Jump to content

Biyoloji Günlüğü

Yönetici
  • İçerik sayısı

    623
  • Katılım

  • Son ziyaret

Biyoloji Günlüğü paylaşımları

  1. Animasyon ile görsel eğitimin kalıcı hale getirilmesi taraftarı olarak, Mitoz bölünmeyi ele aldık.
  2. Biyoloji Günlüğü

    Kan ve Kanın İçeriği

    Teşekkürler!
  3. Öğrenirken kitaplara bağlı kalmayın! Tavsiye Bilim, Biyoloji siteleri..
  4. Çok keyifli bir tavsiye verilmiş. Staj yap, yolunu ayarla, hocalara danış, burslarını sırala, al valizini.. Evlenmeden önce yapılması gerekenler listesinin başında geliyor. Fırsatını kendin yarat ve kaçırma!
  5. Protozoonların boşaltım organelleri kontraktil kofullardır. Bu organeller osmoz aracılığı ile yada besin maddeleri ile birlikte sitoplazma içine girmiş olan fazla suyu ve içinde erimiş olan zararlı maddeleri dışarı atmaya yaralar. Çevrelerinden düzgün bir ritim ile sıvı toplayan kontraktil kofullar belli bir büyüklüğe erişince içlerindeki sıvı, sitoplazmanın kontraksiyonu ile dışarı boşaltılır. Ameboid hareketleri olan tek hücrelilerde kontraktil kofulların yeri ve sayıları değişmektedir. Fakat şekilleri her zaman sabit kalanlarda ve üzeri sert pelikula ile örtülü olanlarda kontraktil kofullar vücudun yüzeye yakın belli yerlerinde ve belli yerlerden dışarıya açılırlar. Kontraktil koful bazılarında basit bir kabarcık halinde olur ve etraftan gelen sıvı doğrudan doğruya bu kabarcığın içinde toplanır, bazılarında ise ortada depo görevi gören bir kısım, bunun etrafında da çok sayıda küçük toplama kabarcıkları veya kanalları vardır. basit kontraktil kofullar flagellatların çoğunda ve rhizopodlarda, bileşik kofullar ise daha çok sililerde görülür. Kontraktil kofullar tatlı su formları için karakteristiktir. Çok ender olarak bazı deniz flagellatları ve rhizopodlarında da bulunur. Parazitlerde yoktur. Kofullar önceden anlatılan osmotik farklar sonucunda meydana gelirler. Dış ortamın iç ortama oranla daha az yoğun olması nedeni ile hücre zarından devamlı olarak hücre içine giren su hücre içinde ufak toplama kanalları ile kontraktil kofulda biriktirilir ve sitoplazmanın kontraksiyonu ile içlerindeki su dışarı verilir. Protozoonlardan Paramecium ve Spirostomum da azot üre halinde kontraktil kofulda birikir ve dışarı atılır. Didinium’da ise metabolizma sonucu meydana gelen azot amonyak şeklinde dışarı atılır. Solunum sonucu meydana gelen CO2 gazı da yine suda erimiş halde, kontraktil koful aracılığı ile vücuttan atılır.
  6. Stres ve diğer olumsuz duyguların etkisini azaltmaya yönelik basit ve etkili yöntemler bulmayı hedefleyen yeni bir araştırmaya göre, kendinizle üçüncü şahısta konuşmak duygularınızı kontrol altında tutmanıza yardımcı olabilir. Çalışmada, kendiniz hakkında üçüncü şahıs halinde içinizden birkaç kelime konuşmanın, kendinizle konuştuğunuz sıradan birinci şahıs sohbeti kadar zihinsel çaba tükettiği fakat duyguları dengede tutmada daha etkili olduğu bulundu. Michigan State Üniversitesi’ndeki takıma göre bunun hepsi, kendinize biraz dışarıdan bakmak ve kendinizi başka birinin görebileceği gibi görmekle ilgili. Diğer bir ifadeyle, zihinsel olarak bir adım geri atarak, ölçüsüz ruh hali çalkantılarından kaçınabilirsiniz. Örneğin eğer keyifsiz hissediyorsanız (ve isminiz Merve ise) kendinize “ben neden sinirliyim?” yerine “Merve neden sinirli?” diyebilirsiniz. kaynak, kaynak 2, kaynak 3
  7. Doğal olarak bulunmayan, ancak insanlar tarafından yapay olarak üretilerek çeşitli amaçlar için kullanılan ve doğa için kirletici olan maddelerin biyojeokimyasal döngüsüne yapay madde döngüsü adı verilir. Birçok yapay madde doğal veya biyolojik yolla seyreltilerek veya fiziksel ve kimyasal değişime uğratılarak canlılara zarar vermeyecek duruma gelir. Ancak bazı maddelerin zararlı özellikleri değişime uğramaz, besin zinciri ile taşınarak canlıların dokularında birikerek zarar verecek düzeye gelir, buna biyolojik birikim adı verilir. Örneğin ağır metaller (kurşun, çinko vb.), DDT, PCB sentetik organik kimyasal maddeler besin zincirine girerek organizmalarda hastalık etmeni olacak şekilde birikirler.
