Jump to content

Cenk Önsoy

Yönetici
  • İçerik sayısı

    1.126
  • Katılım

  • Son ziyaret

Cenk Önsoy paylaşımları

  1. Cenk Önsoy

    Dikkat Tardigrad geliyor!

    Ortam ve konu bilimsel olsa da dedikodu yine kendini belli etmiş gibi görünüyor @MehmetEmin @Biyolokum
  2. Cenk Önsoy

    Dikkat Tardigrad geliyor!

    Bazen kistik forma geçerek yüzyıllar sonra uyanmayı istediğim doğrudur
  3. Olimpiyatlarda sporcular için bir test daha eklenecek desenize -duz mantık-
  4. Yapısal, fonksiyonel, davranışsal ya da kalıtsal olabilir. 3 tane etkeni vardır. Genetik Etkenler ( genetik faktörlerin neden olduğu bozukluklar ): Tüm doğuştan anomalilerin 1/3’üne neden olurlar. Kromozom çiftleri sayısal ya da yapısal iki tür değişikliğe uğrayabilir. Sayısal Anomaliler: Genellikle non-disjunction ( kromozomların ayrılmaması ) sonucunda meydana gelir. Kromozom sayısındaki eksiklik ya da fazlalık aneuploidi (poliploidi) olarak adlandırılır. Monozomi: Bir otozomal kromozomun eksik olması durumudur. Bu tip yavrular genellikle ölür. Dolayısıyla da rastlanma sıklığı çok düşüktür. %99’u kendiliğinden düşer. %1 i ise Turner Sendromlu genotipe sahip olur. Trizomi: Bilinen çift kromozom yerine 3 kromozom bulunması durumudur. Nedeni non dis-junction’dır. 23 çift kromozomlu cins hücresi yerine 24 kromozomlu cins hücresi oluşur. Poliploidi: Kromozomların tüm sayı katlarını içerirler. En çok bilineni 69 kromozomlu triploidi’dir. II. Mayoz sırasında ikinci polar cismin ayrılmamasından veya bir oositin iki spermiumla aynı anda döllenmesinden gerçekleşir. Teraploidi (23x4=92 kromozom)de 92 kromozom gözlenir. Yapısal kromozom anomalileri: Çevre faktörlerinin etkisiyle kromozom kopması sonucunda oluşur. Bu etkenler radyasyon, ilaçlar, kimyasallar gibi etkenlerdir. Translokasyon: Kopan kromozom parçasının homolog olmayan kromozoma geçmesidir. Örneğin 21. kromozom ile 14. kromozom arasında translokasyon oluşursa kişi(yavru) fenotipi normal görülür. Bu kişilere dengeli translokasyon taşıyıcıları denir. Delesyon: Bir kromozomdan kopan parçanın kaybolmasıdır. Örneğin 5. kromozomun kısa parçası koparsa cirudi cat (kedi miyavlaması) ortaya çıkar. Bu tip kişiler mikrosefali ve zekâ geriliğine ve doğuştan kalp hastalığına sahiptirler. Halka kromozom: Bir delesyon tipidir. Kromozomun her iki son ucu kopup kaybolur. Kalan uçlar birleşerek halka yapısı oluştururlar. Mikro delesyon çok küçük oranda kromozom kayıplarıdır. Çevre Faktörlerinin Neden Olduğu Anomaliler: Anomaliye neden olan çevre faktörlerine teratojenler denir. Bunlar sigara içme, kafein, alkol, andojen, antibiyotik, antikoagülan ve birçok ilaçlardır. Anomalilerin % 7-10’unu oluşturur. Multifaktoriyal Kalıtım Anomalileri(genetik-çevrenin birlikte etkileşimi) : yarık dudak, yarık damak gibi anomaliler bu yolla ortaya çıkar. Nöral tüp defektleri, doğuştan kalça çıkığı, pilor stenozu bu yolla ortaya çıkar.
  5. Başlıca çoğul gebelik nedenleri; Anovulasyona sahip kadınlarda tedavi amaçlı olarak kullanılan gonadotropinlerin veya diğer ilaçların etkisiyle birden fazla seconder oosit atılır ve çoklu gebelik ortaya çıkabilir. Kontraseptifler (doğum kontrol hapları) uzun süre alındıktan sonra bırakılırsa ovaryumda birden fazla seconder oosit atılmasına neden olur. Bu da çoklu gebeliğe neden olabilir. Anne genotipine ve yaşına bağlı olarak ortaya çıkabilir. IVF (invitro fertilizasyon) ve ET(embriyo transferi) yöntemi ile çoklu gebelikler ortaya çıkabilir. İkizlik: İki tane zigottan gelişirse dizigotik ikizlik (fraternal ikizlik), tek bir zigottan gelişirse monozigotik (benzer) ikizlik oluşur. Dizigotik ikizlik: genetiğe bağlıdır. Sıklığı ırklara göre değişir Monozigotik ikizlik: tüm ırklarda aynı sıklıkla gözlenir. Dizigotik ikizlik gelişimi: 2 adet seconder oosit 2 ayrı spermium tarafından döllenir. Gelişen ikizlerin cinsi aynı ya da farklı olabilir. Blastositler uterusa aralıklı gömülürlerse ikizler iki ayrı amnion ve iki ayrı corion kesesine ve iki ayrı plasentaya sahip olurlar. Ancak blastositler yakın gömülürlerse iki ayrı amnion keseleri, birbirine bitişik iki corion kesesi ve bir tane plasentaları olur. Monozigotik ikizlik gelişimi: Ovulasyonla atılan bir seconder oosit bir spermium tarafından döllenir. İkizler benzer genotip ve fenotipe sahiptirler. Şu alternatiflerle meydana gelebilir; Zigot iki blastomerli evreden morula evresine kadar olan dönemde ikiye ayrılır ve iki blastosit oluşur. Monozigotik ikizliğin %35’i bu şekilde meydana gelir. Blastosit iç hücre kitlesinin iki eşit parçaya ayrılmasıyla meydana gelir. %60’ı bu tip gelişimle olur. Bu tip gebelikte 2 ayrı amnion, ortak corion ve plasenta vardır. 2.i haftada embriyon diskinin enine 2 eşit parçaya bölünmesi ile gelişebilir. Buna monoamniotik ikizler denir. Bir amnion, bir corion ve bir plasenta vardır. Oluşma sıklığı %4 civarındadır. Bu tip ikizlerde göbek kordonu çok sıklıkla dolanır ve ikizlerden biri ya da her ikisi birden ölebilir. Monozigotik ikizde blastosit veya embriyon diskinin tam olarak ayrılmaması sonucunda yapışık ikizler meydana gelir. Üçüzlük: Tek bir zigottan gelişebilir. Embriyonik blastomer 3 eşit parçaya bölünür ve 3 tane birbirine benzer yavru oluşur. İki zigottan gelişebilir. Zigotların biri ayrı gelişir, bir tanesi ikiye bölünür. Bunun sonucunda bir tane farklı, iki tane benzer yavru oluşur. Üç ayrı seconder oosit, üç ayrı spermium tarafından döllenir ve üç ayrı yavru oluşur. Verilen bu örnekler dördüz, beşiz ve altızlık içinde geçerlidir.
