Jump to content

Biyoloji Günlüğü

Yönetici
  • İçerik sayısı

    623
  • Katılım

  • Son ziyaret

Biyoloji Günlüğü paylaşımları

  1. Kopi luwak veya Civet kahvesi olarak isimlendirilen (Dünya'nın en pahalı ve en yüksek kalitesine sahip kahvelerinden biri) Asya Civet'inin dışkısından elde edilme anlarından birini kameralara yakalanmış Civetimizin sindirim sistemi kahve çekirdeklerinin fermente oluşuna sebep olunca, kahvede tadından içilmiyormuş.. Görüşleriniz
  2. Biyoloji, Yunanca “hayat” anlamına gelen bios ile “bilim=inceleme” anlamına gelen logos kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Biyoloji; canlıları, bunların özelliklerini, işlevlerini ve etkileşimlerini bilimsel olarak inceleyen bilim dalıdır. Günümüzde en popüler bilim dallarından biri olan Biyoloji, terim olarak ilk kez , 1800 yılı gibi eski bir tarihte Lrarck, Treviranus ve Burdach tarafından literatüre sokuldu. Aslına bakılırsa başlangıçta bu ismi hak eden bir araştırma alanı yoktu. Ancak terim, bir eğilim ya da aracı gösteriyor ve salt betimleyici, taksonomik bir uğraştan uzaklaşarak, canlı organizmalara yönelik çok daha büyük bir ilgiye işaret ediyordu. Treviranus şu tanımı öneriyordu: “Araştırmalarımızın konusu yaşamın çeşitli biçimleri ve belirtileri, bunların varlığını kontrol eden koşullar ve yasalar ile bunu etkileyen nedenler olacaktır. Bu konularla ilgilenen bilime biyoloji veya yaşar bilimi adını vereceğiz.” Uygarlıklar bütün halkların ortak malıdır. Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az veya çok bir payı vardır. Sadece bu payı dünyanın bir bölümüne, bir dine, bir ülkeye veya halka mal etmek doğru değildir. Medeniyet yarışını uzun koşulu bir bayrak yatışına benzetebiliriz. Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar devralmışlardır. Müslüman dünyasının geri kalma nedeni (bunun içinde Türkiye de dahil), fıkıh-itikat tartışmaları ile başlamıştır. İslam bilim adamları özellikle İslamın 1.ve 2. Yüzyıllarında aklı ön planda tutan bir anlayışı benimsemiştir. Bu çağda İslam ülkelerinde verilen eğitim çok ileri düzeydeydi. Her alanda çok ileri bilimsel çalışmalar yapılıyordu. Fakat zamanla bu düşünce dünyasını kökünden sarsacak yeni bir akım ortaya çıktı, İmam Gazali, İbni Teyyemiye, Muhittin İbni Arabi, Eşari gibilerin başını çektiği bu akım, aklı geri plana, kaderciliği ön plana çıkardılar. Fıkıh tartışmaları aldı başını gitti. Bu tartışmalar sonrasında o kadar etkili propaganda yapıldı ki kalabalıklar üzerindeki etkileri çok büyük oldu, Haçlı seferlerinde yaşanan bozgunlar da bu düşüncenin müslümanlar üzerindeki etkisini perçinledi. İslam ülkelerinde gelişmeye en büyük katkısı olan akılcılık bir kenara bırakıldı. Yerini bağnazlık aldı.Bu nedenle bu gün bütün Müslüman ülkelerin yayınladığı bilimsel makale sayısı bir elin parmaklarını geçmemektedir. (Fıkıh:İslam hukuku. İtikat: İnanç) Tarih boyunca çok sayıda bilim insanı; doğa, insan ve diğer alanlar ile ilgili araştırmalar ve çalışmalar yapmıştır. Bu bilim insanlarından biri olan Aristo (MÖ 384-322) bitki ve hayvanları ilk kez sınıflandıran kişidir.Yaptığı sınıflandırmanın günümüzde geçerliliği kalmasa da sınıflandırmanın kurucusu sayılmaktadır. İbn Nefis (607-1210) pulmoner dolaşım ile birlikte kılcal damar ve koroner dolaşımları da ilk keşfeden kişi olmasıyla tanınmıştır.Zira bunlar dolaşım sisteminin temelini oluşturmaktadır; nitekim kendisi bu keşifleri sebebiyle dolaşımsal fizyolojinin babası ve “Orta Çağın en büyük fizyoloğu” olarak görülmüştür.İbn Nefis ayrıca deneysel tıbbın, ölüm sonrası otopsinin ve insan diseksiyonunun önemli savunucularındandır.(Diseksiyon: Ölü bir organizmayı incelemek için parçalara ayırma, doku ve organları görünür hale getirme.) (Pulmoner dolaşım, oksijen yoksunu kanı kalpten akciğerlere taşıyan ve buradan da oksijenlenmiş kanı geri kalbe taşıyan dolaşım sistemi bölümüdür. Koroner dolaşım, kalbi besleyen damarlarda kanın dolaşımıdır.) İslam alimlerinden El-Cahız (781-868) bilimsel alanda yazılar yazmıştır.