  8. Fosfor, protoplazmanın gerekli ve önemli bir birimidir. Fosfor biyolojik sistemlerde genetik bilginin iletilmesi, DNA ve RNA makromoleküllerinin yapısına girmesi ve tüm enerji taşınımı, enerji bağlamada rol alması bakımından önemlidir. Fosforun ana kaynağı fosfat içeren kayalardır. Erozyon ve ayrışma sonucu bitkilere inorganik fosfat erimiş koşullarda ulaşır. Bu şekilde oluşan fosfatın belli bir oranı denize akar. Denizden karasal sisteme akış yapacak oranı ise çok az olup, bu dönüşte insanlar tarafından yapılan balıkçılık ve bazı kuşlar ile gerçekleşmektedir. Fakat insan faaliyetleri sonucu sularla denizlere taşınımı artmış, karaya dönüş ise yavaşlamıştır. Bitkilerce tespit edilen fosfor besin zinciri ile diğer organizmalara geçer. Ölü organik maddelerin artıkları ve kemikler ile karmaşık organik bileşikler, fosfatı parçalayıcı bakterilerce indirgenir ve böylece fosfatlar erimiş duruma geçer. Bunlardan bir kısmı akıp gider, bir kısmı ise biyolojik sisteme geri döner.
  9. Azot atmosferin ana kütlesini oluşturur. Bütün canlılar için çok önemli bir madde olan azot, tüm proteinler ve nükleoproteinlerin temelini oluşturur. Ancak azot hayvanlar ya da yüksek bitkilerce atmosferden doğrudan alınmaz. Atmosferdeki azot bazı bakteri ve mavi-yeşil alglerce bağlandıktan sonra bitkiler tarafından alınır. Atmosferdeki elektrik akımları da bir miktar azotu bağlar ve bu azot yağmur suyu ile toprağa düşer. Herbivor hayvanlar azot gereksinimlerini bitkilerden, karnivorlar ise herbivorlardan sağlarlar. Ölü hayvanların ve bitkilerin vücutlarında bağlı kalan azot toprak ve suda bulunan ayrıştırıcılar ile inorganik şekle dönüştürülür. Bu inorganik azot tekrar yüksek bitkilere geçip organik sisteme girerek döngüyü tamamlar.
  10. Oksijenin kaynağı, atmosfer ve litosferdir. Ayrıca ozon tabakasında da suyun fotolizi ile de bir miktar O2 üretilmektedir. Oksijen, solunum ve organik maddelerin oksidasyonu için gereklidir. Solunum, organizmaların vücudundaki çeşitli biyolojik olaylarda kullanılmak üzere birikmiş enerjiyi açığa çıkarması bakımından çok önemlidir. Bitkiler gündüz oksijen sağlar ve bu gaz tüm organizmalarca solunum için kullanılır. Fotosentez sırasında karbonun organik bileşiklere bağlanmasıyla oksijen serbest kalır. Böylece fotosentez doğadaki oksijen ve karbon dioksit dengesini düzenler. Sucul ortamda ise O2 kaynağı fotosentez ve suda erimiş olarak bulunan oksijendir. Oksijen yetersizliği bitki yaşamı üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Hayvan ve bitkilerin solunumu ile odun, kömür, petrol gibi yakıtların yanması esnasında ve organik maddelerin oksidasyonu için O2 gereklidir.
  11. Karbonun yeryüzünde doğal kaynağı atmosfer, hidrosfer ve litosfer'dir. Karbon, hidrosferde karbon dioksit (CO2) veya bikarbonat; litosferde kömür, doğalgaz, petrol, kireçtaşı ve nadiren karbon halinde, canlılarda ise organik moleküllerin yapısında bulunur. Bitkilerde organik bileşiklerin yapımı için gerekli olan karbonun ana kaynağı karbon dioksit'dir. Karbon dioksit bitkiler tarafından alınarak karbonhidrat ve diğer moleküllerin yapımında kullanılır. Bitkilerin organik bileşikler yapımında kullandığı karbon besin zinciri ile diğer canlılara geçer. Fotosentez ile CO2 kullanılarak oksijen (O2) ve organik madde üretilirken, solunum ile organik madde O2 ile parçalanarak CO2 oluşur. Denizlerde karbon dioksit kaynağı suda çözünmüş CO2, ayrışan organik maddeler ve sedimentlerdir. Denizlerde karbon dolaşımı bitkisel planktonların suda çözünmüş CO2 alarak fotosentezle organik bileşiklere bağlaması şeklinde olur. Daha sonra bitkisel planktonları besin olarak kullanan, hayvansal planktonlar, balıklar ve diğer canlılar organik bileşiklere bağlanan karbonu besin olarak kullanır ve bu esnada ortama CO2 verir. Böylece sudaki CO2 döngüsü devam eder.
