Jump to content

TolgaAkogretmen

Üye
  • İçerik sayısı

    125
  • Katılım

  • Son ziyaret

TolgaAkogretmen paylaşımları

  1. TolgaAkogretmen

    Gıda Terörü

    Güzel ve önemli bir konu. Bu yazı bu kadarla kalmamalı diye düşünüyorum. Yani, zaman içerisinde edindiğimiz ek bilgilerle bu konuyu olabildiğince detaylandırmamız gerekiyor. Gıda, kesinlikle ihmale gelmez. Emeğiniz için teşekkürler.
  2. İnsan genetiğinde veya genomunda kaç gen bulunduğunu bulmak, bilim insanlarının düşündüğü kadar kolay değil. Bir genin tanımı, 15 yıldan uzun bir süre önce İnsan Genomu Projesi' nin tamamlanmasından bu yana değişmiştir. Genler, "RNA'ya kopyalanan ve daha sonra proteinlere dönüştürülen talimatları içeren DNA uzantıları" olarak tanımlanırdı. Araştırmacılar, hala bu protein kodlayıcı genlerin kaç tane olduğu konusunda aynı görüşte değiller. BMC Biyoloji' de, 20 Ağustos'ta yayınlanan tahmin aralığı, 19.901 ile yeni açıklanan sayı olan 21.306 arasında. Ancak son on yılda araştırmacılar, tüm genlerin protein üretmediğini öğrendi. Pek çok bilim insanı, bir genin tanımını, "RNA' ları proteinlere dönüştürmek yerine, hücrede başka işlevlere sahip yapanları" da içerecek şekilde genişletti. Johns Hopkins Üniversitesi'nde yeni sayımın başındaki bir biyoistatistikçi olan Steven Salzberg, RNA üreten genlerin (kodlamayan genler) sayıları, protein kodlama genlerinden daha fazla olduğunu söylüyor. Ekibi, bu RNA genlerinden daha önce de fazlasıyla bulmuştu. Küçük RNA'lar işin içine katılmasa bile, Salzberg’in yeni insan gen toplamı en az 46.831. Kaynak
  3. Çok kuvvetli hastane dezenfektanı bile, antibiyotik dirençli organizmalara karşı etkinliğini yitiriyor. Bilim insanları uyardı: Bakteriler alkol bazlı el dezenfektanları karşısında hayatta kalmak için uyum sağlamayı öğrendiler. Özellikle de alkol, mikropları daha dirençli hale getiriyor. Özellikle de VRE (Vankomisin Dirençli Enterokok) olarak bilinen bir bakteri grubu, alkole karşı bir mutasyona uğramış görünüyor. Avustralya'daki Peter Doherty Enstitüsü'nden moleküler mikrobiyolog Tim Stinear : “Bu, hastane el hijyeninin sonu değildir, ancak sadece alkol bazlı dezenfektanlara ve VRE gibi bazı bakterilere güvenemeyiz. Burada ek prosedürlere ve politikalara ihtiyacımız olacak. Bu da, hastane için, alternatif dezenfektanlar, belki de klor bazlı süper temizleme rejimleri olacaktır." dedi. Araştırmacılar, 1997-2015 yılları arasını kapsayan dönemde, Avustralya hastanelerinde alkol bazlı el dezenfektanlarının yaygın olarak kabul edilmesinden önce ve sonra hastalardan alınan toplam 139 Enterococcus faecium örneğini test ettiler. Bu numuneler dezenfekte edici bir alkol solüsyonuna maruz kaldıktan sonra, 2010'dan sonra toplanan bakterilerin maddeye on kat daha fazla tolerans gösterdikleri bulunmuştur. 2012'de kafese konulan E. faecium suşuna sahip olan farelerin, bunu daha çok dışkılarında göstermesi de açık bir kanıtı oldu: Alkol, önceki suşlara kıyasla, etkili değildi. Daha sonraki bakteri suşları daha dirençli olduğunu kanıtladı. Ek olarak, alkole dirençli bakterilerin ek genetik analizi, hücre metabolizmasına bağlı spesifik genlerde mutasyon geliştirdiklerini ortaya çıkardı. Ancak, alkole direnç, bakterinin genel olarak antibiyotiklere karşı direncinden farklı bir genetik temele sahip gibi görünüyordu. VRE grubu bakterileri, özellikle bağırsak floralarını bozan bir antibiyotik tedavisi gören hastalar için tehlikelidir. VRE mikropları, idrar yolunda, yaralarda ve kan dolaşımında enfeksiyonlara neden olabilir ve zaten çeşitli antibiyotik sınıflarına da dirençlidir. Bu arada, alkollü losyonların, hastanelerde MRSA (Metisilin Dirençli Staphylococcus aureus) enfeksiyonlarının azaltılması da dahil olmak üzere birçok yönden etkili olduğuna dikkat etmek önemlidir. Bu dezenfektanlar, esasen, onları öldürmek için bakterilerin hücre zarlarını bozarlar. Ancak, bu el losyonlarının diğer prosedürlerle birlikte kullanılması gerekebilir. Araştırmacılar her zaman doğru şekilde kullanılması gerektiğini söylüyor. İnsanların 20-30 saniye (önerilen süre) boyunca ellerini tam olarak temizleme konusundaki isteksizliği, bu bakterinin mutasyona uğrama ve dirençlenme şansının nedenlerinden biri olabilir. Ayrıca, daha uzun süreli el yıkamanın yanı sıra, daha yüksek oranda alkol ve daha etkili hasta izolasyonuna sahip el dezenfektanlarının da yardımcı olabileceğini söyleyip, tavsiye ediyorlar. Daha kapsamlı temizlik rejimlerine de bakmalıyız diyorlar. Kaynak
