirler. Eğreltilerde bitkinin hayat devresinde baskın olan ve gözümüzle gördüğümüz nesil, sporofit nesildir. Sporofitte görülen organ farklılaşması nedeniyle morfolojik yapıları, yüksek bitkilere çok benzer. Bütün eğreltilerin sporofitinde, ksilem ve floemden oluşan iletim dokusu vardır. Ksilem trakeidlerden ve parankima dokusundan meydana gelmiştir. Floem ise kalburlu borular ve floem parankimasından oluşur. Eğreltilerde farklı tipte yapraklar görülür. Sporofit nesil üzerinde oluşan sporangiumlar, ya trofofil adı verilen özümleme yaprakları veya sporofil adı verilen ve sadece sporları taşımak üzere farklılaşmış yapraklar üzerinde gelişir. Rizom ve köklerinin toprak altında yatay olarak yayılması nedeniyle eğreltiler bulundukları alanda erozyonu önleme ve toprağı tutma açısından öenmli bir işleve sahiptir. Ayrıca halk arasında ilaç, besin kaynağı ve dekoratif amaçlı kullanımları da vardır. Pteridophyta’nın Hayat Devresi Sınıflar arasında farklılıklar görülmekle birlikte, eğrelitlerde hayat devresini genel olarak aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür (Şekil 15). Sporun çimlenmesi ile gametofit nesil gelişmeye başlar. Gruplara göre farklılık göstermekle birlikte gametofit nesil küçük, algsi yapıdadır ve protalyum adını alır. Gametler bu nesil üzerindeki arkegonium ve anteridiumlarda geliştirilir, Erkek gametin yumurta hücresine ulaşması için için suya ihtiyaç duyulur. Döllenmeyle zigot oluşumunun ardından embriyo gelişir. Daha sonra embriyodan kök, gövde, yaprak farklılaşması gösteren sporofit nesli oluşturur. Sporlar, sporangium adı verilen keseciklerin içinde mayoz bölünme ile oluşturulur. Sporangium çeperindeki bazı ölü hücreler asimetrik kalınlaşma gösteren duvarlara sahiptir. Bunlara Annulus hücresi adı verilmektedir. Annulus hücrelerinin bulunduğu gruplarda sporangiumum çeperi bu hücrelerin yer aldığı kısımdan higroskopik hareketlerle açılır ve sporların dağılması sağlanır. Eğreltilerde görülen tipik döl almaşının yanında her iki nesil de vejetatif olarak çoğalabilir. Şimdiye kadar öğrendiklerimizden farklı, bazı özel üreme tipleri görülebilir. Bunlardan biri; gametofitten gamet birleşmesi olmaksızın sporofitin meydana gelmesidir, bu olay apogami olarak adlandırılır. İkincisi ise; sporofittin gamet üretmesi olup, buna da apospori denir. Her iki olay da çeşitli eğrelti gruplarında çok yaygındır. Pteridophyta’nın Sınıflandırılması Eğreltilerin sınıflandırılmasına ilişkin farklı görüşler vardır. Eski yıllarda eğreltilerin tamamı tek bir bölüm “Pteridophyta” içinde sınıflandırmaktaydı. Daha sonra, “Gerçek Eğreltiler” ve yakın grupların ayrı ayrı bölümler içinde değerlendirildiği sistemler düzenlenmiştir. Bu sistemlerde fosil eğreltiler “Psilophyta”, kibritotları “Lycopodiophyta”, atkuyrukları “Equisetophyta, Sphenophyta” ve gerçek eğreltiler “Pteridophyta” olmak üzere genellikle dört divisio yer alır. Günümüzde ise morfolojik karakterlerin yanında moleküler sınıflandırma verileriyle desteklenen akrabalık ilişkilerini de kullanan araştırıcılar ise son yıllarda daha farklı sınıflandırma sistemlerini tercih etmekle birlikte, bu konuda oldukça farklı görüşler vardır. Ünitemizde, yaşayan eğreltileri dört subclassis içinde sınıflandıracağız: Classis 1. Psilotopsida Classis 2. Equisetopsida Classis 3. Marattiopsida Classis 4. Polypodiopsida Classis Psilotopsida Bu sınıfta yer alan ve günümüzde yaşayan cinsler, vasküler bitkilerin en ilkelleri olarak nitelendirilir. Sporofit, köksüzdür, rizoid görülebilir. Gövdedeki indirgenmiş yapraklar çıkıntılar halinde, damarsız veya tek damarlı olabilir, rizomlu bitkilerdir. Sporangiumları büyük, iki hücre kalınlığında çeperli olup annulus hücreleri içermez. Gametofitler ise toprak altında gelişir ve fotosentez yapamadıkları için besinlerini mikoriza oluşturarak sağlar. İki ordoya ayrılan bu sınıfta altı cins yer alır. Ophioglossum, Psilotum ve Tmesipteris en tanınmış cinsleridir. Classis Equisetopsida Sphenophyta adı altında ayrı bir divisio olarak da sınıflandırılan bu grupta günümüzde tropiklerde gelişen yüksek boylu türler dışında alçak boylu, otsu yapıdaki bitkiler bulunur. Paleozoikde yaşayan bazı türlerinin 30 metreye kadar ulaştığı fosil kayıtlarından bilinmektedir. Sporofitlerinde gövde, nodyum (düğüm) ve internodyum (düğüm araları) adı verilen bölümlerden oluşur. Günümüzde yaşayan üyelerin gövdelerinin içinde gençken öz bölgesi bulunur, olgunlaştığında içi boştur. Bu bölgenin etrafında ksilem ve floemin oluşturduğu demetler yer alır. Bu bölümün üyelerinin çoğunda rizom adı verilen toprak altı gövdeleri bulunur. Sporlar, sporofil başakları içinde yer alan sporangiumlarda üretilir. Sporangiumlar annulus içermez, spiral şekilli çeper kalınlaşması gösterir. Olgun sporlar dört adet, kaşık şeklinde elater adı verilen uzun çıkıntılar tarafından sarılmıştır. Elaterlerin açılmasıyla sporlar sporangiumdan atılır ve rüzgarla dağılır. Equisetales tek ordosu, Equisetum ise tek cinsidir. Bu cinsin 30 