(biyoloji,psikoloji vb) “Kitab’el Hayvan” (Hayvanlar Kitabı) adlı eserinde 350 den fazla hayvan türünü şiirsel anlatım ve atasözleri ile tanımlamıştır.Çevrenin hayvanlar üzerindeki etkisinden söz etmiş ve bir evrim kuramı geliştirmiştir.Besin zincirlerinden ilk söz eden kişidir.İnsanların ,özellikle siyahilerin kökenini açıklamak için doğal seçilim ve çevresel determinizim kuramlarını kullanmıştır. Ebu Hanife el-Dinaveri(828-896) astronomi,botanik vb alanlarda çalışmalarda bulunmuştur.”Bitkiler Kitabı” adlı eseri nedeniyle botaniğin babası olarak tanınmaktadır. El-Razi(865-925) kimyager ve hekimdir.Tıp alanında yazdığı kitap 17.yüzyıla kadar önemli başvuru kaynağı olmuştur. İbn Miskeveyh (940-1030) Darwin’den 850 yıl önce evrimle ilgili ilk fikirlere sahip kişilerden biridir.Ama tamamen hatalı bir yaklaşımla insanlar arasında bile alt ve üst evrimsel konumlar olduğundan söz ederek Türk ve Zencileri hayvan mertebesine indirmiştir.Bu nedenle de hayvanların kullanıldığı iş alanlarında köle gibi kullanılmaktan başka işe yaramazlar demiştir. Kendisinden öncekilerin yaptığı gibi, Platon ile Aristo’nun fikirleriyle İslam dinini uzlaştırmaya çalışmıştır. İbn-i Heysem(965-1039) fizik ve tıpta ustalığını gösterdiği “Optik Kitabı” adlı kitabında gözün çeşitli kısımları arasındaki ilişki ve görme olayını açıklamıştır. Bu kitap 600 yıl boyunca(17.yüzyıla kadar) Batı dünyasını etkilemiştir.Bilimsel yöntemi ilk kullanan kişidir. Ayın yüzeyindeki bir kratere bu nedenle onun adı verilmiştir. İbni Sina(980-1037) “Tıbbın Kanunu” adlı kitabında teşhis ve tedavinin öneminden söz etmektedir.17.yüzyıla kadar Batı’da bu kitap okutulmuştur. Avusturyalı rahip Gregor Mendel (1822-1884) bezelyeler üzerinde yaptığı çaprazlama deneyleriyle kalıtımın temel kanunlarını ortaya koymuş ve kalıtım biliminin de öncüsü olmuştur. Ortaya koyan ilk kişi olsa da çalışmalarının değeri o öldükten çok sonra fark edilebilmiştir. Charles Darwin(1809-1882) doğal seleksiyonla canlıların evrim geçirdiğini çalışmaları ile ortaya koyan ilk bilim insanıdır.Onunla hemen hemen aynı zamanlarda Alfred Wallace de aynı sonuca ulaşmış ve bir mektupla bu durumu Darwin’e iletmiştir. 20 yılı aşkın süre dindar eşini üzmemek için bu konuda yazmayan Darwin bu mektup üzerine çalışmalarını yazıya dökme kararı almıştır.(Hristiyanlıkla evrim bağdaşmaz. Çünkü İncil’de her türün tek tek yaratıldığı yazar.) Darwin ve Wallace tarafından yazılan makaleler aynı anda bilim camiasına duyurulmuş olmasına rağmen günümüzde Darwin’in adının ön plana çıkmasının sebebi, 20 yıldan uzun süren çalışmalarını “Türlerin Kökeni” adlı kitapla ortaya koymasıdır. Pastör (1822-1895) bakterilerin hastalıklara yol açmasının yanı sıra sirke, şarap, turşu, yoğurt, peynir gibi yararlı işlerde de kullanılabileceğini ortaya koydu. Isıtılarak bakterilerin etkisiz hale getirilebileceğini buldu, bu işleme onun adı verilmiştir; pastörizasyon. Kuduz aşısını buldu. Amerikalı Zoolog ve Moleküler Biyolog James Watson (1928-…) ile İngiliz Fizikçi Francis Crick’in (1916-2004) 1953 yılında DNA’nın “İkili Sarmal” yapısını ortaya koydular. İngiliz Rosalind Franklin’in(1920-1958) 1951 yılında X-ışını kırınımı tekniği ile çektiği DNA’nın kristal yapı fotoğrafı DNA yapısının aydınlatılmasına büyük katkı sağlamıştır.Fakat 1962 yılında Nobel Tıp veya Fizyoloji ödülünü Watson ve Crick almışlardır.(Franklin’in o zamanlar ölmüş olmasının bunda etkisi vardır,ama yaşadığı zamanlarda kadınların bilim dünyasında kabul görmeyişleri de Franklin’in geçimsiz biri olarak algılanmasına yol açmıştır.O nedenle de bu fotoğrafa Watson ve Crick onun izni olmadan bakmışlar ve ikili sarmal fikrini oluşturmuşlardır.) Türk bilim insanı Aziz Sancar ,DNA’nın onarımı ile ilgili yaptığı çalışmalarla 2015 yılında kimya alanında Nobel ödülü almıştır. Aziz Sancar ABD Ulusal Bilimler Akademisine seçilen ilk Türk olmuştur. Yazı Belgin Rüzgar’a ait bir paylaşımdan arşivlenmek amacıyla alıntılanmıştır, kendisine teşekkür ediyoruz.