  4. Dünya, gelecekteki küresel ısınmayı 2° C'nin altına sınırlamak için mücadele ederken, şimdi, herkesin sera gazı emisyonlarımızı mümkün olduğunca çabuk azaltmak için bu işin bir parçası olma zamanı. Ancak kişisel düzeyde bile, hepimiz günlük bir çevresel etki yaparız. Seçimlerimizi nispeten hızlı bir şekilde değiştirebiliriz ve toplum bunu yaygın olarak kabul edilen davranışlar olarak yayabilir. Bu fikirle, İsveç'teki Lund Üniversitesi'nden iki araştırmacı ve Kanada'daki British Columbia Üniversitesi, “bireysel sera gazı emisyonlarını azaltma potansiyeline sahip olanları tanımlamak için kapsamlı bir yaşam tarzı tercihleri paketi” ni analiz etmeye başladı. Bu yaşam tarzı seçimlerini yapmak için 39 hakemli incelemeye, hükümet raporlarına ve çevrimiçi araçlara baktılar. Yaptıkları analize göre, kişisel emisyonlarınıza en büyük etkiyi yapacak olan 4 şey: arabanızdan kurtulmak, uçak yolculuğundan kaçınmak, bitkisel bazlı bir diyete geçiş ve son olarak en radikal şekilde daha az çocuk sahibi olmak. Tonlarca CO2’nin eşdeğer emisyonu (tCO2e) olarak ölçülen bu yaşam tarzı değişiklikleri, kişisel karbon ayak izlerimizi azaltmak, parlak ampulleri uzun ömürlü olanlarla değiştirmek gibi “küçük şeyleri” geri dönüştürmekten daha fazla azaltma potansiyeline sahiptir. Ekibin verileri gösteriyor ki, bir yıl boyunca et yemeyi bırakırsanız, bireysel karbon ayak iziniz CO’ den 820 kilogram düşürebilir, bu da geri dönüşümden ortalama dört kat daha etkilidir. Ekibin çalışmalarında yazdığına göre; “Ciddi davranışsal değişim mümkündür; genç nesillerin mevcut yaşam tarzlarından çevre ile duyarlı yollardan ayrılmaya istekli olduklarına dair kanıtlar var”. Sürdürülebilirliğe küçük günlük katkılarımız, üzerine eklendiği sürece kesinlikle değerlidir, ancak araştırmalar, bunların daha etkili bir düzeyde çevre dostu seçimlerin bir “pozitif yayılım” gerektirmediğini göstermektedir. Yani diğer bir deyişle, geri dönüşümlerini ayıran birçok kişi de büyük benzinle dolu arabaları kullanıyor. Ancak ekip, gezegen uğruna daha büyük fedakârlıklar yaparsak, bir bütün olarak toplumsal normları değiştirmek için daha fazla olanak olduğunu savunuyor. Kaynak
  5. Salınan sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür. İki ana parçadan oluşur: Birincil (Doğrudan) ayak izi ve İkincil (Dolaylı) ayak izi. Birincil ayak izi; evsel enerji tüketimi ve ulaşım (araba, uçak vb) gibi fosil yakıtların yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. İkincil ayak izi; kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden, yani, bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. Ortalama bir kişinin, karbon ayak izini oluşturan etmenlerin oransal grafiği Peki, karbon ayak izimizi azaltmak için neler yapabiliriz? Tatillere uçakla gitmeyin. Elektrik için yenilenebilir enerji kullanın. Doğal Gaz, ısınma için güneş enerjisi kullanın; böylece doğal gaz faturanızı yılda % 70 azaltabilirsiniz. Seyahatlerinizde mümkün olduğunca toplu taşıma araçlarını kullanın. Yerel otobüs hizmetlerinizi öğrenin ve kullanın. Arabanızı yolculuk ayak izinizi azaltmak için paylaşın. Kaynak1 Ayrıca yapılması önerilen birkaç tane daha husus bulunmakta. Çöpleri ayrıştırın ve yeniden kullanın. Kağıt (ve kağıt ürünleri), teneke, plastik torba ve cam şişe gibi şeyleri geri kazanım kutularına atabilir ya da geri dönüşüm yapan kurumlarla bağlantıya geçerek aldırabilirsiniz. Pilleri çevreye ya da çöpe atmayın. Atık pillerin içerisindeki çeşitli kimyasal maddeler çöp depolama alanlarında yeraltı sularına ve toprağa karışarak kirlilik yaratabilir. Atık pilleri biriktirilerek, süpermarketlerde, okullarda, muhtarlıklarda, belediyelerin belirlediği toplama merkezlerinde bulunan atık pil kutularına atabilirsiniz. Vejeteryan olun ya da daha az et yiyin. Herkes %100 vejeteryan olmak için hazır olmasa da, daha az et yemenin karbon ayak izini azaltmanın en hızlı yollarından biri olduğu bir gerçek. Ayrıca hayvan endüstrisi çoğundaki şartlardan dolayı da sağlıksız gıdalar çıkıyor. Haftanın en azından