civarında türü vardır. Equisetaceae familyasının özelliklerini ülkemizde de nemli alanlarda, orman altlarında yaygın olarak bulunan Equisetum örneği ile inceleyelim: Boyları bir metreye kadar ulaşabilen, kısmen kara, kısmen de bataklık bitkileridir. Sürünücü rizomlarından toprak üstü sürgünleri ve gerçek kökleri çıkar. Gövde, oluklu sütun şekli ile karakteristiktir. Nodyum ve internodyumlar çok belirgindir. İletim demetleri düzenli daire şeklinde dizilmiş olup demetlerin içinde de ayrıca boşluklar vardır. Demetlerde floem daha iyi gelişmiştir. Yapraklar iyice indirgenmiş olup brakte halini almıştır, bu yüzden gövde de fotosentez yüzeyini artırmak üzere görev üstlenmiştir. Sporangiyumlar, verimli dalların ucunda sıkı başaklar oluşturacak şekilde dizilmiş olan sporofillerde yerleşmiştir. Her bir sporofilin alt yüzünde, beş ila on adet torba şeklinde sporangiyum bulunur. İzosporik bitkilerdir. Bazı türlerde toprak üstü organlarda dimorfizm görülür: İlkbahar başlangıcında klorofilce fakir ve dallanmayan verimli sürgünler meydana gelir. Bu sürgünler, uçlarında yer alan başaklardaki sporlar döktükten sonra ölürler. Daha sonra, verimsiz ve fazla dallanmış yeşil asimileme sürgünleri oluşur. Classis Marattiopsida Fosilleri Karbonifere dayanan bir gruptur. Kökleri büyük, etlidir, kök, gövde ve yapraklarında müsilaj kanalları bulunur, Rizomları etlidir, çok sayıda sürgün üretir, gövde üzerinde çok büyük tüysü parçalanmış yaprakları bulunur. Sporangiumlarda annulus hücresi bulunmaz, yaprakların altında yerleşmişlerdir ve 1000-7000 spor üretirler. Gametofitleri yeşil olup toprak üzerindedir. Marattiales tek ordosu, Marattiaceae tek familyasıdır ve altı cinsi vardır. Psaronius kömür yataklarında fosilleri bulunan bir cinsidir. Classis Polypodiopsida Sporlu bitkilerin en gelişmiş örneklerini içeren “gerçek eğreltiler”, sporlu bitkiler arasında tohumlu bitkilere en yakın gruptur. Pteridopsida, Filicopsida olarak da isimlendirilmiştir. Sporangiumlarının bir tek epidermal hücreden gelişmesi nedeniyle bu grup “Leptosporangiate” olarak adlandırılır. Bazı üyelerde sporangium toplulukları, indusium adı verilen kalkan şeklinde bir yapı tarafından korunur ve sporangiumlarının etrafında sporların dağılmasını sağlayan annulus hücreleri bulunur. Gerçek eğreltiler, üremelerindeki suya bağımlılık nedeniyle genellikle nemli habitatları tercih eden, oldukça geniş yayılış alanına sahip, toprakta gelişenlerin yanında epifitik türleri de bulunan bitkilerdir.
  14. Bryopsida Sınıfı üyeleri morfolojik farklarına göre 3 alt sınıf (subclassis) altında toplanmıştır. Subclassis 1. Sphagnidae Subclassis 2. Andreaeidae Subclassis 3. Bryidae Şimdi bu altsınıfların özelliklerini ve önemli örneklerini inceleyelim. Subclassis. Sphagnidae Bu alt sınıf üyeleri turba yosunları olarak bilinirler. Protonemaları geniş bir tallus yapısındadır. Gametofitin yaprakları midrib içermez, su tutma kapasitesi olan şeffaf ve yeşil renkli iki tip hücreden oluşurlar. Anteridyumlar yaprak koltuklarında, arkegonyum ise gövde ve yan sürgünlerin uç kısımlarında meydana gelir. Bu grubun üyeleri bataklıklarda, sulak alanlarda gelişir. Gametofitin büyümesi yıldan yıla devam eder bu sırada ölen dip kısımlar su içinde birikerek turbalıkları oluşturur. Turba, Kuzey Avrupa ülkelerinde yakacak olarak kullanılır. Su tutma kapasiteleri oldukça fazla olduğu için uzun süre canlı kalması istenen materyallerin paketlenmesinde ve tohumların çimlendirilmesinde de kullanılır. Sphagnales bu subclassisin tek ordosu, Sphagnaceae ise tek familyasıdır. Burada yer alan tek cins olan Sphagnum’un 320 kadar türü vardır. S. compactum Lam. & DC. ve S. palustre L. bu cinsin ülkemizde de yayılış gösteren iki türüdür. Subclassis Andreaeidae Bazı araştırıcılar tarafından Andreaeobrya olarak da adlandırılır. Diğer iki alt sınıfın bazı özelliklerini bir arada taşıyan bir gruptur. Gametofitlerinin yapısı Bryidae üyelerine benzer. Sporogen doku “endotesyum”dan gelişir. Sporofit, kolumella ile sarılıdır. Bu alt sınıf üyelerine has bir özellik, kapsülün 4 kola ayrılarak parçalanmasıdır. Endotesyum: Sporogen dokunun geliştiği tabakanın adıdır. Neuroloma Hedw. ve Andreaea Hedw. burada yer alan iki cinstir. Subclassis Bryidae Bu altsınıf, gerçek karayosunlarını taşır ve Eubrya olarak da adlandırılır. Protonemaları hemen hemen her zaman ipliksi yapıdadır. Yapraklarda midrib vardır. Kapsülü taşıyan sap uzamıştır. Sporogen dokusu endotesyumdan meydana gelir ve kolumella tarafından sarılmaz. Olgun kapsül genellikle birkaç doku tabakası şeklinde farklılaşır. Cinslerin büyük çoğunluğunda, spor çukurları peristom denen bir yapı ile sarılıdır. Bu alt sınıf 650 cins ve 14.000 tür içerir. Fosil türleri de bilinmektedir. Bryidae altsınıfında yer alan ve ülkemizde de yayılış gösteren bazı türler arasında Fissidens bryoides Hedw., Weissia controversa Hedw., Funaria hygrometrica Hedw., Bryum argenteum Hedw., Mnium hornum Hedw. ve Hypnum cupressiforme Hedw. bulunur.