  6. Doğum dört evrede gerçekleşir: Dilatasyon (genişleme) : Uterusun cervix bölgesi genişlemeye başlar ve 2–3 dakikalık aralıklarda gerçekleşen kontraksiyonlarla baş gösterir. Cervix kanalı tam olarak açıldığında sona erer. Atılma: İlk doğumlarda 50 dk, ikinci ve daha sonraki doğumlarda 20 dk sürer. Plasenta safhası: plasenta ve fetal membranların atılmasıdır. 10 dakikadan az sürer. İyileşme: Myometrium kasılmaları spiral arterlerin kanamasını durudur ve kan kaybı önlenir. Doğumdan sonraki kanama 2 dk sürer.
  7. Corion kesesinden gelişir. 8. haftaya kadar corion villusları kesenin tüm yüzeyini kaplar. Corion kesesi büyüdükçe decudia capsularis ile ilişkili villuslar baskıya uğrar ve dejenere olur ve düz corion veya corion leave dediğimiz yapı oluşur. Decudia basalis ile ilişkili villuslar artarlar ve villus corionu ya da corion frondosumu yaparlar. Bazı corion villusları decudia basalise tutunurlar ve stem villus veya anchoring villusları oluştururlar. plasenta membranı 4 tabakadan oluşur. Bunlar dıştan içe doğru; sinsityotrofoblast sitotrofoblast corion villuslarının bağ dokusu fetüs kapiller endoteli Bu dörtlü yapı plasenta bariyerini oluşturur. 20. haftadan sonra membran incelir. Bunun nedeni ise sitotrofoblast ve bağ dokusunun kaybolmasıdır. Fetal plasenta Dolaşımı: Kirli kan göbek kordonundan 2 arter yoluyla plasentaya gelir. Corion tabakasına girdiğinde ışınsal dallar verir. Bu ışınsal dalların her biri bir anchoring villus içine girer ve burada da dallanarak yan villuslar içerisinde arterovenöz kapiller ağı oluşturur. Burada temizlenen kan bir tane vena aracılığıyla fetüse geri götürülür. Maternal plasenta Dolaşımı: Villuslar arası boşluğa anne kanı 80–100 tane spiral arter yoluyla gelir. Boşluk tavanına basınçla fışkırır. Daha sonra villus yüzeyinden yavaş yavaş aşağıya doğru akar ve bu akma sırasında fetüs kanı ile anne kanı arasında madde alışverişi gerçekleştirilir. Kirlenen anne kanı ise tekrar endometrial venler yoluyla anne dolaşımına geri gider. Tam gelişmiş bir plasentada villuslar arası boşlukta 150 ml kadar kan bulunur. Bu kan her dakikada 3–4 kez yenilenir. Plasenta İşlevi: 3 temel işlevi vardır. Metabolizma işlevi: Erken gebelik döneminde glikogen, kolesterol ve yağ asitlerini üreterek embriyonun beslenmesini sağlar. Taşıma işlevi: 4 mekanizma ile gerçekleşir. Bunlar; 1- basit difüzyon 2- kolaylaştırılmış difüzyon 3- aktif transport 4- pinositoz Taşınan maddeler ise gazlar (oksijen, karbondioksit, karbonmonoksit), besinler, vitaminler, glikoz, hormonlar, elektrolitler, antikorlar, ilaçlar, enfeksiyon ajanları vb. Endokrin işlevi: En tipik salgılanan hormon hCG dir. Bu hormon ikinci bir menstural döngüyü engeller. Corpus luteumun sürekliliğini sağlar. Diğer bir hormon hPL (human plesantal lactogen) dir. hPL ye hSC (human corionic somatomamotropin)de denir. Bu hormonların yanı sıra steroid hormon sentezi de yapılır. Bunlar progesteron ve östrojendir.
  8. Allantois Kesesi iki kısımdan oluşur; fetal plasenta maternal plasenta Maternal plasenta decudia’dan gelişir. Konseptusunun bulunduğu bölgeye göre farklı tipleri vardır. Konseptus, embriyoyu da içeren embriyo dışı yapıların tamamına denir konseptusun hemen altındaki decudia basalis konseptusun üzerini örten decudia capsularis bu ikisinin dışında kalan kısım decudia parietalis Bu üç yapı maternal plasentayı meydana getiren yapılardır. Konseptus büyüdükçe uterus duvarından lümene doğru çıkıntı yapar. Bu çıkıntı karşı tarafın decudia parietalisi ile birleşir. 22. haftada decudia capsularis dejenere olur ve maternal plasenta decudia basalis tarafından yapılır.
  9. Başlangıçta corion kesesi içerisinde küçük bir kesedir. Embriyonun kıvrılması sırasında dorsal kısmı ilkel barsak kanalını yapacak şeklinde embriyo içine alır. 10.haftada orta barsağa bir sap ile bağlıdır. Kesenin sap kısmı önce göbek halkasına daha sonrada ilkel göbek kordonunda yer alır. Amnion kesesinin genişleyip corionla birleşmesi sonucu sapından kopar ve küçük bir yapı olarak bir süre varlığını sürdürür ve sonra da ortadan kalkar. Vitellüs kesesinin önemi: 2 ve 3. haftalarda uteroplesantal dolaşım başladığında embriyoya besin maddelerinin taşınmasında rol alır. 3. haftada kan yapına katılır 6. haftada karaciğer kan yapmaya başlayıncaya kadar bu kan yapımı işlevini sürdürür. 4. haftada dorsal kısmı ilkel barsak yapısına katılır. 3. haftada duvarında primordial germ hücreleri üretilir.
  10. Konuyla ilgili çılgın yorumlar gelir diye beklerken hiç dönüş olmaması oldukça garibime gitti gerçekten, üzüldüm de diyebilirim. Biraz daha takipteyim, bakalım yeterince insanın görmesini sağlayamadık galiba
  11. Erken dönemde amnion sıvısı az miktarda amnioblastlar tarafından üretilir. Sıvının büyük bölümü ise difüzyon yoluyla gelen, anneye ait doku sıvısıdır. Bunun difüzyonu decudia parietal iste gerçekleşir. Bunun yanı sıra fetüse ait solunum yollarından da günde 300–400 ml kadar amnion sıvısı üretilir 12.haftadan sonra fetüs amnion sıvısı içerisine idrar vermeye başlar. Amnion sıvısı 10.haftada 30 ml kadardır. 20.haftada 350 ml ve 37.haftada 700–1000 ml arasındadır amnion sıvısının su içeriği her 3 saatte bir değişir. Gebeliğin son dönemlerinde günlük 400 ml amnion sıvısı içerir. Amnion sıvısının az miktarda olması oligohidroaminoz olarak adlandırılır. Plesantal yetmezlik sonucunda oluşur. Böbreklerin gelişmemesi durumunda da ortaya çıkar. Amnion sıvısının fazla olması ide polihidroamnioz olarak adlandırılır. MSS bozukluğuna sahip fetüslerde fetüs su içermediğinden sıvıda fazlalık olur. Amnion Sıvısının Önemi: 1. embriyonun simetrik gelişimini sağlar. 2. embriyonun amnion kesesi duvarına yapışmasını önler. 3. embriyoyu dış darbelere karşı korur. 4. embriyonun vücut ısısını sabit tutar. 5. kas-iskelet sisteminin gelişmesini sağlar. 6. akciğer gelişimine katkıda bulunur.