iki gününü sadece vejeteryan beslenmeye ayırarak işe başlayabilirsiniz. Mevsimsel ve yerel meyve ve sebzeleri seçin. Kışın çilek ya da domates yemek çok cazip bir fikir gibi gelse de, bu gıdalar gezegenin diğer ucundan geldiği ya da çok fazla enerji tüketen seralarda yetiştiği için sürdürülebilir olmaktan çok uzak. Bu yüzden yaşadığınız yerde yetişen sebze ve meyveyi, yetiştiği mevsimde tüketin. Bisikletinizi tozlandığı yerden çıkarın. Türkiye'de bisiklet yolları yok denecek kadar az olduğu için uygulaması zor bir karar olsa da, en azından kısa mesafelerde araba yerine bisikleti tercih edin. Eğer bisikletiniz yoksa, kısa mesafelerde yürüyüş de yapabilirsiniz. Toplu taşımayı tercih edin. Daha fazla insanın toplu taşımayı tercih etmesi hem trafiği azaltır ve gideceğiniz yere daha rahat gitmenizi sağlar. Karbon salınımını da ciddi şekilde düşürür. Ayrıca, trafiğe çıkan her bir araç daha fazla petrol, daha fazla karbon salımı ve daha fazla trafik anlamına geliyor. Ağaç dikin ve çevrenize de hediye edin. Kendi apartmanınız ya da evinizin bahçesine ağaç dikebileceğiniz gibi ormanlarda belirlenen alanlara da ağaç dikebilir, bu konuda çalışan organizasyonlarla iletişime geçebilirsiniz. Evinizin enerji verimliliğini artırın. Ampullerinizi enerji tasarruflu olanlarla değiştirmek ciddi enerji tasarrufu yapmanızı sağlayacaktır. Kullanmadığınız zaman televizyon ve bilgisayarınızı kapatmak da evinizin enerji tüketimini azaltır. Eviniz kombi ile ısınıyorsa geceleri kapatabilir ya da derecesini azaltabilirsiniz. Bu yıl elektronik cihazlar alırken tekrar düşünün. Yeni bir cep telefonu, dizüstü bilgisayar ya da televizyon almadan önce bir kez daha düşünün. Bunlara gerçekten ihtiyacınız var mı? Elektronik tüketimimiz rekor seviyelere ulaşmış durumda. Bu yıl kendinize yeni elektronik cihaz almama sözü verin. Eğer kullandığınız cihaz bozulduysa ve yenisini almak zorundaysanız eskisini bir elektronik atık geri dönüşüm tesisine gönderebilirsiniz. Doğada daha çok vakit geçirin. Her hafta bir kez de olsa dışarıda yürüyüş yapma alışkanlığı edinin. Evlerimiz ve arabalarımızda vakit geçirmeye o kadar alıştık ki, pek çok insan artık doğanın neye benzediğini bile unutmuş durumda. Plastik kullanımınızı azaltın. Naylon torbalar yerine bez torba kullanmayı tercih etmek hem daha şık bir görüntü oluşturacak hem de doğaya bıraktığınız atık miktarını azaltacaktır. Ayrıca pet su şişelerini tekrar kullanabilir ya da kendi mataranızı taşıyabilirsiniz. (Ayrıca pet şişedeki suların, sağlık açısından uygun olmadığı konusunda pek çok araştırma bulunmaktadır.) Kaynak2
  6. @avni Evet genetik faktör elbette var, fakat bu sizin yaşam tarzınızla da ilgili. Yaşam tarzı derken neyi kastediyorum? Kanserojenlere ne ölçüde maruz kalıyorsunuz? Bu önemli bir soru. Yapılan yorumlar doğru fakat şu husus önemli; Eskiyle yeniyi her yönden ele almalısınız. Evet, hastalıkların çoğunda teşhis için günümüzde yöntemler mevcut fakat aynı zamanda kanser tetikleyiciler de arttı: Telefon sinyalleri (Etkili diyen de var, etkili değil diyende. Mümkün olduğunca uzun konuşmamak yada uzun görüşmelerimizi kulaklıkla konuşmak gerekiyor), Wi-Fi sinyalleri, şeker tüketimi, sigara-alkol tüketimi, UV ışınlar, hava kirliliği vs. daha sayılabilir. Eskiden kanser vakaları şimdiki rakamlarda değildi fakat bu saydıklarımın büyük çoğunluğu da yoktu yada az miktarda idi siz kendinizi asla şartlamayın ve bu tetikleyicilerden mümkün olduğunca korunmaya çalışın. Evet bazıları hayatımıza vazgeçilmez ölçüde işlemiş durumda. Bu yüzden mümkün olduğunca diyorum. Ferdi olarak yapabileceklerinizi yapın. Örneğin; şekeri kesin/azaltın veya katkı maddeleri içeren hazır besinler tüketmeyin. Yapamadıklarınızdan da kaçınmaya çalışın. Mesela, yazın güneşli havalarda öğlen saatlerinde UV'den korunabilmek için mecbur olmadıkça dışarıya çıkmayın. Özetle; kanser vakası genetik değişimlerin (hasarların) bir ürünüdür. Yani DNA'nızdaki hasarlardan kaynaklanan düzensizliklerdir. DNA'mıza zarar veren etkenlerden olabildiğince kaçınıp, kontrollerinizi yaptırdığınız sürece (özellikle aile geçmişinizde olduğu için söyledim. Ayrıca, ailesinde vaka olan herkes için de geçerli) korkmanıza yada endişe etmenize gerek yok. Hayatınızı yaşayın, sağlıkla kalın.