  3. Biyoloji Günlüğü

    Maya ve Maya Endüstrisi

    @MehmetEmin bu arada ders notlarını dosya olarak da dilerseniz sisteme ekleyebilirsiniz arşiv olarak indirmek isteyen arkadaşlarımız olabilir diye düşünüyorum ama tabi doğru olduğunu teyit edelim önce birlikte
  4. Biyoloji Günlüğü

    Maya ve Maya Endüstrisi

    Görsel ve içerik anlamında biraz dokundum makalenize @MehmetEmin hocam müsadenizle, kontrol ederseniz sevinirim
  5. Saçınızın ucunun ucunda yaklaşık 150.000 tane, bir E.coli hücresinin içerisinde 150 tanesi sığabilen; nanobacteria olarak isimlendirilen, şimdilik en küçük yaşam formu olan tek hücreli canlı keşfedildi. US Department of Energy’s Lawrence Berkeley National Laboratory and the University of California, Berkeley ekiplerinden oluşan bir takımın önderlik ettiği bu çalışmada, en minik yaşam formu değiştirilerek nanobakteriler (nanobacteria) ve kısaca ‘nanobes’ olarak isimlendirildiler. İngilizce olarak tam yazılara göz atmak isterseniz buyrun: kaynak 1 ve kaynak 2
  6. İnsanların %25’i dördüncü bir koniye sahip ve renkleri olduğu gibi görüyorlar. Eğer aşağıdaki tayfta 20’den az renk görüyorsanız: bir dikromatsınız, yani köpekler gibi sadece 2 tür koniye sahipsiniz. Siyah, bej ve mavi giymeyi seviyorsunuz. İnsanların yüzde 25’i dikromattır. 20 ve 32 arası renk görüyorsunuz: trikromatsınız, 3 tür koniye sahipsiniz (mor/mavi, yeşil ve kırmızı alanda). Anlayabildiğiniz kadar farklı rengin tadını çıkarıyorsunuz. İnsanların %50’si trikromattır. 33 ve 39 arası renk görüyorsunuz: tetrakromatsınız, arılar gibi 4 tür koniye sahipsiniz (mor/mavi, yeşil, kırmızı artı sarı alanda). Sarı sizi sinir ediyor, bu yüzden giysi dolabınızda bu renk yok. İnsanların %25’i tetrakromattır. 39’dan fazla renk görüyorsunuz: hadi ama, uyduruyorsunuz. Testte sadece 39 farklı renk var ve muhtemelen bilgisayar ekranınız tarafından sadece 35 tanesi doğru şekilde dönüştürülüyor. Büyük ihtimalle ek olarak dördüncü koniye sahip insanlar, arkaplan ışığı ne olursa olsun mavi/siyah veya beyaz/altın renk giysiler tarafından kandırılmıyor.
  7. Yeni bir araştırmanın bulduğuna göre düşük öz saygıya sahip insanlar, ilişki durumlarını Facebook’ta yayınlamaya daha yatkın. Brunel Üniversitesi’nden gelen bir habere göre, ünlü Facebook “ilişki durumu” özelliği, düşük öz saygıya sahip bireyler tarafından, dikkat çekmek için kullanılıyor. Düşük öz saygıya sahip insanlar muhtemelen, Facebook’ta kendini ifşanın üstünlüğünü, yüz yüze olandan daha fazla görüyor. Bununla beraber, romantik durum gönderileri özgüven sağlamak yerine, daha az beğenilir olarak görülüyor. Tez ayrıca kendini beğenmiş insanların ilişkilerinden ziyade başarıları hakkında daha fazla gönderi gönderdiğini buldu, çünkü istedikleri ilgi, kendini beğenmiş insanların övünmesiyle takviye ediliyor olabilir. Tezin söylediğine göre bu insanlar aynı zamanda sağlık ve fitnes diyetlerini daha fazla yayınlamaya yatkın, çünkü fiziksel görünüşlerine verdikleri gayreti yayınlamak için Facebook kullanıyorlar. Dr. Tara Marshall, insanların Facebook’ta belli konularda neden yazdığını, çünkü güncellemelerinin beğeniler ve yorumlarla farklı şekillerde ödüllendirilebildiğini anlamının önemli olduğunu söyledi. Daha fazla beğeni ve yorum alan insanlar, sosyal dahilliğin faydalarını deneyimlemeye yatkın, hiçbirini almayanlar ilişkisi kesilmiş hissediyor. Sonuçlar kendini beğenmiş insanların övünmelerinin, durumlarına daha fazla beğeni ve yorum aldıkları için getirisi olsa da bu, Facebook arkadaşlarının bu gibi bencil teşhirlerden gizli biçimde hoşlanmazlarken nezaketle destek sağlıyor olmaları da olabilir. Bir kişinin durum güncellemelerinin arkadaşları tarafından nasıl algılandığının daha fazla farkındalığı, insanların eğlendirici olmak yerine rahatsız edici olan konulardan kaçınmasına yardımcı olabilir. kaynak ve çeviri
  8. Ovulasyonda seconder oosit atıldıktan sonra graff folikülünün kalan kısmında teka interna içeriye doğru çöküntüler yapar. Teka damarları yırtılır ve ortaya çıkan kan, folikül içerisine dolar. Dolayısıyla oluşan bu yapı “Corpus luteum hemorojiam” adı verilir. Granülosa ve teka hücreleri büyür ve içlerine lipit ve lutein pigmenti birikir. Lutein sarı renkli bir madde olduğu için oluşan bu yapıya Corpus luteum (sarı cisim) adı verilir. Oluşan bu yapı östrojen ve progesteron salgılar. Eğer gebelik gerçekleşmiş ise corpus luteum gebelik corpus luteumu adını alır ve işlevini gebeliğin 9–10. haftalarına kadar sürdürür. 9–10. haftalardan sonra gerilemeye başlar. Ancak gerilemesine rağmen az miktarlarda salgı aktivitesini korur. Bu aşamada salgıları arasında relaxin denilen hormon vardır. Relaxin uterus kaslarının gevşemesini sağlar. Eğer gebelik meydana gelmemiş ise corpus luteum varlığını 10 gün kadar sürdürür ve sonra yok olur. Bu yapıya mensturasyon corpus luteumu adı verilir. Yok olmasının nedeni plasentadan hCG(human corionic gonodotropin) salınımının olmamasıdır. Kaybolduktan sonra yerine Corpus ablicans adını verdiğimiz beyaz noktacık kalır.