  12. Fetal membranlar ve plasenta fetüsü anneden ayıran yapılardır. Ancak bunlar aracılığıyla yapılan madde ve gaz alışverişi fetüsün büyümesini ve gelişmesini sağlar. Fetal membranlar; amnion, vitellüs, corion ve allantois keseleridir. Zigottan gelişirler. Vitellüs ve allantois haricinde hiçbirisi embriyo yapısına katılmaz. Göbek kordonu 5. haftada ilkel göbek halkasını oluşturur. Bu yapıyı oluşturan elemanlar şunlardır; 2 arter ve 1 vena içeren göbek damarları ile allantoisi içeren bağlantı sapı vitellüs kesesi damarları ve vitellüs sapı intraembriyonik ve extraembriyonik sölom boşluklarını birleştiren kanal 10. haftada ilkel göbek kordonu gelişir ve 3. ayın sonunda çevresi Wharton peltesi dediğimiz mezenşimal bağ dokusu ile çevrili 2 arter ve 1 venden oluşan esas göbek kordonu gelişir. Fetüste kirlenen kan 2 arter aracılığıyla plasentaya taşınır. Temizlenen kan ise vena aracılığıyla fetüse taşınır.
  13. Fetal dönem 3.aydan doğuma kadar olan süredir. Fetüs Gelişimi: CR (crown rump) uzunluğu ile belirlenir. CR uzunluğu; fetüsün ortalama uzunluğudur Ya da CH (crown hell) uzunluğu ile de belirlenir. CH uzunluğu; baş topuk uzunluğudur. Uzunluk artışı 3.4.5. aylarda olur. Fetüsün ağırlıklı artışı ise en çok son 2 ayda olur. Gebelik süresi en son menstural kanama ile 280 gün (=40 hafta) fertilizasyona göre ise 266 gün (=38 hafta)dür. Aylık Değişiklikler: 3.ayın başında baş, CR uzunluğunun yarısını oluşturur. 5. ayda ise baş CR uzunluğunun 1/3 ü kadardır. CH uzunluğunun ¼ ü kadardır. 3.ayda yüz insanı andırmaya başlar. Gözler yanlarda yerleşiktir. Kulaklar normal yerlerinde çıkmışlardır ve extremiteler vücutta orantılı büyüklüklerine ulaşmışlardır. 12. haftada fetüsün cinsiyeti dışardan belli olur. 3.ayın sonunda refleks aktivitesi gösterir. Bu da kasların geliştiğinin göstergesidir. 4–5.aylarda fetüs hızla uzar. Gebeliğin ilk yarısında CR uzunluğu 15 cm dir. 5.ayın sonunda ise ağırlık ancak 500 gr kadardır. 5.ayda fetüs hareketi anne tarafından hissedilmeye başlar. 6. ayda deri kırmızı renkli ve buruşuktur. Bunun nedeni deri altında bağ dokusu oluşmamış olmasıdır. Doğumdan hemen önce deri vernix caseose denilen yağlı beyaz bir madde ile kaplanır. Fetüs ağırlığı doğumda 3000–3400 gr arasındadır. CR uzunluğu 36 cm CH uzunluğu 50 cm.dir. Anormal Fetal Büyüme: Fetal uzunluk ve ağırlık çok değişkendir. Fetüsün beklenen ağırlığından %10 veya daha fazla eksik olması durumuna IUGR(intrautherin growth retartasyon) denir. Bu tip bebekler SGA(small for gestinational age)adını alır. Bu tip bebeklerde nörolojik bozukluklar, konjinital malformasyonlar, hipoglisemi, hipokalsemi riski artar ve her 10 bebekten 1’i bu sendroma sahiptir. Prenatal Diagnozi(tanı): En ucuz ve en tehlikesizi ultrasonografi’dir. Plesantal ve fetal büyüklüğü çoklu gebeliklerin ve malformasyonları belirlemek için kullanılır (ör; nöral tüp defekti ). Amniosentez: Bir iğne yardımı ile anne karnından amnion kesesine girilerek 20–30 ml amnion sıvısı alınır. Amnion sıvısının alfa-fetoprotein miktarı ölçülür. Bu proteinin yüksek konsantrasyonlarda bulunması yavrunun nöral tüp defekti ya da spina bifidalı olduğunun göstergesidir. Sıvı içinde yer alan fetal hücreler kültür ortamında çoğaltılarak kromozom anomalileri için analiz edilir. Bu teknikler şu durumlarda kullanılmalıdır. geç yaşta gebelik (35 yaş sonrası ) ailede nöral tüp defektli bir kişi var ise daha önceki çocuklarda Down Sendromu gibi anomaliler var ise herhangi bir ebeveynde kromozom bozukluğu varsa annede X’e bağlı taşınan resesif taşıyıcılık varsa
  14. Ektodermden Gelişen Yapılar: 3. haftanın başında alttaki notocordun indüksiyonu ile nöral plak gelişir. Bu olaya nörolasyon adı verilir. 3. haftanın sonunda nöral plağın kenarları yükselerek nöral katlantıları yapar. Nöral plağın ortasında ise nöral yarık oluşur. Katlantılar ortada çizgide kaynaşır ve nöral tüp gelişir. Tüpün baş bölgesinde anterior nöropor, kuyruk bölgesinde ise posterior nöropor adını verdiğimiz boşlukları içerir. Anterior nöropor 25. günde posterior nöropor 27.günde kapanır ve nörolasyon tamamlanır. Nöral Krista: Nöral katlantılar yükselip kaynaştığında nöral ektodermin tepe kısımları ayrık ve bu tepe kısımları sonradan nöral kristayı oluşturur. Nöral kristadan şu yapılar gelişir; duyu ve otonomik ganglionlar 5–7–9–10. cranial sinirlerin bazı ganglionları schwann hücreleri meninksler melanositler adrenal medulla craniofascial yapıların kemik ve bağ dokusu Nöral tüp kapandığında buradaki ektoderm kalınlaşması ortaya çıkar. Bunlardan biri otik plak ve diğeri ise lens plağıdır. Otik plak kulakları; lens plağı ise gözleri meydana getirir. Dolayısıyla birer çifttirler. Ektoderm Germ Tabakasının İleri Farklanmasıyla; Merkezi Sinir Sistemi Periferik Sinir Sistemi, Göz, Kulak, Burnun duyu epitelyumu Epidermis, Kıl, Tırnak ve buna bağlı yapılar Meme bezleri ve Hipofiz Bezi Mezodermden Gelişen Yapılar: 17.günde orta çizgiye yakın mezoderm hücreleri polifere olarak kalınlaşmış bir yapı olan paraxial mezodermi oluşturur. Daha lateraldeki mezoderm ise ince kalır ve lateral plak olarak adlandırılır. Mezodermin ileri gelişmesi ile iki tane yapı meydana gelir ve paraxial mezoderm ile visceral mezoderm arasında kalan kısım ise ana ya da intermediate mezoderm olarak adlandırılır. amnionu çevreleyen parietal mezoderm vitellüs kesesini çevreleyen visceral(splenik) mezoderm Somit Gelişimi: 3.haftanın başında paraxial mezodermden somit adı verilen yapılar gelişir. Bunlar ilk olarak baş bölgesinde ortaya çıkarlar daha sonra baş kuyruk yönünde her gün 3 tane olmak üzere gelişirler. 