  12. Boşlukta yer kaplayan ve kütlesi olan tüm varlıklara madde denir. Canlılar yaşamlarını sürdürebilmek için ortamlarından madde alıp vermek zorundadır. Canlı ve cansız çevre arasında maddelerin alınıp verilmesine madde döngüsü (madde çevrimi, ekolojik döngü) denir. Maddenin litosfer, hidrosfer ve atmosfer arasında sadece fiziksel değişime uğramasına hidrolojik döngü adı verilir. Su atmosfer, kara ve deniz arasında sistemli ve sürekli bir şekilde hareket halindedir. Bitkiler fotosentez için güneş ışığı dışında su, karbo ndioksit, azot, fosfor vb. gibi inorganik maddelere gereksinim duyarlar. Bu inorganik maddeler bitkileri yiyen otobur hayvanların vücutlarında toplanır, onlardan da etobur hayvanların dokularına geçer. İnorganik maddelerin cansız ortamdan alınıp, canlılar arasında aktarıldıktan sonra tekrar cansız ortama eklenmesi biyojeokimyasal madde döngüsü olarak tanımlanır. Canlılar ile jeolojik çevrelerini kapsayan ve kimyasal değişim sonucu oluşan maddelerin dolaşımı sonucu biyojeokimyasal döngüler oluşur. Böylece canlıların gereksinim duyduğu ancak sınırlı miktarda bulunan birçok elementin tekrar kullanımı mümkün olur.
  13. Bir maddenin bir noktadan başka bir noktaya hareketi, ya da fiziksel, kimyasal olarak bir şekilden başka bir şekle dönüşmesi bir iştir ve bu işin yapılabilmesi için de enerji kullanımı gerekir. Birinci termodinamik yasası (enerjinin korunumu ilkesi): "Enerji bir şekilden diğer şekle dönüşür, ancak yaratılamaz veya yok edilemez." Sistemin kazandığı enerji çevreden eksilirken, sistemin kaybettiği enerji de çevreye eklenmiş olur. Bunun sonucu sistem ve çevresinde toplam enerji miktarı sabit kalır. Çünkü enerjinin dönüşümü esnasında enerji kaybı olmaz, ancak kimyasal enerji canlıda ısı ve hareket enerjisine dönüşmüş olabilir. İkinci termodinamik yasası (düzensizlik ilkesi); "Enerji daha yoğun ve kararlı bir şekilden daha kararsız ve daha az yoğun olan bir şekle dönüşme eğilimindedir". Ekosistemde besin zincirini oluşturan bir ögeden diğerine olan enerji dönüşümünde, belirli bir ısı ortaya çıkar ve meydana gelen ısının bir kısmı işe çevrilirken diğer kısmı çevreye verilerek kaybolur. Üçüncü termodinamik yasası; Devamlı bir şekilde bozulan bir sistemin sıcaklığı mutlak sıfıra düşmez. Ekosistemlerde oluşan besin zincirleri eksilen madde veya enerjiyi tamamlayarak tükenmesini önler. Bitkiler (primer üreticiler) güneş enerjisini fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüştürerek birincil ürün'ü meydana getirirler. (Ayrıca bazı bakteri ve basit su yosunları ışık olmadan organik maddeyi sentezleyerek kemosentez ile birincil üretim yapabilir.) Bitki dokularında organik maddeler şeklinde biriken bu enerjinin bir bölümü bitkilerin kendi işlevleri için kullanılır; diğer bir bölümü ise beslenme yoluyla otobur hayvanlara geçer. Besinlerini bitkileri yiyerek elde eden otobur hayvanlar da aldıkları enerjinin bir bölümünü kendileri kullanarak sekonder ürün'ü oluşturur; kalanı ya ısı olarak kaybolur, ya da kullanılmadan dışkı olarak dışarı atılır. Ayrıştırıcılar da ölen canlıların vücutlarındaki kimyasal enerjiyi kullanırlar. Bu şekilde güneşten ayrıştırıcılara kadar sürekli ve tek yönlü bir enerji akımı gerçekleşmiş olur. Bitkilerce yakalanan enerji, tüketiciler tarafından kullanılan enerjiyi karşılamadığı zaman besin eksikliği ortaya çıkar ve açlık başlar. Belli türlere ait bireylerin diğer türlere ait bireyler üzerinden beslenmesi sonucu besin zinciri oluşur. Besin zinciri ya bitkilerle veya organik artıklarla başlar. Ancak doğada organizmalar tek bir besinle değil çok değişik, şekil ve düzeylerde alırlar. Beslenme bitkilerden başlayıp çeşitli hayvanlarda son bulan zaman zaman kesişerek karmaşık birçok zincirden oluşmuş ağ şeklindedir. Ekosistemi oluşturan canlıların enerji sağlamak amacı ile birbirleri üzerinden beslenmeleri sonucu oluşan bu çok karmaşık ilişkiye besin ağı denir. Üreticiler; klorofilli bitkiler olup, potansiyel enerjiyi kimyasal enerjiye çevirerek depolayabilir. Bu sentez karada tohumlu ve tohumsuz bitkiler, sucul ortamda ise fitoplanktonlar, algler ve çiçekli bitkiler tarafından yapılır. Bitkisel