  7. Latince’de “kötü kokuyu uzaklaştırma” anlamı taşıyan deodorant, vücutta hoş olmayan kokuları maskelemek için kullanılır. Günlük yaşamımızda, yoğun işlerden geriye kalan en büyük etki ter kokusudur. Direkt olarak vücuda uygulanan bu kokular, kozmetik ürünler arasında oldukça ön plandadır. Peki, Deodorantın Zararları Nelerdir? Meme kanserine etkisi: Uzun yıllar boyunca kullanılan deodorantlar, zamanla kadınlarda çeşitli rahatsızlıkların ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Bunların başında kanser yer alıyor. Meme kanseri, kadınlarda uzun zaman deodorant kullanmanın sebep olduğu etkenlerden biridir. Kısacası, kullanımında aşırıya kaçmamak ve gerekli miktarları aşmamak gerekir. Deri hastalıkları riski: Terli vücuda sıkılan bu ürünler bazı kişilerde çeşitli deri hastalıklarına sebep olabiliyor. Özellikle mantar, deodorant kaynaklı oluşan deri hastalıklarının başında gelmektedir. Bu yüzden terliyken deodorant kullanılmamasında yarar vardır. Kullanılması gerekiyorsa, kıyafetlerin üzerine sıkılmalıdır. Özellikle ciltleri daha hassas olan kişilerin deodorantlardan daha fazla etkilendiğini söyleyebiliriz. Astım hastalarına etkisi: Astım, çağımızın yaygın olarak görülen hastalıklarından biridir. Özellikle küçük yaştaki çocuklarda astım vakalarına sıklıkla karşılaşılabiliyor. Astım hastalarının deodorant kullanmaları oldukça tehlikelidir. Hatta astım hastalarının deodorant sıkılmış olan bir ortamda olmaları, hastaların nefes darlığı çekmelerine ve ani gelişen astım krizlerine yol açabilir. Özellikle küçük yaştaki çocuklarda bu durum çok daha belirgin etkiler göstermekte ve daha ciddi durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Cilt kanserine etkisi: Bu ürünleri sıktıktan sonra güneşe çıkmak önemli cilt problemlerine neden olabilir. Çünkü; deodorant, güneş ışınları ile birleştiği zaman cilt üzerinde çeşitli alerjilere ve kızarıklara yol açıyor. Tüm bu etkenler de cilt kanserine yakalanma ihtimalini artırıyor. Deodorantların zararlı etkileri, sadece bireylerle sınırlı değildir. Dünyamıza, yani doğamıza da ciddi zararları vardır. Deodorantlar, içlerinde bulunan Klor (Cl) nedeniyle ozon tabakasını çözüyorlar. Deodorantların içeriğinde bulunan CFC gazı (Kloroflorokarbon) parçalanmıyor. Karşısına çıkan diğer moleküller ile birleşmeden atmosferde yükselebiliyor. Bozulmadan ozon tabakasına kadar çıkabildiği için de burada ozon moleküllerini parçalıyor. Peki bu CFC nedir? Haydi onu da öğrenelim: Kloroflorokarbon, Halokarbon Gazları sınıfına giren bir gazdır. O halde; daha genel kapsamda öğrenmemizde fayda var. Halokarbon Gazları: Bu gazlar, parfüm sanayindeki spreylerde ve soğutucularda kullanılarak atmosfere salınmaktadır. Atmosferin ozon tabakasındaki O3’ü, oksijene (O2) ve türevlerine dönüştürerek, ozon tabakasının incelmesine sebep olur. Böylece; Güneş’ten gelen ultraviyole ışınlarının (UV) büyük bir kısmını tutan ozon tabakası inceldiğinden, gereğinden daha fazla ultraviyole ışını Dünya’ya gelerek, canlılarda çeşitli zararlara ve yeryüzünde ısınmaya neden olmaktadırlar. Bu gazlar aynı zamanda, atmosfere yansıyan güneş ışınlarını tutarak da küresel ısınmaya neden olan gazlardır. NOT: Küresel ısınmaya neden olan diğer maddeleri ve bu maddelerin salınmasına neden olan diğer sebepleri merak edenler ve daha detaylı bilgi almak isteyenler, makaleden okuyabilirler. Kaynak1, Popular Science, Akademik Makale
  8. İnsanların bilim adamı istemesi, işi ehline bırakmak istemesinden kaynaklıdır. Ayrıca devlette hangi görevde olursa olsun kişi, uzmanı olduğu konuda, dünyadaki güncel haberleri, değişen yöntemleri vs günceli yakalamalıdır. Kişiler arasındaki fikir alışverişiyle bile en uygun yol, yöntem vs bulunabilir. Böylece, sorgulama ve denetim de sağlanmış olur.
  9. TolgaAkogretmen

    Biyolog olarak bir fikrim geldi..

    E arkadaşlar o zaman harekete nasıl geçiyoruz, nasıl ve nereden başlıyoruz? "Yapalım, edelim" kısmından sıyrılıp, "icraat" konuşsak?
  10. TolgaAkogretmen

    Biyolog olarak bir fikrim geldi..

    Hocam öncelikle düşünce güzel, ama... 1) Ülkemizde, olaylarının iç yüzü aydınlatılmaz (gıda ve sağlık hususunda). Ortaya çıkaranlar da ya yalanlanır ya da başı ağrır. 2) Eğer bunu kabul edersek, arka planda bir meslek olduğumuzu biz de kabullenmiş, içimize sindirmiş oluruz (Dünya'daki prestijinin aksine), fakat bu kabul edilemez bir husus. 3) Halkın mesleğimizi tanımaması, bizim suçumuz değil. Biz bireysel olarak ne kadar direnebiliriz veya anlatmaya çalışabiliriz ki? Buna sözüm ona dernekler(!) ve bakanlık nezdinde bir çözüm bulunmalı ki bu da ne kadar olası... 4) Toplu hareket etmeden (sosyal medyada gündem oluşturmak, başvuru yada itiraz yapılacaksa topluca ve bilinçli olarak yapmak vs) bir yere varabileceğimizi sanmıyorum, ki sonuç ortada. 5) İşe alım, yetki konularında da sistem vs bir takım şeyler değişmeden o da mümkün görünmüyor. Sertifikalı sağlıkçılar bile türedikten sonra, diplomalılara zorunlu olmadıkça ihtiyaç kalmadı. Önümüzdeki seçim dönemi ve seçim, sıkıntı halindeki her meslek grubu gibi bizim için de fırsat aslında ama kullan(a)mıyoruz. Ama hiç bir yerden ses yok...Tartışmaya oldukça açık bir konu ve bence bu sitedeki herkes fikrini beyan ederek, işe yaramayan derneklerden çok biz ses yükseltebiliriz diye düşünüyorum. Durum ortadayken, ne kaybederiz?
  11. @Cenk Önsoy Kendilerini çok matah işler yapıyormuş gibi görmeleri çok güldürücü oluyor. Bir derneğin etkinliği sadece kongre olabilir mi ya Yok beklemiyorum zaten artık Benim mesleğimi yani beni temsil edip, bu zor durumda bile meslektaşları adına zerre faydaları olmuyorsa eleştirmek sonuna kadar hakkım. Cenk Bey, haksız olduğum yeri göstersinler zahmet edip Ayrıca biz bireysel olarak pek bir şey yapamayız ki. Sesimiz ne kadar çıkabilir? Biraz da meslekleri adına, toplu bir harekete öncülük etmelerini beklediğim için hayal kırıklığım var. Çok bir beklentim yok yani Bunu sanırım dediğiniz gibi biz yapmalıyız fakat bunu da tabii zaman gösterecek.