5.haftanın sonunda 42–44 çift somit gelişir. 4 tane occipital 8 tene cervical 12 tane thoracic 5 tane lumbal 5 tane sacral 8–12 tane coccygeal Bu dönemde embriyo yaşı; somit sayısıyla belirlenir. Somit Faklanması: 4.haftanın başında somitlerin ventral ve medial duvarlara sklerotomu oluşturur ve buda mezenşimi oluşturur. Dorsal somit duvarı ise dermayotomu yapar ve buradan myotom gelişir, bir kısmından da dermatom gelişir. Dolayısıyla her somit kendi sklerotomu, myotomu ve dermatomuna sahip olur. Ara mezodermden nefrotom gelişir. Nefrotomdan ise nefrojenik kordon gelişir ve daha sonra uriner sistem oluşur. Parietal ve visceral mezodermden seröz membranlar gelişir. 3.haftanın başında visceral mezoderm hücrelerinden anjioblastlar farklanır. Anjioblastlar ise kümeler oluşturarak kan damarlarını yaparlar. (anjiogenesis=kan damarı oluşumu) Endodermden Gelişen Yapılar: Endodermin anteriorundan ön bağırsak kaudal bölgesinden son bağırsak ve ikisi arasındaki bölgeden ise orta barsak gelişir. Baş kısmında buccofaringeal membran ile sınırlıdır, kuyruk kısmında ise cloaca membranı ile sınırlıdır. Endodermden; mide. barsak ve solunum yolları epiteli tiroid, paratiroid bezleri karaciğer ve pankreas parankiması tonsil ve tyhmusun retiküler stroması idrar kesesi ve urethra epiteli tympanic boşluk( kulak içindeki) ve östaki borusu (kulak ve ağzı bağlar) epiteli
  15. 3.haftanın başlangıcında trofoblast primer villus ile karakterizedir. Primer villus yapısında ortada sitotrofoblast hücreleri çevrede sinsityotrofoblast hücreleri yer alır. İlerleyen gelişimde mezoderm hücreleri villus merkezine göç ederek bir mezodermal öz oluştururlar. Bu yapıya da seconder villus adı verilir. İlerleyen evrelerde mezoderm hücrelerinden kan hücreleri ve kan damarları gelişir ve mezoderm tabakası decudia yönünde büyür. Bu yapıya tersiyer villus denir ve bu doku decudia ile bağlantı kurar. Oluşan kapiller corion plağı kapilleri ile bağlantı kurar. Böylece 4. haftada kalp atımı başladığında villus sistemi embriyoyu oksijen ve besin maddeleri ile desteklemeye hazırdır. Corion plağından decudia basalise uzanan villuslar stem villus ya da anchoring villus adını alır. Bu villuslardan çıkan yan dallar ise terminal villus adını alır ve anne ile yavru arasındaki madde alışverişi bunlar ile sağlanır.
  16. 16.günde primitif çizgiden invajine olan mezenşim hücreleri baş kısmına göç eder. Procordal plağa oluşan notocord uzantısını yapar. Bu gerçekleşirken primitif çukur ileriye doğru uzanarak bir lümen oluşturur ve notocord kanalı gelişir. Notocord tüp benzeri bir yapıdır. Daha sonra ağzı oluşturacak bölgede orofarangial membran ile sınırlıdır. Kuyruk bölgesindeki sınırı ise kloaka membranı adını alır. Notocord embriyonun ilkel eksenini belirler ve ona diklik sağlar. Notocord kanalının tabanı ektoderme tavanı ise endoderme yapışıktır. 18.günde notocordun tabanı ve endodermde erimeler meydana gelir. Notocord tabanı bu erimeler ile tamamen ortadan kalkar ve kısa bir süre için amnion ve vitellüs keseleri arasında neuronterik kanal yoluyla bağlantı sağlanır. Tabanı eridikten sonra notocord plağı haline dönüşür. Notocord oluştuğunda alttaki endoderm tekrar sürekliliğini kazanır ve neuronterik kanal yok olur. 3.haftanın sonunda notocord tümüyle oluşur. Notocordun iki önemli işlevi vardır; Columna vertebralisi oluşturur. Vertebralar geliştikten sonra notocord dejenere olarak ortadan kalkar. Üstündeki ektodermi indükleyerek MSS’nin başlangıcı olan nöral plağın gelişimini başlatır. Bu arada vitellüs kesesini extraembriyonik mezoderm içinde yaptığı girinti ile allantois oluşur. Parmak benzeri bir çıkıntıdır. Erken dönemde kan yapımına katılır, geç dönemde ise idrar kesesi yapısına katılır.
  17. Üç tabakalı germ diskinin oluşmasına “gastrulasyon” denir. 3.haftanın başında gerçekleşir. Gastrulasyon epiblast tabakasının yüzeyinde primitif çizgi oluşumu ile başlar ve çizginin sefalik sonunda primitif düğüm dediğimiz yapı meydana gelir. Bu primitif düğümün tam ortasında bir tane primitif çukur vardır. Primitif çizgi bölgesindeki blast hücreleri alttaki boşluğa doğru göç etmeye başlarlar ve bu olaya “invaginasyon” denir. Göç eden bu hücreler intraembriyonik mezodermi meydana getirir. Epiblast tabakası ise ektoderm tabakasını oluşturur. Bunun yanı sıra göç eden epiblast hücrelerinin bir kısmı hipoblast hücreleri ile yer değiştirerek hipoblast tabakasının bulunduğu yerden intraembriyonik endoderm tabakasını oluşturur. Dolayısıyla germ diski 3 tabakalı bir yapı kazanır: ektoderm, mezoderm, endoderm. Bu tabakaların kökeni epiblast hücreleridir. 3. haftanın başında embriyon diski yassı ve yuvarlaktır. Mezoderm hücrelerinin çoğalması ile disk sefalik bölgede genişler, kaudal bölgede ise aynı kalır. 4. haftadan sonra mezoderm üretimi yavaşlar, primitif çizgi körelir ve ortadan kalkar.