  15. Musci, karayosunları olarak da adlandırılan Bryopsida sınıfının 12 000-15 000 civarında türü vardır ve bu sınıf, bölümün en gelişmiş üyelerini içerir. Karayosunlarını diğer Bryophyta üyelerinden ayıran özellikleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: Karayosunlarının çoğunda gametofit ışınsal simetrilidir. Rizoidleri çok hücreli ve klorofilsizdir. Gametofit daima yapraklı görünümdedir. Mezofil, stoma, petiol vb. gelişmiş kısımlara sahip gerçek yapraklar bulunmaz. Bu yapılara phylloid veya phyllid (yapraksı) adını vermek bilimsel açıdan daha doğru olmakla birlikte, yaprak terimi de yaygın olarak kullanılmaktadır. Yapraklar sarmal olarak dizilir, loplu değildir ve genellikle kosta veya midrib olarak adlandırılan, orta damar diyebileceğimiz bir yapı içerir. Yaprak hücrelerinde bulunan kloroplastlar mercek biçimlidir. Bu grubun arkegonyum ve anteridyumları arasında parafizler bulunur. Sporofit nesildeki spor kapsülünde mnium tip stoma bulunur. Sporları olgunlaştıktan sonra rüzgar yardımıyla boyutlarına göre farklı uzaklıklara yayılabilir. Bryopsida’da Hayat Devresi Bryopsida sınıfının hayat devresinde sporlar çimlenerek, protonemayı (ön çim, ilk iplik) oluşturur, bu yapıdan da gametofit gelişir. Gametofit, yine bitkinin hayat devresinde baskındır, arkegonium ve anteridiumlarda oluşturulan gametlerin döllenmesiyle oluşan zigottan embriyo ve sporofit nesil gelişir. Sporofit neslin, klorofil içermesi ve iyi gelişmiş bir özümleme dokusuna sahip olması nedeniyle gametofite olan bağımlılığı azalmıştır. Ayrıca bu sınıfta kapsül içinde sporların dağılmasını sağlayan özel yapılar bulunmaz. Şimdi, gametofit ve sporofit nesilleri inceleyelim. Bryopsida’da Gametofit Gametofiti verecek olan ipliksi yapıdaki protonema renksiz rizoid ve yapraklı bölümü verecek olan yeşil kloronema olmak üzere iki kısımdan olşur. Protonema, uç kısımlarından hızla büyür. Birkaç hafta içinde 40 cm ye kadar ulaşır ve substrat üzerinde dallanarak yayılır. Bu dönemde yapraklı gametofitin gövde benzeri ekseni oluşturulur. Protonema yapısı, sporun çimlenmesinden başka gametofitin parçalanmasıyla da oluşturulabilir. Doğada bu olaya sık rastlanır. Örneğin; 1 m3 kutup karında 500 den fazla karayosunu fragmenti (parçacık) bulunabilmekte, bunlardan protonema oluşturulmaktadır. Gametofitin gelişmesinin ardından eşeyli üreme organları oluşturulur. Dioik veya monoik türleri içerir. Gametangiumlar genellikle bitkinin uç kısımlarında oluşur. Arkegonium ve anteridium gruplarının arasında parafizler bulunur. Anteridium grupları arasındaki parafizler su alarak şişer ve spermatozoidlerin atılmasına yardım ederler. Bazı türlerin gametofitleri özelleşmiş hücrelerden oluşmuş bir merkezi silindire sahiptir. Bu özelleşmiş hücreler ksilem (hidroidler) ve floemi (leptoidler) andırır. Kalburlu borulara benzeyen leptoidler, şeker taşır, nükleusları yoktur, çok sayıda plazmodezma içerirler. Hidroidler trakeid benzeri hücreler olup ölüdür ve içleri boştur. Su ve çözünmüş mineralleri taşır1ar. Bununla beraber trakeidlerden farklı olarak odunlaşmış sekonder çeperleri yoktur, bu nedenle gametofitin desteklenmesine çok az katkıda bulunurlar. Ayrıca bazı türlerin yapraklarında Mnium tipi stomalara rastlanır. Bryopsida’da Sporofit Döllenmenin ardından zigotun mitoz bölünmeleriyle iğ biçimli embriyo, arkegoniumun içinde gelişmeye başlar. Bu sırada, arkegonium hücreleri bu oluşuma yer açmak üzere bölünür. Üst kısımda bulunan hücrelerin bölünme etkinliğinin sonucunda kaliptra adı verilen koruyucu bir örtü oluşur. Olgunlaşmış bir sporofit, ayak, sap ve kapsül kısımlarını içerir (Şekil 3.12). Ayak, arkegonium haznesinin tabanına kadar uzanır, gametofite tutunur ve ondan su, mineral madde ve besinleri emer. İnce bir yapı olan sap kısmı ise, kapsülü taşır ve bazı türlerde 15 cm’ye kadar uzayabilir. Kapsül ve sapın birleştiği yerdeki şişkin geçiş bölgesinde minium tip stomalar bulunur. Kapsül, içinde sporların gelişeceği yapıdır ve sporları korumaya, beslemeye ve dağıtmaya yardımcı olan kısımlara sahiptir. Kapsül üzerinde bazen kaliptra adı verilen doku bulunabilir. Kapsülün en içindeki hücreler, sporlara su ve besin sağlayan kolumella dokusunu oluşturur. Dıştaki ceket tabakası ve kolumella arasında kalan sporogen hücreler ise mayoz bölünme ile sporları meydana getirirler. Bir kapsülde 50 milyon kadar spor oluşturulabilir. Sporlar olgunlaştığında kaliptra düşer, böylece operkulum kısmı açıkta kalır. Operkulum, kapsülün kurumasıyla düşer. Bu kapağın hemen altı peristom dişleri adını alan higroskopik dişlerle çevrelenmiştir. Sporlar buradan dökülür. Bazı karayosunlarında ise peristom koni şeklindedir ve sporların çıkabileceği porlar içerir. Operkulum: Spor kapsülünün kapak kısmı. Peristom: Spor kapsülünün ağız kısmı.
  16. Hepaticae, “ciğerotları” olarak da adlandırılan bu grubun üyeleri; insan karaciğer hücrelerine benzeyen dorsal yüzey hücreleri nedeniyle “ciğerotu” olarak anılır. Nemin korunabildiği zeminler, akarsu kıyıları, nemli kaya yüzeyleri, ağaç kabukları ciğerotlarının yaşama alanlarını oluşturur. Ayrıca su yüzeyinde yüzücü yada suya batık olarak gelişen türleri de vardır. Yaklaşık 9000 kadar türü bilinmektedir. Ciğerotları, 0,5 mm’den küçük ince yapraksıdan, 20 cm’yi aşan geniş talluslu yapılara kadar çeşitlilik gösterir. Gametofit nesilleri belirgin ve hayat devresinde baskındır. Üreme organları koruyucu bir yapıyla çevrelenmiş olup, kurumaya karşı kendini koruma altına almıştır. Ayrıca ciğerotlarının sporları kalın çeperli oluşu ciğerotlarının karada yaşama yeteneğini sağlayan önemli adaptasyonlarıdır. Bunun yanında, spermatozoidlerin yumurtaya ulaşabilmesi için mutlaka su gereklidir. Rizodleri daima tek hücrelidir. Bu özellik ciğerotlarını karayosunlarından ayırmada kullanılan en önemli karakterlerden biridir. Gametofitleri yapraklı veya talluslu yapıdadır. Su kaybını düzenleyici organları gelişmediğinden gölge ve bol nemli ortamları tercih ederler. Sporangiumları çoğunlukla sapsızdır, sporlar, sporangiumlardan kısa bir zaman içinde ve elater adı verilen özelleşmiş hücrelerin yardımıyla