  12. @MehmetEmin Teşekkür ederim. Bunlar yaklaşık 11 yıllık gözlem ve birikim. Daha söylenecek çok şey var ama bu kadarı yeterli ve anlaşılır oldu bence.
  13. Darwin ve Evrim Teorisi hakkındaki yanlış inanış (maymundan gelme safsatası vs) tamamen bir takım sabit, konuyla aslında uzaktan yakından ilgisi ve bilgisi olmayan, bu konuda tartışmak üzerine vazife olmayan kişiler tarafından topluma zamanla aşılandı. Gerek TV programları, gerek sosyal medya vs insanların kolayca ulaşabildiği platformlarda bu konular kimsenin de uzmanlığına danışılmadan kötülendi, ayıplandı, hatta daha da ileriye götürülerek hadleri olmadan, Evrim'i savunanlar "din düşmanı" bile ilan edildi ve bunlar günümüzde de yapılıyor. Bunu yapanlar, aslında konu hakkında zerre bilgisi olmayan, belli bir hedefi olan, bilime düşman, insanların sorgulamasını asla istemeyenler ve bu amaçla yapılıyor. Bu konu aslında bir dine inanmak gibi değil, insanlarda bu algı da var. Evrim Teorisi'ni mantığa uygun bulan dinden çıkıyormuş gibi bir algı oluştu. Bir bilim dalına inanmak neden buna sebep olsun ki? Ve bu sebepledir ki insanlar, daha kuramın ismini duyunca hayır demeye, ondan kaçmaya, şiddetle reddetmeye başladı. Yani olması istenen buydu. Demek istediğim bu aşamaya maalesef zamanla, aşama aşama ve emin adımlarla gelindi. Bana göre bize düşen bunları aslında reddetmekle uğraşmadan kendi işimize bakmak. Evet sadece bu yetmez @MehmetEmin dediği gibi zihniyetin de uzaklaşması gerekiyor ama, peki biz Biyologlar olarak ne yapıyoruz? Şapkayı önümüze koyalım. Biyologlara ait onca dernek, platform vs var. Bunca kadrosuzlukta, bunca iftirada hangisinden "Sesimizi çıkarmalıyız arkadaşlar" tepkisi geldi? Hanisi tek ses çıkarma önerisinde bulundu? HİÇBİRİ... Hatta ben geçtiğimiz günlerde, bu konuyla alakalı Dayanışma Platformu'na sitem dolu bir mail attım. Cevap yok arkadaşlar... Lafı çok uzattım, kısacası bize hem yanlışları düzeltme ve olan bilgilere yenilerini ekleme konusunda çok iş düşüyor. Bunu da Atatürk Türkiye'si ile yani bilime, sanata, üretime inanarak ve bunları destekleyerek ulaşabiliriz.
  14. Etilenoksit (C2H4O): Yüksek reaksiyon gücü olan bir gazdır. Zehirli, mukozaları yüksek derecede tahrip edebilen yanıcı bir maddedir. 20-60 derece arasında uygulanabilir. Alkoller: Dezenfeksiyon için kullanılan alkoller propanol (%60), etanol (%80) ve izopropanoldür (%70). Bakteri ve mantarlara ciddi bir etkisi olmasına rağmen, virüslere az bir etki göstermektedir. Bakteri sporlarını öldürmez. Esas kullanım alanlar cerrahi ve hijyenik el-deri dezenfeksiyonudur (antiseptikler). Çünkü; çok hızlı etki ederler ve deriye iyi nüfuz ederler. Ayrıca, proteinleri denatüre ederler. Aldehitler: En önemlisi olan formaldehit (HCHO), özel aletlerin sterilizasyonunu sağlamak için kullanılır. Fakat çoğu zaman dezenfektan olarak kullanılır. Bu gaz suda çözünebilir ve sudaki %35’lik çözeltisi formalin adını alır. Formaldehit mukozaları tahrip eder ve deriye bir teması olursa alerjik iltihap ve egzamaya sebebiyet verir. Geniş bir etki spektrumu vardır. Bu nedenle bakteri, mantar ve virüslere karşı etkilidir. Hatta yüksek konsantrasyonlu kullanımı sporları da öldürmektedir. %0,5-5'lik çözeltiler, yüzey ve eşya dezenfeksiyonunda kullanılır. Etki mekanizması, protein denatürasyonu prensibine dayanır. Dezenfeksiyon için kullanılan diğer aldehit çeşidi ise gluteraldehittir. Halojenler: Dezenfeksiyon amaçlı olarak klor, iyot ve bu maddelerin türevleri kullanılmaktadır. Bunlar, sporlar da dahil olmak üzere tüm mikroorganizmalar üzerinde öldürücü etkiye sahiptir. Klor hem serbest amino gruplarına bağlanıp protein denatürasyonu yapar, hem de sulu çözeltilerdeki HOCl güçlü oksidan etkisi sağlar. İçme sularını ve havuzları dezenfekte etmek için kullanılmaktadır. İyotun özellikleri ise klora benzerdir. En önemlileri deri ve hafif yaralanmalarda dezenfektan olarak kullanılan iyot tentürüdür (tentürdiyot). Oksidan Maddeler: Potasyumpermanganat (KMnO4), ozon (O3), asetik asit (CH3COOH) ve hidrojenperoksit (H2O2) bu gruptadır. Etkilerini, oksijenin ayrılmasıyla gösterirler. Çoğu, yara, mukoza ve derinin dezenfeksiyonunda antiseptik olarak kullanılmaktadır. Ozondan ise içme suyunu dezenfekte etmek için faydalanılır. Yüzey Aktif Maddeler: Katyonik, aniyonik, amfoter ve iyonik olmayan deterjanlar bu grubun içinde sayılabilir.