  18. Blastositin gömülmesi 1.haftanın sonunda başlar ve 2. haftanın sonuna kadar devam eder. Bu aşamada sinsityotrofoblastlar tarafından salgılanan hCG hormonu erken gebelik tanısı için kullanılır. Gelişimin; 8.gününde; blastosit endometrium stroması içine kısmen gömülmüştür. Embriyoblastın üstündeki tabakada trofoblast iki bölgeye ayrılmıştır. Dışta sinsityotrofoblast ve içte sitotrofoblast tabakaları bulunur. Sinsityotrofoblast tabakasında çok nucleuslu ve hücre sınırları belli olmayan bir yapı vardır. Sitotrofoblast tabakası ise tek nucleuslu hücrelerden oluşur. Embriyoblast tabakası da iki tabakalı bir yapı kazanır. Bunlardan yüksek prizmatik hücrelerden oluşmuş olan üstteki tabaka epiblast tabakasıdır. Alttaki tabaka ise küçük kübik hücrelerden oluşmuştur ve bu da hipoblast tabakasıdır. Bu iki tabaka düz bir disk oluşturduğundan ötürü “bilaminar germ diski” adı verilir. Epiblast tabakası amnion boşluğuna bakarken, hipoblast tabakası blastosit boşluğuna bakmaktadır. Epiblast tabakası içerisinde amnion boşluğu denilen boşluk meydana gelir. Epiblasttan köken alan amnioblastlar bu boşluğu çevreler. Alt sınırını ise epiblast yapar. İmplantasyon bölgesine yakın endometrial dokuda ödem gelişir. Bezler bol glikojen ve lipid içerirler. Bol kan damarı da burada yer alır. 9.günde; blastosit endometriuma daha da gömülmüştür. Endometrium epitelinin dejenere olduğu bölgelerde fimbrin I tıkaç oluşmuştur. Trofoblastlar daha da gelişirler. Bu; özellikle embriyonel kutupta daha da belirgindir. Sinsityotrofoblast içerisinde küçük vakuoller ortaya çıkmaya başlar ve bu vakuoller birleşerek lakünaları meydana getirir. Bu nedenle 9. gündeki evreye “lakuner evre” adı verilir. Abembriyonel kutupta hipoblasttan köken alan hücreler polifere olarak blastosit boşluğunu çevreler ve bundan sonra bu boşluk “exosölom boşluğu” (primitif vitellüs kesesi) adını alır. Bu boşluğu çevreleyen zar ise exosölom zarı (heuser zarı) adını alır. Bu boşluğun tavanını ise hipoblast tabakası çevrelemektedir. 10.günde; konseptus (=embriyoyu ve embriyo dışındaki yapıları oluşturacak dokular) endometriuma tamamen gömülmüştür. Sinsityotrofoblast içindeki lakünalar iyice büyümüştür. 11.-12.günlerde; 11.günde blastosit endometriuma tümüyle gömülmüştür. Uterusun lümenine doğru küçük bir çıkıntı oluşturur, lakünalar arasında bağlantı sağlamıştır. Bu embriyonel kutupta daha belirgin gözlenir. Sinsityotrofoblast tabakası endometrium stromasının daha derinlerine doğru ilerler. Maternal sinozoidlerle bağlantı kurar. Bu kapilleri aşındırır ve lakünalar bu anneye ait kapillerle lakünalar arasında bağlantı sağlanır. Maternal kan, lakünalara doğru akmaya başlar ve utheroplesantal dolaşım başlamış olur. Aynı zamanda yeni bir hücre populasyonu sitotrofoblastın iç yüzeyi ile exosölom boşluğunun dış yüzü arasında belirir. Bu yapıya extraembriyonik mezoderm adı verilir. Hemen sonra extraembriyonik mezoderm içinde boşluklar görülmeye başlar. Bu boşluklar birleşerek extraembriyonik sölomu meydana getirir. Extraembriyonik mezodermin sitotrofoblast tarafı ise amnionu çevreleyen kısmı extraembrionik somatik mezoderm adını alır. Vitellüs kesesini çevreleyen kısmı ise extraembriyonik splenik mezoderm adını alır. Bu arada endometrium hücreleri büyür. İçleri glikojen ve lipitle dolar. Bunun yanı sıra hücreler arası boşluk damar kökenli sıvı ile dolar ve ödem gelişir. Bu değişikliklere “decudia reaksiyonu” adı verilir. Bu reaksiyon ilk olarak embriyo çevresinde görülür daha sonra tüm endometriuma yayılır. 13.günde; endometrium yüzeyi tamamen iyileşmiştir. Bu günde seyrek de olsa lakünal boşlukların kan akımının artması nedeniyle bir kanama meydana gelebilir. Bu menstural siklusun tam 28. gününe denk geldiği için gebelik yaşının saptanmasını önleyebilir, menstural kanama ile karıştırılabilir. 13. gün villus yapılarının görülmesi ile karakterizedir. Sitotrofoblast hücreleri proliferasyon geçirerek sinsityotrofoblast içine doğru parmak şeklinde çıkıntı yapar. Bu sırada hipoblast hücreleri yeni hücreler üretir. Bunlar eksosölom membranının iç yüzeyi boyunca göç eder. Burada yeni bir boşluk meydana gelir. Bu boşluğa seconder vitellüs kesesi adı verilir. Bu boşluk primer vitellüs kesesinden daha küçüktür. Bunun dışındaki extraembriyonik sölom genişler ve corion boşluğunu oluşturur. Bundan sonra sitotrofoblastın iç yüzeyini döşeyen extraembriyonik mezoderm “corion plağı” adını alır. Embriyo bağlantı sapı ile corion boşluğu içerisinde yer alır. Bu bağlantı sapı daha sonra umblical kordonu meydana getirir.
  19. Fertilizasyondan sonra 6. günde blastositin embriyoblast kutbunda bulunan trofoblast hücreleri endometrium epiteline tutunur ve bunlar arasına penetre olmaya başlar. penetrasyon ve epitel hücrelerinin erozyonu trofoblast hücrelerinden salgılanan proteolitik enzimlerle sağlanır. Böylece gelişimin 1. haftasının sonunda zigot mukozaya gömülmeye başlar.
  20. Morula uterusa girdiğinde zona pellicudadan içeriye sıvı girişi başlar ve iç hücre kitlesinin hücreleri arasında toplanır. Hücreler arasındaki boşluk büyür ve tek bir boşluk olan “blastosöl” ü oluşturur. İç hücre kitlesine aynı zamanda embriyoblast adı da verilir. Bu aşamada ( blastosit oluştuğunda ) zona pellicuda da ortadan kalkar ve implantasyon aşaması başlar.