organizmaları besin olarak kullanan organizmalara birincil tüketiciler denir. Karasal ortamdaki otobur formların esasını böcekler, kemirici memeliler ve geviş getirenler, sularda ise fitoplanktonik formlarla beslenen küçük boylu canlı türleri oluşturur. Otobur hayvanları besin olarak kullanan hayvanlara ise ikincil tüketiciler; ikincil tüketicileri besin olarak kullanan etobur hayvanlara da üçüncül tüketiciler denir. Besin zincirinin son halkasında ayrıştırıcılar vardır ve bunların başında bakteri ve mantarlar gelir. Enerjinin birincil üreticilerden ayrıştırıcılara kadar olan akımı sırasında, enerji bir beslenme seviyesinden diğerine geçer ve her seviyede şekil değiştirir. Bir seviyeden diğerine enerji transferinde enerjinin %90'ı solunum ve ısı ile kaybolur.
  14. Toprak ve onun fiziksel, kimyasal ve fizikoşimik özelliklerinden oluşan fiziksel çevreye edafik çevre faktörleri denir. Doğal bir oluşum sürecinden sonra oluşan, içinde biyolojik, fiziksel ve kimyasal olaylar cereyan eden, belli özelliklere sahip üst litosfer tabakasına toprak denir. Toprak su, hava, organik, inorganik maddeler içerir. Toprağın inorganik bölümünün kaynağını yeryüzüne çıkmış ve ayrıştırma faktörlerinin etkisine maruz kalmış kayaçlar oluşturur. Bitki, hayvan ve mikroorganizmaların ölü artıkları topraktaki organik maddenin kaynağıdır. Toprak içindeki boşlukların bir kısmı su ile dolu olup, bu toprak suyunu oluşturur ve bu suyun bir kısmı yerçekimi etkisinde hareket ederken, bir kısmı toprak kolloidleri tarafından tutulur. Toprak havasının bir kısmı toprak boşluklarını doldurmuş, bir kısmı kolloidler tarafından absorbe edilmiş, bir kısmı da toprak suyunda çözünmüş olarak bulunur. Toprakta bulunan mikroorganizmalar oksijeni kullanarak organik maddelerin karbonunu okside ettiklerinden toprak havasındaki CO2 miktarı atmosferdekine göre fazla olur. Kötü havalanma yüksek bitkilerde; kök gelişiminin yavaşlaması ve durmasına, bitki besin maddelerini ve su alımının azalması, toksik bazı özel organik bileşiklerin oluşmasına neden olur. Ana kayaçların ve organik artıkların doğal koşullarda parçalandıktan sonra üst üste tabakalaştıkları görülür ve bu yatay katlara horizon denir. Topraktaki bu tabakalar renk, yapı, yapışkanlık, kalınlık, reaksiyon ve kimyasal bileşikler bakımından birbirlerinden farklıdır. Yeryüzündeki topraklar zonal, interzonal ve azonal toprak ordoları olarak üç büyük ordo altında toplanır. Zonal toprakların oluşumları iklim tarafından kontrol edilir. İnterzonal topraklar kötü drenaj, tuzluluk veya diğer bazı bölgesel şartların tesiriyle oluşan topraklar olup, birçok özelliği aynı bölgenin zonal topraklarının özelliklerine benzer. Azonal topraklar belirli horizon değişimleri göstermeyen topraklardır. Toprakta bitkisel organizmalar, yüksek bitkilere ait kökler, algler, mantarlar, aktinomisetler ve bakteriler bulunur ve bunlar toprağın mikro ve makroflorasını oluşturur. Bitki kökleri canlıyken topraktaki çözünebilen besinleri alarak bir denge sağladıkları gibi besin maddelerinin yararlı hale geçmesine doğrudan etki ederken diğer taraftan toprak mikroorganizmaları için ölü doku sağlar. ğunluğu klorofil içerir ve toprak yüzeyine yakın olarak, bazıları ise daha derinde bulunabilir. Mantarlar toprakta organik maddenin ayrışmasında büyük bir rol oynar. Aktinomisetler organik artıkların çözülmesinde ve besin maddelerinin serbest kalmasını sağlar. Ototrof bakteriler enerjilerini amonyum, kükürt ve demir gibi mineral maddelerini oksitleyerek temin eder ve sayıca az olmalarına karşın nitrifikasyon ve kükürt oksidasyonu üzerinde etkili olduklarından yüksek bitkiler için büyük bir öneme sahiptirler. Toprakta bulunan bakterilerin çoğunu ise heterotrof bakteriler oluşturur ve bunlar gerekli enerjiyi doğrudan doğruya toprağın organik materyalinden sağlarlar. Toprağın mikrofaunasını Nematod, Protozoa ve Rotiferler oluşturur ve bunların bir bölümü çürüyen organik materyal üzerinde, bir bölümü ise yüksek bitkilerin köklerinde parazit olarak yaşarlar. Toprağın makrofaunasının esasını eklembacaklılar, kurtlar, salyangozlar ve bazı memeliler (kemiriciler) oluşturur.