  15. Güneşimiz, 93 milyon mil (yaklaşık 150 milyon kilometre) uzaktadır. Fakat etkileri, görünür yüzeyinin çok ötesine uzanır. Güneşte oluşan büyük fırtınalar, yüklü güneş partiküllerinden oluşan rüzgarları uzay boyunca gönderir. Eğer Dünyamız bu parçacık akım yolunun üzerindeyse, gezegenimizdeki manyetik alan ve atmosfer buna reaksiyon gösterir. Gelen bu parçacıklar atmosferimizdeki atom ve moleküllere çarpınca, bunları uyarır ve yanmalarına sebep olur. http://en.es-static.us/upl/2012/05/what_causes_auroa-e1338240834770.gif Peki bu uyarılma ne anlama geliyor? Atomlar merkezde bir çekirdek ve bir yörüngede çekirdeği çevreleyen elektron bulutlarından meydana gelir. Güneş'ten gelen yüklü parçacıklar, atmosferimizdeki atomlara çarptığında, elektronlar çekirdekten uzaklaşarak daha yüksek enerjili yörüngelere doğru hareket eder. Sonra bir elektron daha düşük enerjili bir yörüngeye doğru hareket ettiğinde, ışık ya da foton parçacıklarını serbest bırakır. (Bu olay fizikte müfredatında bulunan, yüksek enerjili elektron ışımasıdır: Bohr atom modeli ) Bu olayı günlük hayatımızdan örneklendirmek istersek; Neon lambaların çalışma prensibiyle aynıdır. https://www.nedir.com/upload/small-neon-c14ekyaa.jpg Auraların çoğu yeşil renktedir, ancak bazen pembe bir iz görürsünüz ve güçlü olanlarda kırmızı, mor ve beyaz renkler de olabilir. Işıklar tipik olarak uzak kuzeyde (Kuzey Kutbu Okyanusunu sınırlayan ülkeler. Bunlar; Kanada ve Alaska, İskandinav ülkeleri, İzlanda, Grönland ve Rusya) görülür. Ancak, ışıkların güçlü görüntüleri Amerika Birleşik Devletleri'nde, daha güneydeki enlemlere uzanabilir. Ve tabiki, ışıkların Dünya'nın güney kutup bölgelerinde de bir karşılığı var. Aurora'daki renkler, insanlık tarihi boyunca bir gizem kaynağıydı. Ancak bilim, atmosferimizdeki farklı gazların uyarıldıklarında farklı renkler verdiğini söylüyor. Örneğin; oksijen, aurora'nın yeşil rengini verir. Azot ise mavi veya kırmızı renklere sebep olur. http://en.es-static.us/upl/2016/03/aurora-meteor-3-6-2016-Mike-Taylor-Maine-1-e1457378898753.jpg İnsanlar, Dünya atmosferindeki parlak doğal ışık gösterilerini görmek için binlerce kilometre yol kat ediyorlar. Kaynak Kuzey ışıklarının videolu anlatımı da gerçekten heyecan verici. Keyifli seyirler
  16. Bizim dışımızdaki tüm canlılar bir şekilde, birbirinin hayatlarını olumsuz etkilemeden yada belli bir ekolojik düzende yaşamayı başarıyorlar. İletişim sıkıntısı çeken bir tek biz varız galiba
  17. Elimizden geldiğince güncel ve önemli konulara değinmeye çalışıyoruz. İlginiz için teşekkürler.
  18. Güncel hayattan örnek vermek yerine, fabrikasyon ve ambalajlı her şey desek, en genel kapsama almış oluruz aslında Piyasadaki neredeyse her şeyde öyle yada böyle katkı maddesi var.
  19. PLOS ONE açık erişim dergisi, 2 Mayıs 2018'de İsveç Ziraat Bilimleri Üniversitesi'nden Velemir Ninkovic ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir çalışmayı rapor etmektedir: Birbirine yakın büyüyen mısır fidanları, yakınlardaki bitkilerin büyümesini etkileyen yeraltı sinyalleri yayıyor. Bitkiler, hareketsiz yaşam tarzlarını telafi etmek için karmaşık, kimyasal iletişim sistemleri geliştirdiler. Yakın bitkilerin kökleri ile algılanan mesajların çoğu, köklerden salgılanan kimyasalların şeklini alırlar. Bu salgılar bitkilere, komşularının akrabaları mı yoksa yabancılar mı olduğunu söyler ve onların buna göre büyümesinde doğrudan yardım eder. Velemir Ninkovic şöyle diyor: “Çalışmamız, bitkiler arasındaki yer üstü mekanik temasa bağlı olarak meydana gelen değişikliklerin, gelecekteki rakiplerin tahmin edilmesinde ipucu olarak hareket eden yer etkileşimlerini etkileyebileceğini gösterdi." Kaynak
  20. Her türlü abur cubur, kola vb. boyalı gazlı içecekler, boyalı hazır meyveli yoğurt ve pudingler, hazır baharat ve köfte karışımları, her türlü cips, tüketilmeye hazır donmuş-donmamış bütün yiyecekler, yani bütün ambalajlı (hazır) gıda maddelerinde bulunan bu maddeler sağlığımızı olumsuz yönde etkilediği için, doğal beslenmek günümüzde oldukça önemli konuma gelmiştir. Gıda ambalajlarında bulunan “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısı “Hiçbir katkı maddesi yoktur” anlamına gelmemektedir. Örneğin: “Hiçbir koruyucu madde içermez” olarak etiketlenen hazır çorbalarda MSG adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor. İşte, tüketmekten kaçınmamız gereken 10 katkı maddesi 1) Aspartam (Nutrasweet /Equal) Bu suni tatlandırıcılar, gıda değil kimyasaldır. Bu madde, başlangıçta böcek öldürücü olarak imal edilmişti. Baş ağrısı, baş dönmesi, eklem ağrısı, bulantı, , unutkanlık, kas spazmları, uyuşukluk, şişmanlık, depresyon, huzursuzluk, konvülsiyon, korku atakları, uykusuzluk, görme kaybı, işitme kaybı, yorgunluk, tat kaybı, Parkinson, çarpıntı, kulak çınlaması, nefes darlığı, cilt döküntüleri, MS (Multipıl Sıkleroz) gibi hastalıkların yanı sıra beynin işleyiş sürecini yavaşlatır, kanseri tetikler. Özellikle zayıflamak için bu maddeyi kullananların bilmesi gereken önemli bir etki de metabolizmayı yavaşlatmasıdır. Yani aslında daha fazla yağ biriktirmeye neden olmasıdır. 