  21. Tuba uterinanın ampulla bölgesinde erkek ve dişi gametlerin kaynaşmasıyla gerçekleşir. Spermiumlar dişi genital yollarında 24 saat canlı kalabilmektedir. Yine seconder oositte ovulasyondan sonra 12–24 saat arasında canlı kalmaktadır. Spermium dişi genital sistemine girdiğinde döllenme yeteneğinde değildir. Yani henüz kapasitasyon kazanmamıştır. Kapasitasyon dişi genital yollarında kazanılır ve 7 saat sürer. Kapasitasyon sırasında spermiumun akrozom bölgesindeki glikoprotein kılıf ve seminal plazma proteinleri ortamdan uzaklaştırılır. Kapasitasyon tamamlanması akrozom reaksiyonunun tamamlanmasına izin verir. Akrozom reaksiyonu sırasında şu maddeler salgılanır Hyalurinidaz: corona radiata bariyerinin geçilmesini sağlar. Tripsin benzeri maddeler: zona pellicudayı eritirler Akrozin: spermiumun zona pellicuda içinden geçmesini sağlar. Fertilizasyon 3 evrede gerçekleşir; 1. Corona radiataya penetrasyon: dişi genital yollarındaki 200–300 milyon spermiumdan sadece 300–500 tanesi bölgeye ulaşabilir. Bunlardan sadece bir tanesi ovumu dölleme şansına sahiptir. 2. Zona pellicuda’ya penetrasyon: dişi gamet çevresindeki bu bariyer akrozomun iç membranındaki enzimlerin yardımıyla delinir. Spermiumdan zona pellicudaya temas ettiği anda hemen buna bağlanır ve içeri girer. Zona pellicudanın geçirgenliği bu temasla birlikte değişir. Bu değişme oositten lizozomal enzimlerin salınmasını başlatır ve zona pellicudanın yapısını değiştirir. Buna zona reaksiyonu denir ve bu olay spermiumların türe özgü reseptör bölgelerini inaktive eder. Dolayısıyla zona pellicudaya pek çok spermium tutunmuş iken yalnızca bir tanesinin penetrasyonuna izin verilir. 3. Oosit ve spermium membranlarının kaynaşması: spemium ve oosit membranları penetrasyonu sırasında kaynaşır ve spermium hücre membranını dışarıda bırakarak sadece baş ve kuyruk kısmı ile birlikte içeri girer. II. mayoz bölünme tamamlanır. Bu giriş ile birlikte yumurta hücresinde 3 değişiklik olur. Cortical reaksiyon ve zona reaksiyonu gerçekleşir. II. Mayozun tamamlanması: II. Mayoz tamamlandığında bir oosit bir de II. polar cisim ortaya çıkar. Bu hücreler 22+X kromozom sayısına sahiptir. Yumurtanın metabolik olarak aktivasyonu: Bunu sağlayan etmen bilinmemektedir. Muhtemelen bu etken spermiumdan salgılanmaktadır. Penetrasyondan sonra spermiumda erkek pronucleusu oluşur. Erkek ve dişi pronucleusları kaynaşır. Bu kaynaşmadan önce her iki pronucleusda DNA replikasyonu olur. Bunun nedeni ilk bölünmeden sonra meydana gelen 2 hücrenin DNA miktarının diploid olabilmesi içindir. Kromozomlar iğ iplikçikleri üzerinde yerleşirler ve oluşan 46 kromozomun 23’ü bir hücreye 23’ü diğer hücreye gider. Oluşan iki hücreden diploid sayıda kromozom ve diploid DNA bulunur. Fertilizasyonun 3 sonucu vardır: Diploid sayıda kromozomun sağlanması Eşey belirlenir. Yarıklanmanın başlatılmasıdır.
  22. Her 28 günde bir; ovaryum ve endometriumda olaylanan döngüsel değişiklerdir. Hormonların kontrolü altındadır. Adenohipofizden(Hipofizin ön lobu) salınan gonadotropinler genital siklusu kontrol ederler. Bu hormonlar arasında negatif feedback etkileşimi vardır. İlk 14 günde; FSH ve LH etkisiyle ovaryumda “foliküler evre” olaylanır. Bu evrede FSH hormonu baskındır. Dolayısıyla da foliküllerin gelişimi uyarılır. 14. günde LH pik yapar ve ovulasyon gerçekleşir. 14. günden sonra LH baskındır ve corpus luteum gelişimini gerçekleştirir. Dolayısıyla da bu evreye “luteal evre” denir. Buraya kadar gerçekleşen olaylar ovaryumda gerçekleşir ve ovaryal siklus adını alır. Ovaryal siklusa eşzamanlı ve hormonal olarak bununla doğrudan ilişkili bir siklus da endometriumda gerçekleşir. Buna “menstural siklus” adı verilir. Siklusun 5–14. günleri arasında FSH etkisiyle foliküllerden östrojen salgılanır. Östrojen proliferatif (hücre bölünmesini indükleyen) bir hormondur ve uterus endometriumunda proliferasyona (mitoza) neden olur. Siklusun 5–14. günleri arasında endometriumun mensturasyonla dökülmüş kısmı yenilenir. Ovulasyondan sonra corpus luteum oluşumunu takiben, corpus luteumdan salgılanan progesteron etkisi altında endometriumda salgı aktivitesi artar. Endometrium bezleri bol miktarda glikojen üretmeye başlarlar. Bu evreye “sekresyon evresi” denir. 27. gün civarında corpus luteumun gerilemesiyle progesteron salgısı azalır ve sonuçta endometrium damarlarında değişiklikler olmaya başlar. Spiral arterler saatlerce süren kontraksiyonlar (kasılmalar) yapmaya başlar ve kan endometriumun fonksiyonel tabakasına gitmez. Kansız kalan endometriumun fonksiyonel tabakası beyaz bir renk alır. Bu evreye “iskemi evresi = premenstrual evre” adı verilir. Fonksiyonel tabaka nekroza uğrar ve menstural siklusun 1–5. günlerinde dökülür. Bu olaya mensturasyon bu evreye de “mensturasyon evresi” denir. Endometriumun dökülen fonksiyonel tabakası 5. günden itibaren östrojen etkisi altında tekrar yenilenir. Bu döngünün uzunluğu kişiden kişiye değişebilir (±1 hafta ). Bu 1 haftalık fark yalnızca proliferasyon evresinde ortaya çıkabilir. Sekresyon evresinin uzunluğu sabittir.
  23. Merhaba arkadaşlar, Entomoloji konusunda oldukça laboratuvar tecrübeli biri olarak bu grubu açmazsam olmaz, şahsen Adli Entomoloji adına lisans ve yüksek lisans tez doğrulaması gerçekleştirerek keyifle hediyemizi (Biyoloji Günlüğü olarak Entomologlar adına gönderilen tebrik) kabul ederek ilk sorumuzla başlayalım. Ben Calliphoridae familyasından bir Diptera takım grubu ile Adli açıdan ölüm zamanının en aza indirmesi ve sonrasında uzun süreli deneyler içeriyor. Eğer disiplin olarak Adli Entomoloji nedir derseniz, burrdan bana ulaşabilirsiniz.