  9. Primordiyal foliküllerin farklanmasıyla başlar. Farklanma başlamadan önce folikül 30 mikrometre çaplıdır. Tek katlı yassı folikül epiteli ile çevrilidir. Primer oosit büyür ve çevre folikül epiteli önce tek katlı kübik daha sonra tek katlı prizmatik şekil kazanır. Bu aşamadan sonra çevre folikül epiteli çok katlı bir yapı kazanır. Tek katlı folikül hücreleri ile çevrili foliküllere tek katlı primer folikül, çok katlı folikül hücreleri ile çevrili foliküle de çok katlı primer folikül adı verilir. Çok katlı folikül epiteli çevresinde ovaryum bağ dokusundan gelen teka tabakası oluşur. Bu aşamada oosit ile folikül hücrelerinin birlikte oluşturduğu bir zar olan zona pellicuda oosit ile folikül hücreleri arasında gelişir. Teka tabakası bol miktarda kan damarı ve çok sayıda hücre içeren bir teka interna tabakasını ve bunun dışında sıkı bağ dokusu yapısındaki teka externa tabakasını oluşturur. Teka interna hücreleri daha sonra steroid sentezleyen hücrelere dönüşürler. Ancak teka externa hücreleri fibroblast benzeri yapılarını korurlar. Folikül hücreleri çoğalarak granülosa adını alır. Folikülün bir tarafında çoğalarak oositi folikülün bir köşesine iterler. Yani oosit folikül içerisinde exentrik olarak yerleşir. Bu aşamada folikül 0,2 mikrometre çapa ulaşmıştır ve folikül hücreleri arasında içi sıvı dolu boşluklar oluşmaya başlar. Bu sıvıya folikül sıvısı ya da likör folikülü adı verilir. Bu sıvı hyalurinik asitten zengindir. Ayrıca yapısında steroid ve gonodotropik hormonları barındırır. Sıvı miktarı arttıkça içi sıvı dolu boşluklar birleşir ve at nalı şeklinde antrum adı verilen bir tek boşluğu oluşturur bu yüzden bu foliküle antral folikül (= seconder folikül = vesiküler folikül) adı verilir. Bundan sonraki aşamada folikül büyümeye devam eder, antrum genişler, folikül sıvısı miktarı artar. Granülosa hücreleri oosite yakın bölgede çok tabakalı, folikülün diğer bölgelerinde tek ya da az tabakalı olarak gözlenir. Bu foliküle ise graff folikülü (=tersiyer folikül) adı verilir. Graff folikülünde oosit kendini foliküle bağlayan hücrelerle birlikte folikülün içerisine doğru bir tepecik oluşturur. Bu yapıya cumulus oophorius (yumurta tepeceği) adı verilir. Bunun yanı sıra granülosa hücrelerinden oluşan ışınsal düzenlenmiş tek tabakalı hücre grubu oositi çevreler. Bu tabakaya da corona radiata verilir. Bu aşamada primer oositin çapı 125-150um bir büyüklüğe ulaşmıştır. Tüm folikülün çapı 20 mm dir. Oositi foliküle bağlayan granülosa hücreleri arasında folikül sıvısı birikmeye başlar, hücreler arası bağlantı zayıflar ve oosit folikülle bağlantısını kopararak folikül içerisinde yüzmeye başlar. Yine bu aşamada graff folikülü ovaryum yüzeyinde 1cm'lik bir çıkıntı yapar. Folikül duvarı incelir ve damarsız bir yapı kazanır. Teka interna hücreleri östrojenleri sentezlemeye başlar.