  15. Suyun fiziksel ve kimyasal özellikleri hidrografik faktör olarak tanımlanabilir. Hidrosfer yeryüzünün %71'ine yakın bölümünü örtmüş durumdadır. Suyun doğada katı sıvı ve gaz şeklinde atmosfer, okyanus ve karalar arasında dolaşmasına hidrolojik dolaşım denir. Sucul ortamdaki sıcaklık değişimleri karasal ortama göre daha yavaş gelişir ve bölgesel değişimler uzak mesafelerde izlenir. Yüzey gerilimi sayesinde su yüzeyinde küçük ve hafif canlılar yaşamlarını devam ettirirler. Suların içerdikleri askı madde miktarına bağlı olarak berraklığı azalır ve buna suların turbiditesi denir. Genelde sular %4 den fazla askı yükü içerdiklerinde berraklılığını kaybederler. Sudaki askı madde suyun optik özelliğini bozarak ışık şiddetini ve ışığın su içindeki yayılışını azaltarak bitkiler ve fazla ışığa gereksinim duyan hayvanların ölmelerine neden olur. Sudaki çözünmüş gazların kaynağını su ve atmosfer arasındaki alışveriş oluşturur. Suyun üst tabakasında çözünen bu gazlar daha sonra derinlere iner. Ekolojik yönden etkin role sahip gazların başında oksijen, karbon dioksit, hidrojen sülfür ve metan gelir. Sucul ekosistemlerde oksijen; fotosentez, su yüzeyinin atmosferle ilişkisi, akıntı ve rüzgârların etkisi ile artar, solunum ve oksidasyon ile azalır. Suda serbest halde bulunan H+ iyonu konsantrasyonuna suyun pH sı (asitliği) denir ve pH değişimleri canlıların solunum gibi biyokimyasal aktiviteleri üzerinde etkilidir.
  16. Sıcaklık ve basınç farkları nedeni ile oluşan hava kütlesi hareketleri sonucu rüzgâr meydana gelir. Havanın içerdiği gazlar ve hava kirletici olarak bilinen birçok madde rüzgârla taşınır. Rüzgârın ekolojik etkisi esme yönüne, şiddetine ve esme mesafesine bağlı olarak değişir. Ülkemizde etkin 8 rüzgâr tipi vardır. Lodos sıcak havayı, yıldız poyraz ve karayel soğuk havayı getirir. Bu nedenle lodos toprakta kurutucu ve ısıtıcı, yıldız ve poyraz ise soğutucu bir etki yapar. Rüzgâr canlıların üzerinde mekanik ve fizyolojik etki yapar. Örneğin tek yönlü ve sürekli esen rüzgâr bitkilerde bayrak oluşumuna neden olur. Diğer taraftan hızlı esen rüzgârlar bitkilerin yaprak, meyve ve dal gibi kısımlarında kırılmalara hatta bazen köklerinden sökülerek devrilmelerine neden olabilir. Rüzgâr toprak ve bitki yüzeylerinden buharlaşmayı hızlandırarak su kaybına neden olur ve bunun sonucu bitkiler yeterince fotosentez yapamaz ve verim düşer. Diğer taraftan rüzgâr canlıların pasif taşınmasında etkin rol oynar.