  24. Clostridium spp. Clostridium spp. ilk kez 1880’li yıllarda görülmüştür. Clostridium spp her yerde bulunabilen bir mikroorganizma olup toprakta, deniz ürünlerinde, hayvansal ve bitkisel ürünlerde bulunabilir.İnsanlarda intestinal bölgede, insanlarda ve hayvanlarda yaralı bölgelerde bulunmaktadır. Clostridium spp. Gram pozitif, peritrik flagella ile çoğu hareketli, obligat anaerob, katalaz negatif, fermentatif, oval hücre çapından daha büyük çapta , endospor üreten, çubuk seklinde bakterilerdir. Bu bakterinin sakkarolitik ve proteolitik türleri mevcuttur. Bu tür içinde mezofil ve termofil türlere rastlanılmaktadır. Termofilik C. thermosaccharolyticum konserve gıdalarda termofilik anaerobik bozulmaya neden olmaktadır. Proteolitik C. sporogenes ve C. putrefaciens gıdalarda anaerobik kosullarda putrefaktif bozulmaya neden olmaktadır. Bu türler aynı zamanda CO2 ve H2 gazı üreterek bombaja neden olurlar. Fermantatif C. butyricum ve C. pasteurianum bütirik asit fermantasyonu sonucu bütirik asit, CO2 ve H2 üreterek kutularda bombaja sebep olduğu bilinmektedir. C. tetani, kirli ve derin yaralardaki nekrotik dokularda gelişerek merkezi sinir sistemini etkileyen bir toksin üretmekte ve tetanoz hastalığına neden olmaktadır. Tetanoz toksini bilinen en güçlü toksinlerden biridir. 0,25 mg toksin bir insanı öldürmek için yeterlidir. Mezofilik C. perfringens özellikle et ürünlerinde ve C. botulinum ise düşük asitli konserve gıdalarda gelişerek gıda zehirlenmelerine yol açmakta, C. perfringens ise kirli yaralarda geliserek gazlı kangren oluşturmaktadır. Cl. perfringens ve Cl. botulinum bu türdeki iki önemli etkendir. Clostridium perfringens Clostridium perfringens’in sebep olduğu gıda zehirlenmesi ilk kez 1895 yılında KLEIN tarafından belirtilmistir. C. perfringens, Gram pozitif, anaerobik, katalaz negatif, hareketsiz, sporlu çubuk şeklinde bir bakteridir. Sporları genellikle subterminal bazen terminal pozisyondadır. Mikroskop altında genellikle tek ve ikili görünürler. Kapsül oluştururlar. Bakteri anaerob olmakla birlikte aerotoleranttır. Beslenme istekleri fazladır. Glikozca zengin besiyerinde kısa, koka benzer, hücreler gözlenirken, nisastalı sporulasyon besiyerinde uzun hücreler olusturmaktadır. Vejetatif hücrelerin spor halinde dönüşmesi sıklıkla görülmemekle birlikte sporları genis, oval seklindedir.13-14 aminoasidi ve 5-6 vitamine gereksinmeleri, zehirlenmede genellikle proteinli gıdaların aracı olmasına gerekçe oluşturabilir. C. perfringens çok genis bir enzim spektrumuna sahip olduğu için (hemolizin, üreaz lesitinaz, kollaganez, hiyalurinidaz, deoksirbonükleaz) gereksinim duyduğu birçok besi öğesini polimerik kaynaklardan sağlayabilir. Üremenin başlaması için anaerobik kosullara gereksinim duymaktadır. A, B, C, D, E tipi toksin oluşturmalarına göre 5 tipi ayırt edilmiştir. Bu toksinlerden özellikle A ve C tipi insanlar için büyük önem taşır. Genellikle C tipi toksinin neden olduğu gıda zehirlenmeleri de A tipine oranla daha fazla önemsenmektedir. Çünkü toksin A kuvvetli karın ağrısı ve şiddetli bir diyare ile kendini belli ederken, toksin C nekrotik bir enterite neden olmaktadır. Optimum olarak 43 - 47 oC lerde gelişen bakteri minimum 12 oC ve maksimum 50 oC de gelişebilir.Sporları düşük sıcaklılara karsı dirençidir. Bu nedenle soğutulmus ve dondurulmus pismis gıdalarda yasayabilmektedirler. pH 5.0' in altında ve pH 9.0' un üzerinde gelişemeyen C. perfringens 6.0-7.5 oC lerde mükemmel gelişir. Gelişme için gerekli su aktivite değeri yüksektir. As= 0.99' un altında gelişme hızı azalır, minimum su aktivite değeri ise As= 0.95-97 olarak belirlenmiştir. Vejetatif hücreler ısıya ve donmaya karşı duyarlıdır. Vejetatif hücrelerin ısı direnci; D60 oC= birkaç dakika (ette), sporların direnci ise; D 110 oC= 0.5 dakika olarak saptanmıştır. Nitritin besiyeri ile birlikte steril edilmesi bu maddenin inhibitif etkisini yükseltir, yani daha az sodyum nitrit ile organizmanın inhibe edilmesi sağlanır ki bu etkiye “perigo etki” denmektdir. Cl perfringens düşük su aktivitesi ve düşük pH değerlerine karsı toleranslı değildir. C perfringens sporları ısıya dirençli olup ısısal işlemler sonucu canlı kalan sporlar uygun sartlarda çimlenerek vejetatif hücreleri olustururlar. Enterotoksin sentezini sporulasyon asamasında gerçekleştirmesi de sporulasyonun önemini artırmaktadır. Gıda zehirlenmesinde gıda ile birlikte alınan vejetatif hücrelerin ince bağırsaklarda sporulasyonu sırasında sentezlenen egzotoksijenik karakterli enterotoksin hastalığa yol açmaktadır. C. perfringens sporulasyonu yeterli düzeyde olmadığından, dolayısıyla yeterli miktarda enterotoksin sentezlenemediğinden C. perfringens zehirlenmesine enfeksiyon tipi gıda zehirlenmeleri gurubunda yer verilir.Sporulasyon aralığı daha dar olup 35-40oC, pH 6-8, su aktivitesi ise 0,98 dir. C perfringens sporları sıcağa dayanıklı olanlar ve sıcağa hassas olanlar seklinde farklı gruplara ayrılmaktadır. Isıya dayanıklı sporlar 100oC de 5 saat yasabilmektedir. Bulunduğu Yerler Doğada çok yaygın olarak bulunur. Toprak, hava, su, kanalizasyon suları, insan ve hayvanların dışkıları ve barsak sistemlerinde bulunur. Bu nedenle yayılmaları ve gıdaları kontamine etmeleri de kaçınılmazdır. En çok görülen gıdalar; • et ürünleri – kızarmış biftek, – ızgara köfte, – ızgara