  10. İki evrede gerçekleşir. Doğum öncesi olgunlaşma evresi (prenatal) Doğum sonrası olgunlaşma evresi (postnatal) Prenatal olgunlaşma evresinde premordial germ hücreleri genetik olarak dişi olan gonadlarda mitozla çoğalarak oogoniumları meydana getirir. Bu arada oogoniumun bir kısmı mitozla bölünürken bir kısmı da büyüyerek primer oositleri oluşturur. Primer oositlerin DNA’ları replike olur ve I. Mayoz bölünmenin profaz safhasına girerler. Bu gelişimin 3. ayında gerçekleşir. 5. ayda toplam oogonium sayısı 7 milyon civarına ulaşır. Bu dönemde hem oogoniumlarda hem de primer oositlerde atrezi görülür. Bu gerileme sonucunda eşey hücreleri dejenere olurlar ve 8. ayda oogoniumların tamamı dejenere olur. Sağlam kalan primer oositlerin tamamı 8. ayda I. Mayoz bölünmenin profazına girerler. Primer oositler TKYE hücreleri ile çevrelenerek premordial folikülleri oluştururlar. Postnatal olgunlaşma evresinde doğuma yakın tüm primer oositler I. Mayozun profazını tamamlarlar. Ancak I.metafaz yerine dictiyoten adı verilen bir dinlenme evresine girerler. Primer oositler bu evrede uzun süre kalırlar. I. Mayoz bölünmeyi pubertadan hemen önce ilk ovulasyon sırasında tamamlarlar, bu uzun süreli dinlenmeyi sağlayan TKYE hücrelerinden salınan OMİ(oosit maturasyon inhibitörü) dir. Doğumda tüm primer oosit sayısı 700 bin ile 2 milyon arasındadır. Pubertaya ulaşmış bir genç kızda her iki ovaryumda toplam 400bin oosit vardır. Puberta ile birlikte hipotalamustan gonodotropin relasing hormon (GnRH) salgılanır. Bu da adenohipofizden LH ve FSH salgılanmasını uyarır. FSH, foliküllerin büyümesini sağlar. LH ise ovulasyonu indükler. LH’ın pik yaptığı gün 28 günlük periyodun 14. günüdür. Bu 14. günde ovulasyon gerçekleşir. Buna ovaryal siklus adı verilir. 0–14 gün: Foliküler evredir bu evrede FSH baskındır ve foliküller gelişir. 14. gün: LH maksimuma ulaşır. Ovulasyon gerçekleşir. Ve ovumun atıldığı bölgede LH etkisi ile corpus luteum oluşur. 14–28 gün: Ovaryal siklusun eşzamanlısı. Uterus endometriumu dediğimiz mukozada meydana gelir. İlk 14 günde endometriumda östrojen etkisiyle bazı değişikler oluşur. Östrojen poliferatif bir hormondur. Dolayısıyla endometriumda poliferasyona neden olarak endometrium duvarına kalınlaşma sağlar. 14. günde ovaryal siklusta LH pik yaptığı anda corpus luteum oluşur. Corpus luteumdan progesteron ağırlıklı salgı yapılır. Buda endometriumda sekresyona neden olur. Bu evreye sekresyon evresi denir. Ovulasyonda fertilizasyon olmuşsa 5–6 gün sonra endometrium duvarına endometriuma implante olur. Glikojen ise gömülü blastositin beslenmesini sağlar.
  11. Oogenez sonucunda ovum oluşur ve oogenez olayı ovaryumda gerçekleşir. Ovum ovaryumlarda oluşturulur ve tuba uterinaya verilir. Dişi genital sisteminde bir çift ovaryum bir çift tuba uterina ve bir de uterus vardır. Uterus vagina ve dış genital organlarla devam eder. Oogenez olayı ovaryumda gerçekleşir. Oluşan ovum tuba uterinanın fimbria adlı çıkıntıları tarafından kapılır ve tuba uterina içine alınır. Tuba uterinanın 2/3 üst kısmında fertilizasyon oluşur ve zigot meydana gelir. Uterusa kadar olan bölge yarıklanır. Uterus duvarına yaklaştığı anda blastosit evresi oluşur. Gelen zigot uterus duvarlarına tutunur. Dişide ovulasyon menarş ile başlar. Pubertada gerçekleşir ve menopoza kadar devam eder. Bu durum her 28 günde bir tekrarlanır. Bu 28 gün (+,-) bir hafta değişebilir. Ovaryumların iki işlevi vardır. Oogenez ve siteroidogenez. Yani ovaryumlar aynı zamanda bir endokrin organdır. Östrojen, progesteron ve az miktarda testosteron sentezlerler.
  12. Bir çift testis, boşaltım kanalları ve yardımcı bezlerden oluşur. Testis içerisinde seminifer tubulus (=tubulu seminiferi contorti=kıvrımlı seminifer tubulusları) adını verdiğimiz yapılar vardır. Spermiyogenez bu tubulusların lümeninde gerçekleşir. Bir seminifer tübülü enine kestiğimizde şöyle bir dizilim görülür; Tabanda spermatogoniumlar vardır. Üstte spermatosit 1’ler,onun üstünde spermatosit 2’ler ve en üstte de spermatitler vardır. Aralarında şekilsiz sertoli hücreleri bulunur. Spermatogenez seminifer tubulusların farklı yerlerinde farklı sürelerde biter. Bu yüzden sürekli bir sperm üretimi vardır. Sertoli Hücreleri Uzun, prizmatik, büyük hücrelerdir. Lateral hücre membranları birbirleriyle bağlantı kompleksleri kurarak tubulus lümenini iki kompartımana ayırırlar. Bu bölmelerin altta olanına bazal kompartıman üstte lümene yakın kısmına adluminal kompartıman denir. Bu sertoli hücrelerinin arasında oluşan bağlantı kompleksleri aynı zamanda kan-testis bariyerini de oluşturur. Bariyer? → Kromozom sayısı indirgenmiş spermatogenik hücreler vücut immun sistemi (kandaki antikorlar) tarafından yabancı hücre olarak algılanır. Çünkü kandaki hücrelerden farklı sayıda kromozom içerir. Bunu önlemek için de bu hücrelerle kan arasında bir bariyer oluşturulması gerekir. Fonksiyonları: Kan-testis bariyerini oluşturur. Spermatit hücrelerin desteklenmesini ve bağlanmasını sağlar. ABP (=androjen binding protein) salgılar. Androjen (= testosteron) dıştaki bağ dokuya verilir. Spermatogenezin olaylanabilmesi için testosteron gereklidir. Spermatit stoplazmik artıklarının fagosite edilmesi MİF salgılar (= Müller inhibiting factor * Dişi embriyoda Müller kanalının baskılanmasını ve inhibe edilerek wolf kanalının kullanılmasını sağlar). İnhibin salgılar ( Hipofizden FSH salgılanmasını inhibe eder. Dolayısıyla da spermatogenez hızını kontrol eder → FSH kanda azalınca testesteron da azalır, spermatogenez yavaşlar.) Lümene verilen früktozdan(→ beslenmeyi sağlar) zengin semeni( = ejekülat = testis sıvısı) salgılar. Testiküler transferrin salgılanır. Spermiumların demir ihtiyacını karşılar ( demiri kandan alır.) Leydig Hücreleri İnterstisyel alanda bulunurlar. Tek görevi vardır: testesteron salgılar. Testesteron steroid yapıda bir hormondur. Dolayısıyla leydig hücreleri steroid sentezi yapan hücre yapısına sahiptir. *SER, lipit ve tübüler kristalı mitokondri; bu üç yapı steroid sentezinden sorumlu hücrelerde bulunan yapılardır.