atılır. Ciğerotlarında vejetatif üremenin çeşitli tipleri de yaygın olarak görülür. Bunlardan birincisi bitkinin yaşlı kısımlarının ölmesi ve yeni gelişen bölgelerin her birinden izole yeni bireylerin oluşmasıdır. İkinci tip vejetatif üremede ise, bitki üzerinde küçük, pulsu ve ovoid, yıldız veya lens şekilli gemma adı verilen yapılar oluşturulur. Gemmalar gametofitin üst yüzeyindeki gemma çanağı adı verilen kısımlarda toplu halde bulunur. Yağmur damlalarının çarpmasıyla gemmalar ana bitkiden 1 metre kadar uzağa fırlatılabilir. Burada çimlenen gemmalardan yeni bitkiler gelişir. Kırılan ya da ana bitkiden ayrılan gametofit parçacıklarının gelişerek yeni bireyler oluşturması da bir başka eşeysiz üreme şeklidir. Marchantiopsida’nın Hayat Devresi Bu sınıfın hayat devresinde, sporun çimlenmesiyle doğrudan gametofit nesil gelişir. Gametofit nesil üzerinde arkegonium ve anteridiumlar oluşturulur. Spermatozoidlerin kemotaktik çekimle yumurta hücresine ulaşmasının ardından döllenmeyle gerçekleşir. Zigotun çimlenmesiyle oluşan sporofit nesil, gametofit nesil üzerinde ve ona bağlı olarak gelişir. Bu nedenle sporofit nesli çıplak gözle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak mikroskop yardımıyla görebiliriz. Şimdi, bu iki neslin sınıftaki özelliklerini inceleyelim. Marchantiopsida’da Gametofit Tüm ciğerotlarında gametofit nesil bitkini hayat devresinde hakimdir. Yukarıda ciğerotu gametofitinin talluslu ve yapraksı olmak üzere iki tipte olduğu belirtilmişti. Tallus yapısında olan ciğerotlarında tallusun üst kısmı fotosentetiktir, alt kısımda kloroplast yoktur ve depo işini gören renksiz hücreler bulunur. Yapraksı türler, merkezi bir dal veya gövde denilebilecek bir yapı ve ona bağlı yapraksı çıkıntılardan meydana gelir. Yapraklar iki lateral bir de ventral olmak üzere 3 sırada düzenlenmiştir. Alt yapraklar bazı yapraksı türlerde bulunmayabilir. Yaprakların dizilişi, hücre köşelerinde trigon adı verilen küçük veya büyük kalınlaşmalar, yaprak kütikülasının durumu ve kalınlığı da ayırt edici bir özellik olabilir. Talluslu formlarda üst yüz epidermis ile kaplanmıştır. Epidermal tabakada dış ortamla teması sağlayan porlar (açıklıklar) ve onların altında havalandırma odacıkları yer alır. Üreme organlarıyla birlikte bulunan yaprak kümeleri diğer yapraklardan farklıdır. Çoğu yapraksı ciğerotunda, üreme periyodunda anteridium ve arkegoniumlar perianta (çiçek örtüsü) benzer bir yapı oluşturan brakteler tarafından korunur. Periant bazı gruplarda döllenmeden önce bazılarında ise daha sonra oluşur. Marchantiopsida’da Sporofit Ciğerotlarında sporofit nesil kısmen veya tamamen gametofite bağımlı durumdadır. Sporofit; ayak, sap ve kapsül kısımlarından oluşur. Ciğerotu sporofitlerinde stoma yoktur ve gametofite yumru benzeri bir ayakla bağlanmıştır. Birçok ciğerotunun sporofitleri küresel olup sapsızdır ve sporlarını boşaltıncaya kadar gametofitin içinde bulunur. Sapın ucunda oluşan spor kapsülü kaliptra adın verilen bir dokuyla örtülüdür. Kapsülün iç kısmı spor oluşturmak üzere mayoz geçirecek olan sporogen dokuyla doludur. Diğer gruplardan farklı olarak sporlar arasında elater adı verilen uzun, spiral kalınlaşma gösteren ölü hücreler vardır. Elaterler, kururken higroskopik hareketle hızla dönerek sporların fırlatılmasına aracı olurlar. Marchantiopsida’nın Sınıflandırılması Morfolojik ve anatomik özelliklerinin yanında; gemma çanağı, spor ve elaterlerin şekli ciğerotlarının tayininde kullanılan önemli karakterler arasında yer alır. Marchantiopsida sınıfında 5 ordo, yaklaşık 225 genus ve 8.500 kadar species bulunur.
  17. Boynuzsu otlar olarak da adlandırılan bu sınıf, bryofitlerin en ilkel ve küçük grubudur. 6 cins ile 100 kadar tür içerir. Bu grubu diğer bryofitlerden ayıran özellikler şunlardır: 1. Sporofit nesil, uca doğru incelen bir boynuza benzemektedir. 2. Sporofit ayağın üstündeki taban kısmında bir interkalar meristeme sahiptir. 3. Her fotosentetik hücre tek bir kloroplast içerir. Her kloroplastın yeşil alglerin kloroplastlarında olduğu gibi nişasta depo kısmı olan bir prenoidi vardır. 4. Arkegoniumlar ayrı organlar değildir, tallus içine gömülmüşlerdir ve çevrelerindeki vejetatif hücrelerle bağlantılıdır. 5. Gametofit tallusun üst yüzeyinde stoma benzeri havalandırma porları bulunmaktadır. 6. Boynuzsu otların gametofitindeki boşluklar genellikle musilaj ile doludur. Bu musilaj içindeki N (azot) fikse eden Nostoc sp. türleri bitkiye azot sağlar. Anthoceroropsida’da Gametofit Yassı ve koyu yeşil gametofitleri yapısal olarak diğer bryofitlerdekilerden daha basittir. Gametofit nesil tek ya da çok yıllık, yuvarlak veya hafifçe oblong yapıdadır (Şekil 3.a). Çok az içsel farklılaşma gösterir. Zemine rizoidlerle bağlanırlar. Birçoğu tek eşemlidir, eşem organları tallusun üst yüzeyinde oluşur. Anteridiumlar tallusun üst kısmında örtülü odacıklarda bulunurken, arkegoniumlar sıralar halinde yüzeyin altında yerleşmiştir. Gametofit, tallusun parçalanması yoluyla eşeysiz olarak da çoğalabilir. Anthoceroropsida’da Sporofit Sporofitler diğer sınıflardan farklı olarak uçları incelmiş 1-4 cm uzunluğunda, yeşil iplikler şeklindedir. Belirgin bir epidermisleri ve stoma benzeri yapıları olmakla beraber sap bulunmaz. Gelişim esnasında uçtan yarılarak boynuz görünümü alır. Yeşil kapsülün tabanı gametofite gömülü olarak bulunur (Şekil 3.b). Sporofit nesil fotosentetiktir ve sporlar salınıncaya değin aylarca yaşayabilir. Bu yarı bağımlılık nedeniyle, yüksek bitki sporofitlerinin tam bağımsızlığına doğru bir adım olarak kabul edilirler. Aslında bazı araştırıcılar bu grubu bryofitlerin içinde değil, eğreltilere yakın ayrı bir bölüm olarak değerlendirmesini daha uygun olacağını düşünmektedir. Anthoceroropsida’nın Sınıflandırılması Bu sınıf 1 ordo, 2 familya ve 300 kadar tür içerir. Ülkemizde, Karadeniz ve Ege bölgelerinde yayılış gösteren türleri vardır. Örnek cinsler; Anthoceros L., Phaeoceros Prosk. ve Notothylas Sull. ex A. Gray