  17. Işığın şiddeti ve yapısı genelde sabit olmayıp ortamsal faktörlere bağlı olarak değişebilir. Işık süresi ise sadece enlemlere ve mevsimlere bağlı olarak düzenli bir değişim gösterir. Bitki ve hayvanların çoğunda izlenen fizyolojik aktiviteler gece-gündüz periyoduna ve mevsimlere bağlı olarak değişir. Gece gündüz süresi mevsimlere göre değişim gösterir ve bu değişime bağlı olarak canlıların hayatsal faaliyetlerinde mevsimsel biyolojik ritimler görülür. Işık etkisiyle bitkilerde fotosentez, fotoperiyodizm, terleme, çimlenme ve çiçeklenme, hayvanlarda ise üreme ve diapoza girme gibi biyolojik ritmler görülür. Günlük (sirkadiyen) ritimler 24 saat veya ona yakın olan ritimlerdir. Canlılarda gece gündüz periyoduna bağlı olarak niktemeral ritim ortaya çıkar. Ayrıca özellikle deniz organizmalarında yaygın olarak aylık ritmler görülür. Bitkilerde fotosentez ile, aynı şekilde hayvanlarda yaşam faaliyetleriyle ışık şiddeti arasında yakın ilişki bulunmaktadır. Bunun yanında canlılar değişik dalga boyundaki ışığa duyarlılıkları da farklılık gösterir.
  18. Aktif haldeki canlıların protoplazmalarının %70-%90'ı sudur. Yağış (kar, dolu, yağmur, çiğ ve sis) canlıların yaşamı için gerekli suyun kaynağını oluşturur ve sıcaklık faktörü ile birlikte yeryüzündeki bitki ve hayvan topluluklarının yapısal özelliklerini, tür çeşitliliğini, yaşamsal ritimlerini belirleyen önemli bir çevre faktörüdür. Yağışın miktarı, dağılışı ve şekli canlılar için sınırlayıcı bir çevre faktörüdür. Atmosferdeki nem mutlak nem (1m3 havada bulunan su buharı miktarının gram olarak ifadesi) ve nisbi nem (belli miktarda havanın içerdiği su buharı miktarının aynı sıcaklıktaki havanın doymuş su buharı miktarına oranının yüzdesi) olmak üzere ikiye ayrılır. Suyun donmuş olması sonucu ortamda yeterli yağış olmasına rağmen bitkiler bu sudan yararlanamaz (fizyolojik kuraklık); çöllerde ise su kıtlığının neden olduğu fiziksel kuraklık yaşamı ve tür zenginliğini kısıtlar.
  19. Karasal ortamlarda sıcaklık özellikle enlem derecelerine bağlı olarak önemli farklılıklar gösterir. Toprak sıcaklığı; bölgenin güneşlilik durumuna, bitki örtüsüne, rengine, su içeriğine, fiziksel ve kimyasal özelliklerine ve hava hareketlerine göre değişiklik gösterir. Sucul ortamlarda ise, bölge, mevsimler ve ortam tipleri sıcaklık değişiminde önemli rol oynar. İç suların sıcaklığı genelde hava sıcaklığını izler. Canlılar -200°C ile +100°C arasında yaşayabilmekle birlikte, genelde hayatsal faaliyetlerini 0°C ile 50°C arasında sürdürürler. Ancak her organizmanın sıcaklığa karşı olan toleransı farklılık gösterir. Canlıların yeryüzündeki dağılışları ile yıllık sıcaklık arasında yakın ilgi bulunur ve kendileri için en uygun bölgelerde toplanırlar. Uygun olmayan sıcak dönemleri canlılar uyku durumunda geçirir veya bir başka bölgeye göç ederler. Uyku durumunun; düşük sıcaklıkların gelişmeyi engelleyecek düzeyde olması halinde ortaya çıkmasına hibernasyon, yüksek sıcaklıklarda ortaya çıkmasına estivasyon denir. Bunun dışında sıcaklık değişimine bağlı olarak morfolojik, fizyolojik, ekolojik ve etolojik uyumlar vardır. Hayvanlar alemi sıcak kanlı ve soğuk kanlı hayvanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Soğuk kanlı hayvanlar (heteroterm) vücut ısısı çevre sıcaklığına bağlı olarak değişir (yılan, timsah vb.). Sıcak kanlı hayvanlar (homoterm) da ise vücut ısısı sabit olup (tavşan, at vb.), çevredeki değişimlere göre vücut ısısını ayarlayabilirler.