  13. Spermiyogenez sırasında spermatitler sertoli hücreleri ile bir iş birliği yaparlar. Spermatitten olgun spermium oluşumuna kadar geçen süreç sertoli hücresi sitoplâzmasında gerçekleşir. Yeni oluşan spermatitler birbirlerine protoplazmik köprüler ile bağlıdırlar. Bu bağlantıları ile birlikte sertoli hücresi sitoplâzmasına doğru girerler ve burada bir dizi gelişim evresi geçirirler. Bu evreler: Golgi evresi: Spermatit granüler ER’sinde üretilen hidrolitik enzimler golgi kompleksine gelir. Çeşitli değişiklikler geçirerek golginin trans yüzünden salınırlar. Bu granüllere “proakrozomal granül” adı verilir. Bu granüller birleşerek akrozom vesiküllerini oluştururlar. Bu akrozomal vezikül çekirdek zarına yapışık olarak yerleşir. Bu vezikül aynı zamanda spermiumun ön kutbunu da belirler. Bu evrede sentrioller çekirdek bölgesinden uzaklaşır ve bir tanesi flagellumun aksonemini ( 9 çift periferde, 2 tane merkezde mikrotubulus yapısı içeren, kuyruğun iskeletini oluşturan yapı ) oluşturur. Başlık ( Şapka ) evresi: Bu evrede akrozom vezikülü büyür ve vezikülün zarı çekirdeği kısmen sarar. Son büyüklüğüne ulaştığında bu yapı artık akrozom olarak bilinir. . Akrozom evresi: Akrozom yapımı tamamlanmıştır. Çekirdek koyu renkli, küçük, armut şekilli bir yapı kazanmıştır. Bu arada distal sentriolden çıkan mikrotubuluslar aksonem denilen yapıyı oluşturur ve kuyruk uzamaya başlar. Mitokondriumlar (Mt) boyun bölgesinde aksonemi çevrelerler. Spermiumun flagellumu meydana gelir. Maturasyon (olgunlaşma) evresi: * Mitokondriden oluşan bir kılıf gerekli enerjiyi sağlar. Spermatitler bu evrede birbirlerinden ayrılırlar. Bunlar arasındaki protoplazmik köprüler ortadan kalkar ve fazla stoplazmik kısımlar atılır. Bu atılan sitoplâzma parçalarına “rezidüel body” adı verilir. Bu rezidüel bodyler sertoli hücresi tarafından fagosite edilirler. Oluşan yeni hücreler olgun spermiumlardır. Seminifer tübül lümenine atılırlar. Bunların hareket ve dölleme yetenekleri yoktur. Hareket yeteneklerini ductus epididimis’te (yardımcı bezlerin salgıları ile ); dölleme yeteneklerini ( kapasitasyon ) ise dişi genital kanallarda kazanırlar. Spermium, dişi boşaltım yollarında ise süper aktivasyon yeteneği kazanır. Bu spermiumlardan en güçlüsü seçilerek ovumu döller. Baş kısmını akrozom sarar. Akrozom hidrolitik enzimleri içerir. Bunlar ovumun zona pellicudasını delme yetisindeki enzimlerdir. Dolayısıyla fertilizasyon için gereklidir. Akrozom içinde yer alan hidrolitik enzimlerin başlıcaları şunlardır: Hyaluronidaz Nöraminidaz Aril sülfataz Asit fosfotaz Akrozin ( tripsin benzeri proteaz ) Spermiumun kuyruk kısmı 4 parçadan oluşur. Boyun bölgesi baş kısmını kuyruk bölgesine bağlar. Boyun bölgesinde başlayan aksonem kuyruk boyunca uzanır. Orta parça aksonemin çevresinde çok sayıda mitokondri ile çevrilidir. Hareket için orta parçanın son bölgesinde bir kalınlaşma yer alır. Bu kalınlaşmaya annulus adı verilir. Bu kalınlaşma mitokondrili orta parçanın bittiğinin göstergesidir. Esas parça kuyruğun en uzun parçasıdır. Esas parçada aksonemin çevresinde bir fibröz kılıf bulunmaktadır. Son parçada sadece aksonem bulunur.