  18. Bryofit olarak değerlendirilen üç bitki grubu (Boynuzsu Otlar, Ciğerotları ve Karayosunları) bazı araştırıcılar tarafından ayrı ayrı “divisio”lar altında toplanır. Buna karşın, pek çok araştırıcı, monofiletik bir kökenleri olduğu inancıyla bütün bryofitlerin tek bir bölüm altında sınıflandırılmasını kabul eder. İkinci görüşe göre, Bryophyta bölümünün üç sınıfı vardır: Divisio Bryophyta Classis 1. Anthocerotopsida (Boynuzsu Otlar) Classis 2. Marchantiopsida, Hepaticae (Ciğerotları) Classis 3. Bryopsida, Musci (Karayosunları)
  19. Bilim insanları uzun yıllar boyunca bilimsel anlamda “bitki” tanımını yapmak üzere tartışmışlar, çeşitli dönemlerde eldeki bilgi birikimine uygun tanımlar ortaya koymuşlardır. İlk yıllarda hareketsiz, yeşil, yapraksı canlılar bitki olarak nitelendirilmiştir. Daha sonra günün modern teknikleri kullanılarak hayat devreleri, üreme şekilleri, anatomik yapıları, DNA ve RNA analizleri yapıldıkça canlıların sınıflandırılmasındaki kriterlerin de değişmesiyle bitki tanımı da değişmiştir. Günümüzde “bitki” terimi aşağıdaki özellikleri içeren canlıları kapsamaktadır: Çok hücrelidir. Hücre çeperleri selüloz içerir. Klorofil içerir ve fotosentez yapar, en azından fotosentetik atalardan türemişlerdir. Karasal hayata uyum sağlamışlardır, sucul olanlar ise karasal yaşama uyum sağlamış atalardan türemiştir. Bitki tanımı içinde, karasal hayata uyum da önemli bir yer kaplar. Bitkilerin karasal ortamda gelişebilmeleri için ihtiyaç duydukları temel uyumları kısaca özetleyelim: Kök veya benzeri yapılar: Bitkiler, her türlü metabolik faaliyetlerinde kullanmak zorunda oldukları suyu bağlı bulundukları toprak, ağaç kabuğu vb substrattan sağlamak zorundadır. Bu nedenle karasal ortamlarda gelişen bitkiler kök veya benzeri yapılar oluşturur. İletim sistemi: Kök veya benzeri yapılar tarafından alınan suyun, diğer organlara özelleşmiş bazı dokular tarafından iletilmesi gerekir. Destek doku: Bitkinin şeklinin korunması ve toprağın üzerinde yükselebilmesi için destek dokuya sahip olması gerekir. Su kaybını düzenleyici yapılar: Bitkiler, su ve gaz alışverişini düzenlemek üzere stoma adı verilen yapılara sahiptir. Bitkiler Aleminde, en ilkel formlardan başlayarak bu yapılar görülür. Byrophyta bölümünde karasal hayata uyumla ilgili rizoid, havalandırma odacığı, stomalar, ilkel iletim elemanları, bunlara örnek verilebilir. Son yıllarda yapılan ve akrabalık ilişkilerini de göz önüne alan çalışmalara göre, Byrophyta bölümünün üyeleri en ilkel bitkiler olarak kabul edilmektedir. Diğer bütün bitkiler, iletim demeti içerdikleri için vasküler bitki olarak adlandırılır. Vasküler bitkilerden Lycopodlarda (Kibrit otları) gerçek yapraklar bulunmaz. Pteridophyta ve Spermatophyta bölümleri ise, gerçek yaprak içeren “Euphyllophyte” grubunda yer alır. Birçok bryofit üyesi küçük, oldukça yavaş büyüyen yeşil bitkiledir. Yeşil algler gibi klorofil a ve b içerirler. Hücre çeperleri selülozdur. Yavaş büyümelerinin nedenlerinden biri, gelişmiş iletim ve odunlaşmış dokularının olmayışıdır. Bununla beraber, bazı türlerde işlevsel olarak ksilem ve floeme benzeyen, iletim sistemi görünümünde bir merkezi silindire sahiptir. Bu ilkel iletim elemanlarından ksilemi andıran yapıya hidroid, floemi andıran kısma ise leptoid adı verilir. Damarlı bitkilerde kök ve yaprak gibi organlar, iletim dokularının düzenleniş şekline göre tanımlanırlar. Bryofitlerde ise, gelişmiş bir iletim dokusu olmadığından gerçek kök ve yaprak gibi organlar da yoktur. Bununla birlikte işlevsel olarak yapraklara ve gövdelere benzeyen yapılar bulunur. Bu yapılar Bryopsida sınıfında en ileri formlarındla ayırt edilir. Bryofitlerin sahip oldukları rizoidler, bitkiyi substrata bağlamanın yanında, çok az miktarda su ve de mineral madde emebilir. Su ve çözünmüş mineraller bu yapılar tarafından alındıktan sonra, bryofitlerin yüzeyi boyunca kapilarite ile taşınır. Bitkiler Alemi’nde yaşam döngüsü (döl almaşı) haploid gametofit ve diploid sporofit nesillerin birbirini takip etmesiyle oluşur (Şekil 2). Bu iki neslin döl almaşındaki yeri, bitki gruplarının ilkel veya gelişmiş olarak nitelendirilmesinin en önemli kriterlerinden biridir. Gametofit baskınlığı ilkellik olarak nitelendirilirken, Angiospermlerde sporofit nesil baskınlığı en üst seviyeye ulaşır ve en gelişmiş bitkiler olarak kabul edilmelerinin bir nedeni de budur. Bryophyta bölmününde ise, heteromorfik nesil değişimi (antitetik döl almaşı) görülür. Sporofit ve gametofit nesil morfolojik olarak çok farklıdır. Bryophyta’nın yaşam döngüsünde gametofit baskın ve çok yıllıktır. Gametofit, bir apikal hücreden büyür. Anteridium ve arkegonium adlı çok hücreli gametangiumlarda mitozla gametler oluşturulur. Gametangiumlar steril hücrelerden oluşmuş bir kın ile korunur. Anteridium adı verilen erkek gametangiumlarda üretilen çok sayıdaki spermatozoid iki kamçıya sahiptir. Bitkiler aleminde ilk defa Bryofitlerde arkegonyum şeklinde dişi üreme organı görülür. Lamba şişesine benzeyen her arkegonium tek bir yumurta üretir. Başka bir deyişle döllenmiş yumurta koruyucu bir organ içinde bulunur ve beslenir. Spermatozoidler, yumurtaya ince bir su filminde yüzerek ulaşırlar ve kemotaktik döllenme oluşur.Spermatozoidler çok uzağa yüzemediğinden eşeyli üremenin oluşabilmesi için anteridium ve arkegoniumlar birbirine yakın olmalıdır. Sporofit nesil kısa ömürlüdür, dallanmamıştır; ayak, sap ve kapsül kısımlarından oluşur. Yaşamının çoğu döneminde fotosentetik olmakla birlikte kısmen gametofite bağımlı ve tutunmuş halde geçirir. Bryofit sporofitlerinin bitkinin tutunduğu substratla doğrudan bağlantıları yoktur, gametofit üzerinde bulunurlar. Sporofit, beslenme ve su temini açısından gametofite bağımlıdır. Bryophyta bölümünün gruplarında sporofit yapıları farklı olmasına rağmen sonuçta sporogen dokular içeren sporangiumları üretilir. Sporangiumların içinde de mayoz bölünme ile sporlar oluşturulur. Sporlar, kütinize bir gömleğe sahiptir ve rüzgârla veya özelleşmiş hücrelerin yardımıyla dağılırlar. Çimlenen sporlar karayosunlarında gametofit neslin başlangıcını temsil eden ve protonema (ön çim) adı verilen ipliksi yapıyı oluşturur. Bazı üyelerde sporofıt hiç bulunmaz. Böyle bryofıtler tamamen eşeysiz olarak ürerler.