  20. Çevre, belli bir yaşam ortamında canlıların yaşamı üzerinde etkili olan fiziksel, kimyasal ve biyotik faktörlerin bütünlüğüdür. Daha kısa bir tanımla organizmaların yaşamı üzerinde etkili olan bütün faktörler onun çevresidir. Bu tanımlarda ortak olan canlı ve cansız varlıklar arasındaki ilişki, diğer yandan canlı yaşamını etkileyen fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünlüğüdür. Her canlının biri cansız, diğeri canlı olmak üzere iki çevresi vardır. Canlı çevre, canlı ile aynı fiziksel alanı paylaşan ve canlıyı direk yada dolaylı olarak etkileyen tüm diğer canlılardır. Örneğin ormandaki bir tavşanın canlı çevresi sadece tavşanlar olmayıp, ormanda bulunan diğer bitkisel ve hayvansal organizmalar, ormanda yaşayan ve avlanan insanlar da onun canlı çevresidir. Cansız çevre canlıların içinde veya üzerinde yaşantılarını sürdürdükleri kaya, su gibi somut ortamlardır. Bunun dışında iklim elemanları, su ve toprağın fiziksel, kimyasal özellikleri cansız çevreyi oluştururlar. Çevre tanımı yanlız insan açısından ele alındığında; insanın diğer insanlarla olan ilişkiler sürecinde birbirleri üzerinde etkin olması ve insanın kendi dışında ki tüm canlı ve cansız varlıklarla olan ilişkilerini kapsar. Çevreyi, niteliğine göre fiziksel ve toplumsal çevre olmak üzere iki ana başlık altında incelemek mümkündür. Çevre mekansal boyutlara göre ele alınması durumunda, yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası boyutlarda düşünülebilir. Canlıların içinde yaşadığı varlığını, özelliğini ve niteliğini fiziksel olarak algıladığı ortama fiziksel çevre denir. Oluşumunda insanın etkisi olmadığı çevreye doğal çevre, insanın kendi amaçları doğrultusunda değiştirmiş olduğu çevreye ise yapay çevre denir. İnsanın doğayı kendi istekleri doğrultusunda değiştirmesi, doğal çevreden bahsetmeyi güçleştirmektedir. Örneğin bir yol inşa ederek cansız çevre üzerinde etkili olurken, geniş alanlarda buğday tarımı yaparak canlı çevreyi değiştirmektedir. Bu nedenle yapay çevre yaratılmış olduğu dönemdeki toplumun bilgi, teknoloji ve toplumsal değerlerini yansıtır. İnsanların ekonomik, toplumsal ve siyasal ilişkilerinin tümüne toplumsal çevre denir ve insanların birbirleriyle olan resmi olmayan tüm ilişkileri toplumsal çevreyi oluşturur. Bu anlamda toplumsal ve fiziksel çevre birbirini tamamlayan iki kavramdır. Çevreyi mekan açısından ele aldığımızda coğrafi sınırlar önem kazanır ve yerelden küresele uzanan mekan boyutları vardır. Organizmanın doğal olarak yaşadığı mekana ise habitat denir. Habitat bir türe ait birey veya populasyonun arandığında bulunduğu yer olup, bir başka deyişle onun adresidir. Organizmanın adaptasyonu, fizyolojik tepkileri ya da öğrenilerek kazandığı davranışlarından doğan haline ekolojik niş denir ve kısaca niş organizmanın ekosistemdeki işidir. Morfolojik olarak (büyüklük şekil ve renk gibi) birbirlerine çok benzeyen, aralarında döllenerek kendilerine benzer üreyimli döller meydana getirebilen bireyler topluluğuna tür denir. Belli bir bölgede yaşayan aynı türe ait bireyler populasyonu, farklı türlere ait populasyonlar bir araya gelerek kommunite'yi oluşturur. Canlı varlıkların yaşamını sürdürebilmesi için uygun çevresel koşulları taşıyan, çevresinden oldukça kesin sınırlarla ayrılabilen, homojen çevre koşullarına sahip bir coğrafik bölge veya değişken hacimli bir ortama biyotop denir ve bir kommunitenin yerleştiği alan biyotop olarak kabul edilebilir. Belli bir bölgede belli bir zaman içinde yaşayan ve karşılıklı ilişkiler içinde bulunan aynı türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğa populasyon denir. Populasyonlar arası ilişki coğrafik veya topoğrafik etkiler sonucu engellenmesi sonucu bazı farklı özellikler gelişerek coğrafik populasyonlar oluşur. Populasyonda bulunan bireylerin sayısal durumu, genetiksel ve ekolojik özellikleri populasyonun yapısal özellikleri olup, bireylerin dağılış şekli, yoğunluğu, yaş dağılımı, seks oranı, büyüklüğü, genetiksel çeşitliliği ve bolluk değişimleri, bir populasyonun yapısında etkili olan başlıca özelliklerdir. Bireyler anne-babadan gelen genetik malzemeye göre belirli özelliklere sahip genetiksel çeşitlilik gösterir ve bu tip bireyler topluluğu genetiksel populasyonu oluşturur. Genetik farklılığa sahip bireylerin bir bölümü çevre koşullarına uyum sağlayarak diğerlerine göre daha iyi gelişirken, uyum gösteremeyen bireyler iyi gelişemez ve diğerleriyle rekabet edemeyerek doğal seçilim sonucu bölgeden kaybolurlar. Belli çevresel koşullara sahip bir ortamda yaşayan bitkisel ve hayvansal populasyonların bir araya gelmesiyle oluşan topluluğa kommunite (yaşam birliği) denir. Kommuniteler sadece bitkisel veya hayvansal populasyonlardan oluşabildiği gibi, her ikisinin karışımından da oluşabilen tür topluluklarıdır. Yaşam birliklerinde tür çeşitliliği; evrimsel ve ekolojik zaman, iklimsel denge, yüzeysel heterojenite, üretim, rekabet, avcılık ve insan gibi faktörlerin etkisi altındadır. Kommuniteler ekosistemin canlı bölümünü oluşturur ve aralarında çoğu zaman belirgin olan bir geçiş zonu (ekoton) bulunur. Ekotonlarda her iki kommuniteye ait türler bulunduğundan türce daha zengin olurlar (sınır etkisi). Ortamsal özelliklerine göre karasal, denizel ve tatlısu kommuniteleri olmak üzere üç büyük grupta incelenebilen kommuniteler, kendilerini oluşturan türler ve bunlara ait bireylerin dağılışına uygun olarak düşey ve yatay yönlerde belli yapısal özellikler gösterirler.