  14. Pubertaya kadar tüm erkek cins ya da eşey hücreleri spermatagonium evresinde dinlenme halinde kalırlar. Spermatogenez pubertayla birlikte başlar ( 13–16 yaş ) ve erkelerde hızı yavaşlamakla birlikte yaşlılığın son dönemlerine kadar sürebilir. Spermatositogenez Mayoz bölünme Spermiyogenez Spermatositogenez’de spermatogonium A’lar bir dizi mitoz bölünme gerçekleştirirler ve sürekli spermatogonium A’ları oluştururlar. Bu bölünmenin sonucunda oluşan spermatogonium A’ların bir kısmı mitoz bölünme göstererek spermatogonium B’leri oluşturur. Oluşan spermatogonium B’ler mitoz bölünme ile primer spermatositi meydana getirirler. Spermatogonium B’ye dönüşemeyen spermatogonium A’lar stem hücre olarak kalır. Spermatositogenez burada tamamlanır. Daha sonra primer spermatositler 1. mayoz bölünmeye ( 1.mayoz bölünmeye redüksiyon = indirgenme bölünmesi de denir ) girerler ve sekonder spermatositi oluştururlar. 1. mayozun çok uzun profaz evresi vardır. 22 gün civarında sürer. 1. mayozun profaz evresinde krossing-over oluşur ve genetik çeşitlilik sağlanır. I. mayozun başında diploid kromozomlu iken I. Mayozun sonunda haploid kromozom sayısı olur. Haploid kromozoma sahipken diploid miktarda DNA’ya sahiptir. Daha sonra sekonder spermatositin II. mayozu geçirmesi ile de spermatit adı verilen hücreler oluşur. II. mayozda kromozom sayısı değişmez ancak DNA sayısı yarıya iner. Daha sonra spermiyogenez başlar.
  15. Neonatal(yeni doğan dönem) Bebek (infant) Çocukluk Ergenlik (puberte) Gençlik (adolesans) Erginlik (adult) Yaşlılık (senilite)
  16. Biyoloji Günlüğü

    Uyuşturucu

    Elinize sağlık, çok daha fazla arkadaşın bu yazıyı ve benzer bilgilendirme metinlerini görmesi dileğiyle. @Muzeyyen yazı farklı bir kaynaktan siteye alıntı yapılmış olmalı, düzenleme sağladık, şu anda daha sağlıklı bir görünüm olacaktır, bildirim için teşekkürler.
  17. Özenli konu içeriği için teşekkürler, elinize sağlık!
  18. Biyoloji Günlüğü

    Doğal seçilim nedir?

    Doğal seçilim; mutasyon, göç ve genetik sürüklenmeyle birlikte, evrimin temel mekanizmalarından biridir. Darwin’in çok önemli olan “doğal seçilim yoluyla evrim” görüşü, görece basit olmasına karşın sıklıkla yanlış anlaşılmıştır. Nasıl işlediğini görmek için, bir böcek popülasyonunu gözümüzün önüne getirelim. 1. Özelliklerde çeşitlilik vardır: Örneğin, bazı böcekler yeşil, bazıları ise kahverengidir. 2. Ayrımlı üreme vardır: Çevre, popülasyonların sınırsız gelişimini destekleyemez. Bu yüzden popülasyondaki bireylerin tümü üreme potansiyellerinin tamamını kullanamaz. Bu örnekte, yeşil böceklerin kuşlar tarafından yenme olasılıkları daha yüksek olduğundan, yeşil böceklerin üremek için sağkalım olasılıkları kahverengi böceklere göre daha düşüktür. 3. Kalıtım vardır: Hayatta kalan kahverengi böceklerin kahverengi yavru böcekleri olur, çünkü bu özelliğin genetik bir temeli vardır. 4. Nihai sonuç: Böceğin daha fazla yavru oluşturmasına olanak sağlayan kahverengi renk, daha avantajlı bir özelliktir ve popülasyon içinde giderek yaygınlık kazanacaktır. Eğer bu süreç böyle devam ederse, popülasyondaki tüm bireyler sonunda kahverengi olacaktır. Eğer elinizde çeşitlilik, ayrımlı üreme ve kalıtım varsa bunun sonucunda doğal seçilim yoluyla evrim elde edersiniz. İşte bu kadar basit.
  19. Genetik sürüklenme; doğal seçilim, mutasyon ve göçle birlikte evrimin temel mekanizmalarından biridir. Her nesilde bazı bireyler, tümüyle rastlantısal olarak, geriye diğer bireylerden biraz daha fazla sayıda torun (ve elbette gen!) bırakabilirler. Bir sonraki neslin genleri “şanslı” bireylerin genleri olacaktır; ancak, bu bireyler daha sağlıklı ya da daha “iyi” bireyler olmak zorunda değildir. Bu olay, kısaca, genetik sürüklenmedir. Bu, TÜM popülasyonlarda gerçekleşen bir olaydır – talihin oyunlarından kaçış yok. Daha önceki örneklerde, bu kurgusal çizimi kullanmıştık. Genetik sürüklenme, popülasyonun genetik yapısını etkilemektedir, ancak bu durum doğal seçilimden farklı olarak tümüyle rastlantısal bir biçimde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, genetik sürüklenme her ne kadar evrimsel bir mekanizma olsa da, uyarlanımların oluşmasında işlev görmez.
  20. Yeşil renkli böceklerin kuşlar tarafından fark edilmesinin ve dolayısıyla yenmesinin kahverengi böceklere göre daha kolay olduğunu düşünün. Kahverengi böceklerin hayatta kalıp döl verme şansları biraz daha fazla olacaktır. Böylece, sahip oldukları kahverengi olma genlerini yavrularına aktaracak ve yeni nesilde, kahverengi böcekler bir önceki nesle göre daha yaygın olacaktır. Bu mekanizmaların hepsi genlerin bir popülasyon içindeki sıklığında değişime neden olabilir, dolayısıyla hepsi evrimsel değişimin mekanizmalarıdır. Ancak doğal seçilim ve genetik sürüklenme, popülasyonda genetik çeşitlilik olmadığı, yani popülasyondaki bazı bireyler genetik olarak diğerlerinden farklı olmadığı sürece işlemezler. Eğer böcek popülasyonundaki bireylerin tamamı (%100’ü) yeşil olsaydı, seçilim ve sürüklenmenin hiçbir etkisi olmayacaktı çünkü genetik bileşim değişemeyecekti.