  20. Antibiyotik tedavileri hem döngünün önüne geçmek için belirli zaman dilimlerinde zorunlu uygulanır, hem de dozaj hastalığa etken enfeksiyonu öldürücü niteliktedir. Kafanıza göre bırakmak veya başlamak tamamen sapkın bir düşüncedir.
  21. @mergen Cinsel seçilim mantıklı bir öngörü ancak yönünü tespit etme stratejisi biraz tutarsız gibi. Gidiş yolu doğru, sonuç farklılık gösterebilir diyelim Beyin fırtınası ve bu cümleleri bir platformda seneler sonra görmek oldukça keyif verici. Daim olsun.
  22. Tamamen bir iletişim veya ilişki başlangıcının oluşması, bu durum ile ilgili hormonal faaliyetler ile alakalı bir durumdur. Yani aşk gibi, sevgi gibi veya nefret gibi.. Bilinç altında yatan korku gibi faktörlerin de etkisi karar verme mekanizmasında oldukça etkilidir, tek başına değerlendirilecek bir yargı değil maalesef. Yine varsa bir yayın, yazı veya makale incelemek gerek. Bakalım bulabilir miyiz bi'şeyler.
  23. CONIFERALES-AMENTIFERAE TEORİSİ Konifer kozaalağı ile, Angiosperm’ lerin en ilkel grupları oldukları kabul edilen Amentiferae’ nin rüzgarla tozlaşan çiçekleri arasında ilişki kurulmuştur. GNETALEAN TEORİSİ İletim demetli odunları ve ağsı damarlı geniş yaprakları ile Gnetum ve Angiosperm’ lere benzer üreme morfolojisi ile Ephedra bu teoriye göre, Angiosperm’ lerin atası olarak düşünülmektedir. BENNETTITALEAN TEORİSİ Bu teori, Cycadeoid kozalağının, Magnolia tipinin ilkel çiçeğine benzemesine dayanmaktadır. PTERIDOSPERM TEORİSİ Tohumlu eğreltilerden Caytoniales’ in bulunuşu ile, bunların dişi üreme yapıları ve Angiosperm karpelleri arasında karşılaştırmalar yapılmıştır. CYCADALES TEORİSİ Cycadaceae karpelleri ile Angiosperm’ lerin ilkel koşullarına ait yapılar ortaya çıkar. kaynak: Cengiz Türe, Ders notları
  24. Yeryüzünde bulunan en büyük bitki grubudur. Subtropik ve arktik bölgelerde Gymnosperm’ lerin bir baskınlığı varsa da, tür zenginliği açısından Angiospermler üstündür. Angiosperm çiçeğinde tozlaşma ve döllenme büyük oranda güvence altındadır. Angiosperm’ lerde meyva oluşumu görülmektedir. Embriyoyu içerisinde saklayacak olan tohum taslağının, dış etkilerden daha iyi korunmasını sağlamak amacı ile karpellerden oluşan kapalı bir örtü, Angiosperm’ lerde görülmektedir. Angiosperm gametofitleri, Gymnosperm’ lere oranla daha kuvvetli bir indirgenme göstermektedir. Suya bağımlılık tamamen ortadan kalkmıştır. Gymnosperm’ lerde TEK DÖLLENME olayına karşılık, Angiosperm’ lerde ÇİFT DÖLLENME gerçekleşmektedir. Gymnosperm’ lerin iletim demetlerinde sadece trakeidlerin bulunmasına karşılık, Angiosperm’ lerin odun dokularında (ksilem) trakeler bulunur. Soymuk dokusunda (floem), Gymnosperm’ lerde sadece kalburlu hücreler bulunurken, Angiosperm’ lerde kalburlu hücrelerin yanısıra, arkadaş hücreleri de bulunmaktadır. Gymnosperm’ lerin yaşayan tüm üyeleri odunsu bitkiler olmalarına karşılık, Angiosperm’ lerde odunsuların yanısıra, çok sayıda otsu takson da bulunmaktadır. Gymnosperm’ lerde çiçekler erkek ve dişi kozalaklarda toplanmalarına karşılık, Angiosperm’ lerde çiçekler olağanüstü çeşitliliğe sahiptir. Kaynak: Cengiz Türe, Ders Notları
  25. Kapalı Tohumlu Bitkiler Magnoliopsida (Dicotyledoneae = Çift Çenekli Bitkiler) ve Liliopsida (Monocotyledoneae = Tek Çenekli Bitkiler) olmak üzere 2 Klassis' e (Sınıfa) ayrılmaktadır. Klassis : Magnoliopsida (Dicotyledoneae = Çift Çenekli Bitkiler) Çift çenekli bitkiler odunlu veya odun içermeyen bitkilerdir. Bu gruba giren bitkiler genel olarak 2 çenek (tohum yaprağı), nadiren 1, 3 veya 4 çenek içerirler. Odunlularda ve otsuların çoğunda, kök ve gövde kambiyuma sahip olmasından dolayı ikincil büyüme (enine kalınlaşma) gösterir. Otsu türlerde gövde iletim demetleri açık (kambiyum içeren), iyi gelişmiş veya nadiren kapalıdır (kambiyum içermeyen). Yapraklar tipik olarak ağsı damarlı, petiollü ve geniş laminalıdır. Çiçek kısımları (parçaları) belirgin sayıda olduğu zaman 5, nadiren 4 ve çok az olarakta 3 ve diğer sayılardadır. Çoğunlukla kaliks (çanak) ve korolla (taç) farklılaşması vardır. Subklassis : Magnoliidae Bu altsınıf çift çenekli bitkilerin en eski ve en ilkel olan grubudur. Açık ve Kapalı Tohumlu bitkiler arasında geçiş özelliği göstermesi nedeniyle sistematik bakımdan oldukça önemlidir. Bazı yapısal özellikleri arasında, odunlarında trakelerin bulunmayışı, çiçek organlarının sarmal diziliş göstermesi, periantın perigon şeklini alması veya hiç bulunmayışı, dişi organın tek karpelli olması, stamenlerin genellikle çok sayıda, nadiren az sayıda olması, belirgin bir flament anter ayrımı olmaması sayılabilir. Ayrıca bu grubun üyeleri, eterik yağlar, alkoloid ve tanenli maddeler gibi sekonder (ikincil) bitkisel maddeleri de içerirler. Bu altsınıf 8 ordo ve 39 familya içermektedir. Bunlardan çevremizden tanıdığımız bitki türlerini içeren familyalara örnek olarak, Magnoliaceae (Manolyagiller), Ranunculaceae (Düğünçiçeğigiller), Papaveraceae (Gelincikgiller) verilebilir. Subklassis : Hamamelidae Çoğunlukla odunsu bitkilerdir. Çiçekleri çoğunlukla anemogam (rüzgarla tozlaşan), küçük ve petalsizdir. Sepal ve petal içerdiklerinde küçük ve pulsu yada belirsizdir. Kuzey yarım kürenin kurak iklim kuşaklarına adapte olmuş ve yaprak döken ormanlar oluşturmuşlardır. Bu subklassis üyeleri içerdikleri bir takım kimyasal maddeler bakımından Magnoliidae subklassisinden ayrılmaktadırlar. Bu subklassis 11 ordo, 24 familya ve 3400 tür içermektedir. Bunlardan geniş yayılış alanına sahip bitki türlerini içeren familyalara Platanaceae (Çınargiller), Moraceae (Dutgiller), Urticaceae (Isırgangiller), Juglandaceae (Cevizgiller), Fagaceae (Kayıngiller) örnek olarak verilebilir. Subklassis : Caryophyllidae Diğer iki altsınıfa nazaran daha ileri bir grubu teşkil etmektedir.Çoğunlukla otsu bitkilerdir. Kurak ve tuzlu ortamlara uyum sağlamışlardır. Ayrıca azotca zengin ortamlarda yetişen bitkileri de içerirler. Petalleri var yada yoktur. Stamenler genellikle iki daire halinde dizilmiş olup, her dairede 5 adet stamene sahiptirler. Bazı türlerde dış stamen dairesi ortadan kalkarak stamen sayısı azalmıştır. Bu altsınıfın çoğu üyelerinde betalsin adı verilen kimyasal maddeler üretilmektedir. Tohum yapılarında tipik olarak nişasta depo ederler. Bu altsınıf 3 ordo, 14 familya ve yaklaşık 11.000 türden oluşmuştur. Tanıdığımız ve yaygın bitki türlerine sahip familyalara örnek olarak, Cactaceae (Kaktüsgiller), Chenopodiaceae (Kazayağıgiller), Portulaceae (Semizotugiller), Caryophyllaceae (Karanfilgiller) verilebilir. Subklassis : Dilleniidae Çoğunlukla kimyasal olarak tanenli, betalsinsiz ve alkoloidlerce fakirdir. Birkaç familyası hardal yağlarını içermeleri ile karakteristiktir. Çiçekleri çok petalli, nadiren petalsiz yada birleşik petallidir. Birleşik petalli oldukları durumda ya korolla loplarından daha çok stamen içerirler yada stamenler korolla loplarının karşısında bulunur. Plasentasyon (tohum taslaklarının ovaryuma bağlanma şekilleri) değişik şekillerdedir. Bu altsınıf 13 ordo, 77 familya ve yaklaşık 25.000 tür içermektedir. Önemli ve tanıyabileceğimiz bitki türlerini içeren familyalara örnek olarak, Theaceae (Çaygiller), Tiliacea (Ihlamurgiller), Malvaceae (Ebegümecigiller), Violaceae (Menekşegiller), Cucurbitaceae (Kabakgiller), Salicaceae (Söğütgiller), Brassicaceae (Hardalgiller) verilebilir. Subklassis : Rosidae Bu altsınıf içerdikleri tür sayısı itibarıyla zengin bir gruptur. Kimyasal bileşikler olarak, çoğunlukla tanenli, seyrek olarak iridoid bileşikleri bazende triterpenoidleri içerirler. Çiçeklerinde petalleri belirgin, ayrık veya seyrek olarak dipte birleşmiş, nadiren tüp şeklinde olabilir. Bazen çok indirgenmiş veya hiç olmayabilir. Ovaryum diğer çiçek organlarının altında yada üstünde bulunabilir. Stamenleri çok sayıda olduğu zaman gelişmelerini dıştan merkeze doğru tamamlarlar. Plasentasyon çeşitli tiplerde, bileşik ovaryumlarda genellikle eksene bağlı durumdadır. Rosidae altsınıfı 18 ordo, 114 familya yaklaşık olarak 58.000 türden oluşmaktadır. Günlük yaşamımızda kullandığımız birçok ekonomik kullanımı olan türleri de içermektedir. Familyaları sayısınca Angiosperm lerin en büyük altsınıfıdır. Fakat tür sayısı bakımından bundan sonra göreceğimiz Asteridae ile hemen hemen aynı büyüklüktedir. Örnek olarak Rosaceae (Gülgiller), Fabaceae (Leguminosae) (Baklagiller). Elaeagnaceae (İğdegiller), Punicaceae (Nargiller), Cornaceae (Kızılcıkgiller), Euphorbiaceae (Sütleyengiller), Vitaceae (Asmagiller), Hippocastanaceae (Atkestanesigiller), Rutaceae (Turunçgiller), Apiaceae (Umbelliferae) (Maydonozgiller) verilebilir. Subklassis : Asteridae Kimyasal olarak çok çeşitli ürünleri, genellikle iridoid bileşikler, alkoloidler, eterik yağlar, acı maddeler bulunan tıbbi ve zehirli bitki türlerini içeren familyalara sahiptir. Çiçeklerde ovaryum, diğer çiçek organlarının altında ya da üstünde olabilir. Çoğunlukla iyi gelişmiş ve gösterişli, nadiren indirgenmiştir. Petaller birleşerek huni ya da çan biçimini almışlardır. Stamenler corolla tüpüne yapışık, lop sayısı kadar, apetal (indirgenmiş petal) olup çiçeklerde stamen hiçbir zaman beşden fazla değildir. Stilus bazen ginobaziktir (ovaryumun tabanından çıkan), bazende uç kısımdan çıkar. Plasentasyon değişik tiplerde ve embriyo çoğunlukla tohuma oranla büyüktür. Bu altsınıf 11 ordo, 49 familya ve yaklaşık 56.000 türden oluşur. Bu türlerin 1/ 3 ü Asteraceae familyasında toplanmıştır. Örnek olarak başlıca Apocynaceae (Zakkumgiller), Solanaceae (Patlıcangiller), Lamiaceae Labiatae, Ballıbabagiller bu familyaya ait türlerin büyük bir bölümünün içerdikleri uçucu ve aromatik yağlar nedeniyle ilaç ve parfümeri sanayiinde oldukça ayrı bir yeri vardır.) Oleaceae (Zeytingiller), Scrophulariaceae (Sığırkuyruğugiller), Pedaliaceae (Susamgiler), Campanulaceae (Çançiçeğigiller), Rubiaceae (Kökboyasıgiller), Caprifoliaceae (Hanımeligiller), Asteraceae (Compositae) (Papatyagiller) familyaları sayılabilir. Klassis : Liliopsida ( Monocotyledoneae = Tekçenekli Bitkiler) Otsu yada çok nadir olarak odunsu bitkilerdir. Bu grup içindeki bitkilerde embriyo, tohum çimlenmesi esnasında tohum içinde bulunan besi dokudan, yedek besin maddesi emebilmek için emeç ödevi gören bir kotiledon (çenek) içermektedir. Bu çenek, fidecik biraz gelişip yeşil renk kazanarak fotosentez yapabilecek büyüklüğe gelinceye kadar beslenmeyi sağlamaktadır. Tek çenekli bitkilerde bitkinin gereksinim duyduğu madde taşınımını sağlayan iletim demetlerinin yapısında kambiyum yapısının bulunmaması nedeniyle sekonder (ikincil) kalınlaşma da görülmemektedir. Bu tip iletim demetlerine "kapalı koleteral iletim demetleri " denir. Gövde yapısındaki iletim demetleri dağınık biçimde dizilmiştir. Bu gruba dahil olan bitkilerde ana kök kısa sürede ortadan kalkarak yerini ana kökün etrafında gelişen çok sayıda ek köklere (adventif kökler) bırakır. Toprak üstü organları çiçek durumları dışında dallanmamaktadır. Yaprakları tipik olarak paralel damarlı, yaprak ayası çok zayıf petiolsüz (sapsız) dür. Çiçek örtüsü perigon tipindedir. Çiçek kısımları belirgin sayıda olduğunda tipik olarak üçlü, nadiren ikili veya dörtlü. Bitkilerin çoğu toprak altı yaşamına uyum sağlamış rizom, yumru, soğan gibi yer altı organlarına sahiptirler. Bu tür bitkilere genel olarak geofitler denir. Çiçekleri genellikle sepalden türevlenen nektaryumlar (balözü bezi) içermektedir. Liliopsida 5 subklassis içermektedir. Alismatidae, Arecidae, Commelinidae, Zingiberidae ve Liliidae. Subklassis : Alismatidae Değişik özelliklerdeki sulak ya da bataklık alanlarda yetişen otsu bitkilerdir. Yaprakları basit almaşlı, nadiren karşılıklı dizilişli, paralel damarlı, geniş ayalı veya ayasız olabilir. Çiçekleri geniş ve gözalıcı görünümden, çok küçükten belirgin olmayana kadar değişen yapıdadır. Bu subklassis 4 ordo, 16 familya ve 500 kadar tür içerir. Subklassis : Arecidae Otsu, çalı, ağaç ve sarılıcı bitkileri içerir. Tropik ve subtropik bölgelerde yayılış gösterir. Çiçekler çok sayıda ve genellikle küçüktür. İki seride , üç tepallidir. Yapraklar almaşlı dar ve paralel damarlıdan, geniş ve ağsı damarlıya kadardır. Meyva üzümsü yada etli veya kuru eriksi tiptedir. Bu altsınıf 4 ordo, 5 familya ve 5.600 kadar türden oluşmuştur. Örnek olarak Arecaceae (Palmae) (Palmiyegiller), Araceae (Yılanyastığıgiller), Lemmaceae (Sumercimeğigiller) verilebilir. Subklassis : Commelinidae Çoğunlukla otsu, seyrek olarak odunsu bitkilerdir. Karasal, nadiren suculdurlar. Yapraklar sarmal, tabanda, paralel damarlı çoğunlukla kınlıdırlar. Çiçekleri genellikle iki eşeyli veya tek eşeyli, küçük görünümlüdür. Periant ilkel familyalarda üçlüdür; sepal ve petal ayrımı belirgindir. Gelişmiş familyalarda ise indirgenmiştir. Ovaryumları üst durumludur. Besi doku büyük ve nişasta depo etmiştir. Tozlaşma anemogamdır. Meyva çoğunlukla kuru, nadiren etlidir. Bu altsınıf 7 ordo, 16 familya ve yaklaşık olarak 15.000 türü içermektedir. Tanıdığımız bazı türleri içeren familyalara Juncaceae (Hasırotugiller), Cyperaceae (Papürüsgiller), Poaceae (Gramineae) (Buğdaygiller), Typhaceae (Sukamışıgiller) örnek olarak verilebilir. Bunlardan özellikle Poaceae (Buğdaygillerin) önemi büyüktür. Meyvası nişasta bakımından zengin olan bu familya üyelerinin bir çoğu tahıl bitkisi olarak kullanılır. Ayrıca şeker ve yağ içeren türleri de vardır. Öte yandan hayvanlar açısından büyük değer taşıyan çayır ve meraların önemli bitkileri bu familyaya aittir. Kozmopolit olan bu familya 9000 kadar tür içermektedir. Subklassis : Zingiberidae Nadir olarak basit, dalsız gövdeli küçük ağaçlar yada epifit ( başka bitkiler üzerinde yaşayan bitki) otsu bitkilerdir. Çiçekleri genellikle iki yada tek eşeyli, göz alıcı, büyük ve parlak renklidir. Sepal ve petaller üçer adet serbest yada bileşiktir. Stamenler iki dairede üçer olmak üzere 6 adettir. Bu altsınıf 2 ordo, 9 familya ve yaklaşık olarak 3000 türden oluşmaktadır. Örnek familyalar olarak Musaceae (Muzgiller) ve Zingiberaceae (Zencefilgiller) verilebilir. Subklassis : Liliidae Bazıları epifit nadiren sucul genellikle karasal (rizom, yumru veya soğanlı) geofit otsulardır. Çiçekleri büyük ve göz alıcı renklidir. Çiçek örtüsü perigon şeklinde, 2 serili ve her seride 3 tepal yaprağı içermektedir. Çoğunlukla sepal nektaryumludur. Yapraklar alternat nadiren karşılıklı veya dairesel, dar paralel damarlı, kenarları dar, dişli veya hafif parçalıdır. Ginekeum 3 karpelli ve 1 pistillidir. Stamenler 1, 3 veya 6 tanedir. Meyva genellikle kapsüladır. Liliidae subklassisi 2 ordo, 19 familya ve yaklaşık 21.000 tür içermektedir. Örnek olarak Liliaceae (Zambakgiller), Iridaceae (Süsengiller) ve Orchidaceae (Salepgiller) familyaları verilebilir. Ancak türlerinin 4/5 inden fazlası Liliaceae ve Orchidaceae familyalarında toplanmıştır.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.