2) Yüksek Fruktoz Mısır Şurubu Kötü kolesterol seviyenizi (LDL) hızla yükseltir ve diyabet hastalığının oluşmasında etkilidir. Kalp büyümesi, kansızlık ve obeziteye de neden olur. Ketçap, kola, şekerleme, puding, hazır kek gibi özellikle çocukların sıkça tükettikleri gıda değeri taşımayan besinlerde bol miktarda kullanılır. 3) Monosodyum Glutamat (MSG ya da E621) Lezzet arttırıcı bir eksitoksindir. Eksitoksin hücreleri aşırı uyararak, hücrelerin zarar görmesine ve ölmesine neden olur. Tatlı-tuzlu bütün yiyeceklerin lezzetini arttırdığı için gıda üreticileri tarafından bol miktarda kullanılmaktadır. Merkezi sinir sistemi tahribatı, takibinde doyma mekanizmasında bozukluk, obezite, yağ birikimi, büyüme hormonu baskılanması ve sonuç olarak diyabet; ayrıca böbrek ve karaciğerde hasar meydana getirir. Tüm cipslerde buluan MSG, hazır gıdaların neredeyse hepsinde, , bazı katı yağlarda, gofretlerde yaygın olarak kullanılıyor. 4) Trans Yağ LDL seviyesini yükseltir. Kalp rahatsızlığı, kalp krizi ve inme riskini önemli ölçüde arttırır. İnsülin direncini arttırır, bağışıklık sistemini zayıflatır, karaciğeri ve üreme sistemini etkiler. Hücre zarına da zarar vermektedir. Sürülebilir kahvaltılık yağlarda, margarinlerde, pastacılık ve fırıncılık ürünlerinde, tart, pasta, bisküvi, pizza hamuru ve birçok fırınlanmış yiyecekte bulunur. Gıda etiketlerinde “hidrojenize yağ” içerdiği belirtiliyorsa, bu demektir ki bu gıda trans yağ içeriyor. 5) Yaygınca Kullanılan Gıda Boyaları Her birinin zararlarını burada yazmak imkansız olan bu maddeler, hazır gıdalarda bol bol kullanılıyor. Tükettiğiniz gıdalarda; Sunset Yellow (E110) (Sarı renk) Tartrazin (E102) (Sarı renk ) Karmosine (E122) (Kırmızı-Mor) Panceoul (E124) (Morumsu kırmızı renk) Quinoline (E104) (Yeşil-Sarı) Allura red (E129) (Kırmızı yada portakal rengi) Sodyum Benzout (E211) (Kırmızı) gibi katkı maddeleri içeriyorsa dikkatli olmanızda fayda var. Tartrazin ve Sunset Yellow maddelerinin aşırı dozda alınmasının DNA hasarlarına sebep olabileceği, üniversitede bezelyeler üzerinde yapılan araştırmalarda bulunmuştur. 6) Sodyum Sülfit (E250) Raf ömrü uzatıcı olan bu koruyucu madde, işlenmiş et ürünlerinin (şarküteri) için vazgeçilmez. İşlenmiş etlerde, hazır baharat ve köfte karışımlarında bulunur. Sülfit duyarlılığı olanlar kişilerde baş ağrısı, kaşıntı, nefes problemleri meydana getirir. Nadir olarak da ölüme neden olabiliyor. Bahsedilen zararlar E220, E222, E223, E224, E225 ile E249, E251, E252 diye belirtilen kodlar için de geçerlidir. 7) Sodyum Nitrat/ Sodyum Nitrit Raf ömrü uzatıcı etki gösteren bu maddenin kanser türleriyle bağlantısı bulunmaktadır. Kullanım alanları ve zararları açısından sodyum sülfit ile benzer yönleri vardır. 8) BHA ve BHT Bütilat Hidroksi Anizol (BHA) ve Bütilat Hidroksi Toluen (BHT) isimli bu maddeler, beyninizin sinir ağını etkiliyor, davranış değişikliklerini ve kanseri tetikliyor. Katı ve sıvı yağların bozulmasını, küflenmesini önlemek için kullanılan bu katkı maddesi, tahıl ve tahıl ürünlerinde, sakızlarda, bitkisel yağlarda, patates cipslerinde kullanılmaktadır. 9) Sülfür Dioksit Göğüste sıkışma, karında kramp, kurdeşen, ishal, halsizlik, nabız hızlanması gibi bulgulara neden olur. Ayrıca, bunlara duyarlı astımlılarda astım atağını tetikleyici özelliğe sahip. Gıda koruyucusu olarak ve fermente içeceklerde kullanılır. 10) Potasyum Bromat Bu madde, ekmek yapımında ve unlu mamullerde hacmi arttırmak için kullanılıyor. Ayrıca ekmeğin rengini beyazlatıyor. Hayvanlarda kansere neden olduğu biliniyor. Bu maddenin içerdiği ekmeğe çakmak tutulduğunda, ekmeğin benzin dökülmüş gibi alev almasına yol açıyor. Lütfen beyaz ekmekten uzak durun. Kaynak1, Kaynak2
  21. Hocam dünyada bu tip konularla o kadar çok uğraş veriyorlar ki...Aslında sorun bu güzel çözümlerin ve yöntemlerin, uygulamaya konulabilmesinde veya başlanan uygulamanın yaygınlaşmasında.