  21. Evrimi, ortak bir atadan değişerek türeme olarak tanımlamıştık. Peki değişen tam olarak nedir? Evrim ancak bir popülasyonun gen sıklığında zamanla bir değişim olduğunda gerçekleşir. Bu genetik farklılıklar kalıtsaldır ve bir sonraki nesle aktarılabilir – ki bu da evrim için asıl önemli olan “uzun vadeli değişim”ler demektir. Böcek popülâsyonlarındaki değişimle ilgili verilen şu iki örneği karşılaştırın. Sizce bunlardan hangisi bir evrim örneğidir? 1. Böcekler rejimde Böceklerin yiyebileceği bitkilerin az olduğu bir ya da iki yıl süren bir kuraklık dönemi düşünün. Tüm böcekler üreme ve sağkalım açısından eşit şansa sahipler. Ancak yiyecek miktarının azalması, bu nesildeki bireylerin bir önceki nesile göre biraz daha küçük olmasına yol açmış. 2. Başka bir renkten böcekler Popülasyondaki bireylerin büyük kısmında, örneğin %90'ında, parlak yeşil renk genleri bulunurken, küçük bir kısmında (%10) onları daha kahverengi yapan bir gen bulunmaktadır. Birkaç nesil sonra, durum değişir: Popülasyonda kahverengi böcekler eskiden olduklarından daha yaygınlaşıp, popülasyonun %70’ini oluşturur hale gelmişlerdir. Birinci örnekte, böcek popülasyonunun vücut ağırlığı, genlerin sıklığındaki değişimden dolayı değil, çevresel etkiler (besin miktarındaki azalma) nedeniyle değişmiştir. Bu yüzden birinci örnek evrim değildir. Popülasyonun vücut büyüklüğü genetik olarak belirlenmediği için, küçük vücutlu böcek nesli normal miktarda besin kaynağına sahip olduğunda normal boyutlara ulaşacak nesiller üretecektir. İkinci örnekteki renk değişimi ise açıkça evrimdir: Aynı popülasyonun iki nesli genetik olarak farklıdır. Peki ama, bu nasıl oldu?
  22. Günümüz organizmaları, geçmişte yaşamış atalarından evrim süreci sonucunda türemişlerdir. Evrim, hem tüm organizmalar tarafından paylaşılan dikkat çekici benzerliklerden hem de yaşamın o inanılmaz çeşitliliğinden sorumludur. Peki bu süreç tam olarak nasıl işler? Evrim sürecinin temelinde genetik çeşitlilik yatar. Seçici kuvvetler genetik çeşitliliğe etki edip evrimin gerçekleşmesini sağlarlar. Bu bölümde evrimin mekanizmalarını incelerken şunlar üzerine yoğunlaşacağız: Türeme ve bir sonraki nesle aktarılan kalıtsal genetik farklılıklar; Değişim mekanizmaları olarak mutasyon, göç (gen akışı), genetik sürüklenme ve doğal seçilim; Genetik çeşitliliğin önemi; Genetik sürüklenmenin rastlantısal doğası ve genetik çeşitliliğin azalmasının etkileri; Çeşitlilik, ayrımlı üreme ve kalıtımın, doğal seçilim yoluyla evrime nasıl yol açtığı; ve Farklı türlerin birlikte evrim yoluyla birbirlerinin evrimini nasıl etkilediği.
  23. Evrimin ana fikri, yaşamın bir tarihi olduğu yani zaman içinde değiştiği ve farklı türlerin ortak bir ataya sahip olduğudur. Bu sayfalarda, evrimsel değişimin ve türler arası ilişkilerin "soyağaçları" ile nasıl gösterildiklerini, bu soyağaçlarının nasıl oluşturulduğunu ve bu bilginin canlıların sınıflandırılmasına nasıl etki ettiğini keşfedebilirsiniz. Burada hem evrimsel tarihin bir kronolojisini, hem de yaşamın tarihindeki belli başlı bazı olayların, örneğin yaşamın ilk ortaya çıkışı ve insanın evriminin ayrıntılarını bulacaksınız. Evrim süreci, türler arasında bir ilişkiler örüntüsü oluşturur. Soylar evrilip bölündükçe ve değişiklikler yeni nesillere kalıtım yoluyla aktarıldıkça, soyların evrimsel yolları birbirinden ayrılır. Bu, evrimsel ilişkilerin dallanmış bir örüntüsünü oluşturur. Türlerin kalıtsal özelliklerini ve başka tarihsel verileri inceleyerek, evrimsel ilişkileri ortaya çıkarabilir ve bu ilişkileri bir soyağacında gösterebiliriz. Bu soyağaçlarına soyoluş adı verilir. Aşağıda gördüğünüz soyoluş, dünyadaki bütün yaşamı birbirine bağlayan temel akrabalıkları gösteriyor.
  24. Biyolojik evrimin en basit tanımı, değişerek türemedir. Bu tanım hem küçük ölçekte evrimi (yani bir popülasyonun içinde gen sıklıklarının nesilden nesile değişmesini) hem de büyük ölçekte evrimi (yani aradan bir çok nesilin geçmesiyle ortak bir atadan farklı türlerin türemesini) kapsar. Evrim yaşamın tarihini anlamamızı sağlar.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.