  21. Biyoloji Günlüğü

    İnsan Neden Var ?

    Sorgulayan zihinlere hayranım ve üşenmeden okurum üstüne teşekkür de ederim. Biz sağlam parazitleriz. Göçebe, işine geldiği gibi davranan, her ihtimalde ayakta kalmak için fırsatları değerlendiren ve kendi türüne bile saygısı olmayan acımasız parazitleriz. Çok insanlarla muhattap olmamak gerek
  22. Alzheimer’da hafıza kaybını tersine çevirmek, yeni protein hedefinin keşfiyle daha yakın gibi görünüyor. MIT’ten çıkan yeni araştırmaya göre, Alzheimer’lı insanlarda anı oluşum sürecine müdahale eden bir enzim, kirli işini yapmasına yardımcı olan bir proteinin keşfi sayesinde artık özel olarak hedef alınabiliyor. Bu çok önemli bulgu, bir gün Alzheimer’lı insanlarda hafıza kaybını önleyebilecek hatta geri çevirebilecek yeni bir tedavi türüne bir adım daha yaklaşmamızı sağlıyor. Alzheimer hastalığı, beynin hücrelerinde beta amiloid ve tau proteinlerinin birikmesiyle ilişkilendirilen sinirsel bir durum. En yeni tedavilerin çoğu, beynin işlevselliğini yeniden kazanmasına yardımcı olmak amacıyla bu protein plaklarının oluşumunu analiz etme ve azaltma üzerine odaklanmıştı. Bu yığınların, Alzheimer hastalarında demans belirtilerini oluşturmada oynadığı kesin rol hiç belirgin olmamıştı ve yığınları tahliye etmeye yardımcı olan ilaçlar da algısal yetenekleri geri getirme konusunda fazla bir şey yapıyor gibi görünmüyorlardı. kaynak, kaynak 2, kaynak 3
  23. Balinaların ses çıkarabildiği ve birbirleriyle iletişim kurabildiği biliniyor. Ancak bugüne kadar bu canlıların nasıl duyduğu anlaşılamamıştı. Balinaların hem büyüklükleri hem de okyanuslarda yaşamaları bilimsel araştırmaları zorlaştırıyordu. Çubuklu balinaların, iskeletleriyle kaynaşmış karmaşık yapılı kulak kemikleri vardır. Bu bilgiden yola çıkan bir grup araştırmacı, balinaların iskeletlerinin işitme duyuları ile bağlantılı olabileceğini varsayarak çeşitli çalışmalar yapmış. Önceki yıl ABD kıyılarına vurarak ölmüş iki balinanın iskeletleri üzerinde tomografi kullanılarak yapılan deneyler, balinaların iskeletlerinin anten görevi gördüğünü gösteriyor. Araştırmacıların Kaliforniya’daki 2018 Deneysel Biyoloji Konferansı’nda sunduğu sonuçlara göre frekansı 10-200 Hz aralığında olan sesler balinaların iskeletlerinin titreşmesine sebep oluyor ve kulak kemiklerinin iskeletle kaynaşık olması sayesinde bu titreşimler kulaklara aktarılıyor. Böylece balinalar duyabiliyorlar. Balina iskeletlerinin özellikle balinaların aralarında iletişim kurmak için kullandıkları düşük frekanslı seslere karşı hassas olduğu belirtiliyor. kaynak, kaynak 2, kaynak 3

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.