  22. Genel çevre koşullarından bahsediyorum. Örneğin; sıcaklığın veya hava kirliliğinin, genler üzerindeki etkilerini biliyoruz sonuçta
  23. Dilüsyon yöntemleri, antibiyotiklerin minimum inhibitor konsantrasyonlarını (MİK) saptamak için kullanılır. Yani bakteriyi en az ne kadar antibiyotikle yok ederiz sorusunun cevabıdır. Antibiyotik duyarlılık testlerinde referans testlerdir. MİK yöntemleri direnç sürveyansı, rutin testlerde eşdeğer sonucu olan mikroorganizmaların duyarlılığının saptanması, yeni ilaçların kıyaslanması, rutin testlerin güvenilir olmadığı mikroroganizmaların test edilmesi ve tedavide kantitatif bir sonuç gerektiğinde kullanılır. Belirli bir süre içinde bir mikroorganizmanın gözle görünebilen üremesini engelleyen en düşük antibiyotik konsantrasyonu (mg/l) MİK olarak adlandırılmaktadır. MİK, mikroorganizmanın duyarlılığına ilişkin klinisyene bir rehberdir ve tedaviye karar verirken yardımcı olmaktadır. 1) Sıvı Dilüsyon Yöntemi a) Makrodilüsyon (Tüp) Yöntemi Eşit hacimdeki buyyon ve antibiyotik çözeltisi içeren kaplara (genellikle artan geometrik konsantrasyonlarda) belli sayıda mikroorganizmanın inoküle edildiği bir tekniktir. Her antimikrobik ilaç için test edilecek konsantrasyonlar, bakteri ve ilaca göre değişmektedir. b) Sıvı Mikrodilüsyon Yöntemi Sıvı dilüsyon testinin mikrodilüsyon plaklarında yapıldığı şeklidir. Burada tanımlanan yöntem bir gecelik agar kültüründe kolay üreyen ve Mueller Hinton buyyonda kolay üreyebilen aerobik bakterilerin saf kültürleri içindir. Bu yönteme mikrodilüsyon denilmesinin nedeni, besiyerlerinin küçük hacimlerde yuvarlak ya da konik tabanlı kuyucukları olan steril plastik mikrodilüsyon plaklarına dağıtılmasından dolayıdır. Her kuyucuk 0.1 mL sıvı içermelidir. 2) Agar Dilüsyon Yöntemi Antimikrobik ilaç, her plakta farklı konsantrasyonda ilaç bulunacak şekilde agar besiyerine karıştırılır. İnokülumlar eşzamanlı ve hızla her plağa 32 ila 36 inokülum aktarabilen aletler (replikatör) ile agar yüzeyine bırakılır. Günümüzdeki replikatörlerin çoğu her bir plağa 32 ila 36 inokülum aktarabilmektedir. Üremeyi inhibe eden en düşük ilaç konsantrasyonu MİK olarak kaydedilir. Ancak, tek bir koloni üremesi veya inokülumun neden olduğu üreme benzeri bir iz dikkate alınmaz. 3) Gradiyent Testi Bunun en önemli üstünlüğü, 150 mm lik bir agar plağında beş farklı ilaç için MİK değerlerinin belirlenebilmesidir. Kaynak
  24. İnfluenza virüslerini tanıyalım İnfluenza virüsleri 3 tiptir. Bunlar; · İnfluenza A (İnsanlarda gribe en çok neden olan tip. Konak yelpazesi çok geniştir.) · İnfluenza B (Sadece insan) · İnfluenza C (Sadece insan)' dır. Virüslerin yüzeyinde Hemaglütinin (H) ve Nörominidaz (N) denilen iki çıkıntı mevcuttur. İnfluenza A’ nın bilinen 16 hemaglütinin, 9 nörominidaz alt tipi bulunur. Bulaşması Grip kişilerin hapşırması, konuşması yada öksürmesiyle virüsün damlacıklar halinde havada asılı kalmasıyla, kirlenmiş yüzeylere temas ve ellerle kişiden kişiye bulaşır. Hasta kişilerle aynı ortamı paylaşmak (1 metre çapta) da temas olarak sayılmaktadır. Virüs bulaştığı yerde 2-8 saat canlılığını muhafaza edebilir. Daha fazla risk altındaki kişiler: Hasta kişilerle aynı ortamdakiler, çocuklar, 65 yaş üstü yetişkin insanlar ve kronik hastalığı bulunanlar. Bulgular Bulaşan kişilerde 1-4 gün arasında belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Bunlar; boğaz ve baş ağrısı, burun akıntısı, öksürük ve ateşle (38 üzeri) başlar. Daha sonra eklem ve kas ağrıları, halsizlik ve terleme eklenir. Ayrıca kusma, ishal, gözlerde kızarma, bulantı da gözlemlenebilir. Bazı kişilerde alt solunum yollarına yayılması sonucu, ölümcül olabilen zatürreye neden olabilir. Sık karşılaşılan soğuk algınlığı (nezle) bulguları ile grip birbirine karıştırılmamalıdır. Grip, 38 derecenin üzerinde ateş, kas ve eklem ağrıları gibi daha ağır bulgulara neden olur ve nezleden farklı bir seyir izler. Tedavi Antiviral ilaçlar, hastanın şikâyetleri başladıktan 24-48 saat içinde kullanılırsa etkili olabilmektedir. Ayrıca burun akıntısı ve tıkanıklığını gideren ilaçlar, ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar, bol sıvı alınımı, hasta odasının sıkça havalandırılması, yatak istirahati önemlidir. Eller sık olarak yıkanmalıdır. Zatürre vakaları, hastanede yatarak tedavi esilmelidir. Antibiyotikler, influenza virüsüne karşı etkili bir yol olmadığı için (viral hastalıklara herhangi bir etki yapmadıkları için) kesinlikle kullanılmamalıdır. Kaynak

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.