biftek • tavuk eti, • balık ve ürünleri Pişmiş gıdalarda da ısıya dirençli sporlardan bir kısmı kalabilir ve sonradan hızlı bir soğuma sağlanmaması durumunda, sporların çimlenerek (jerminasyon) tekrar vejetatif hale geçmesi için oksijenin ortamdan kısmen uzaklaşması da uygun koşul sağlar. C. perfringens zehirlenmeleri, genellikle – okul kantinleri, – hastaneler, – hapishaneler gibi toplu yemek tüketim yerlerinde sıklıkla görülmektedir. Bu bakteri genellikle mide pH’sında öldüğünden dolayı genellikle gıdadaki bakteri sayısı 105-106kob/g olduğunda zehirlenmeler görülür. Hastalık Belirtileri En önemli belirti karın krampları ve diyaredir. Ender olarak ateş, kusma, kanlı dışkı görülebilir. Hastalık gıda üzerinde belli bir sayıya ulaşmış (106/g) C. perfringens hücrelerinin gıda ile vücuda alınması sonucunda ortaya çıkar. Bu hücreler barsak sistemine ulaştıklarında gelişme ve sporulasyon için uygun bir ortam bulurlar. C. perfringens hücreleri sporulasyon evresinde enterotoksin oluştururlar. Sporulasyonun son aşamasında hücre lizizi ile barsak sistemine geçen toksin kapiler geçirgenliği arttırarak aşırı sıvı hareketlerine neden olur. Enterotoksin sitotoksik etkiye de sahiptir, o nedenle barsak epitel hücrelerinde membranı harap eder. Nekrotik enteritlerin ortaya çıkmasına neden olur. C. perfringens' in A tipi tarafından oluşturulan toksinin 36 000 Da ağırlığında bir protein olduğu ve ısıya dirençsiz olan toksinin 60 oC de inaktive olduğu saptanmıştır. Üzerinde spor oluşmuş (enterotoksin oluşmuş) gıdalarla zehirlenmenin meydana gelmesi hemen hemen olanaksızdır. Sporulasyon ve liziz evresinin gıda üzerinde tamamlandığını düşünülse bile gıda tüketilemeyecek derecede bozulacağından intoksikasyon şeklindeki gıda zehirlenmesinin bu bakteri ile gerçekleşmesi olanaklı değildir. İnkübasyon periyodu genellikle 8-24 saattir. Yaşlı ve genç hastalarda dehidrasyonla birlikte ölüm görülebilmektedir. Analiz Clostridium perfringens' in sayımı için saklanan gıda maddesinin dondurulmamış olması gerekir. Analize alınacak örneğin 1:1 (g/v) oranı ile % 10' luk gliserinle karıştırılarak analiz yapılana kadar 5 oC nin altında saklanmalıdır. Zorunlu nedenler ile 8 saat içinde analiz yapılamıyor ise örneğin tamponlanmış steril gliserin-tuz çözeltisi içinde -60oC de dondurulmasıdır. Kısa süre bekleyecek örnekler 10 oC de tutulurlar. Çünkü C. perfringens' in vejetatif hücreleri donma sıcaklıklarına çok duyarlıdır. Bu uygulama yapılmazsa soğukta bekletme veya dondurarak saklama süresinde bakteri canlılığını yitirmiş olacağından yanlış sayım sonuçları alınabilir. Sayım için Tryptose Sulfite Cycloserine (TSC) Agar kullanılır. Bu besiyeri içinde bulunan sülfit Clostridium 'ların büyük çoğunluğu gibi C. perfringens tarafından da sülfide indirgenir. Besiyerindeki demir (3), amonyum sitrat demir sülfid oluşturarak koloninin siyah renk almasına neden olur. Örnek sıvısı ve ardışık dilüsyonlarından dökme yöntemi tekniği ile ekim yapılır. Plaklar 37 oC de 20 saat anaerob inkübasyona bırakılır. Anaerobik inkübatör yoksa çift katlı ekim uygulanması düşünülmelidir. TSC Agar üzerindeki siyah koloniler sayılarak gıdadaki hücre sayısı hesaplanır. TSC Agar üzerinde gelişen tüm kolonilerin C. perfringens olduğu düşünülemez. Diğer sülfit indirgeyenler de (C. bifermentans, C. sphenoides, C. fallax) aynı renkte koloni vereceklerinden, siyah kolonilerin mutlaka uluslararası yönetmeliklerde bulunan testlerle tanımlanması gerekir. ISO, FDA, 35 LMBG gibi standartlarda; suşların hareketsiz, nitrat pozitif, laktoz pozitif olduğunun, jelatini sıvılaştırdığının, Reverse-CAMP testinde pozitif sonuç verdiğinin gösterilmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte bu testlerden nitrat indirgeme ve jelatini sıvılaştırma testlerinde doğru sonuçların alınması her zaman mümkün olmayabilir. İdentifikasyon testlerinden en fazla hareket, laktoz fermentasyonu, Reverse-CAMP ve asitfosfataz testlerine güvenilmektedir. Bunlar aynı zamanda doğrulama testleridir. Reverse-CAMP testinde % 5 defibrine koyun kanı katılarak hazırlanan Columbia Agar (Oxoid) plağının ortasına, plağı iki eşit parçaya ayıracak şekilde iyi üremiş Streptococcus agalactiae kültüründen bir öze alınarak çizilir. Bu çizgiden 1 mm aralık bırakılarak ve çizgiye dik olarak test edilecek C. perfringens kültürlerinden sağa doğru ayrı ayrı paralel çizimler yapılır. 37 oC de 24 saat inkübasyonun ardından sağa doğru çizilen suşlarda lobut veya pipo formlu geniş ß-hemoliz zonları gösterenler pozitif olarak değerlendirilir. C. perfringens 'in doğrulanması, laktoz ve sülfit testlerini kombine hale getirmiş olan Lactose Sulfide (LS) Medium besiyerinde yapılır. Gaz oluşumu ve siyah presipitat sonucun pozitif olduğunu gösterir. Asitfosfatazın belirlenmesi, Columbia Kanlı Agar plaklarında geliştirilen şüpheli C. perfringens kolonileri üzerine fosfataz reaktifi döküldüğünde gelişen kahverengi-viyole rengin pozitif olarak değerlendirilmesiyle yapılır. C. perfringens 'in asitfosfataz özelliğinden yararlanılarak geliştirilen bir besiyeri de Tryptose Sulfite Cycloserin (TSC) Agar'a MUP (4-methylumbelliferyl phosphate) katılarak hazırlanan C. perfringens' in sayılması amacıyla son yıllarda geliştirilmiş bir besiyeridir. TSC-MUP Agar üzerinde gelişen bakterinin oluşturduğu asitfosfataz florejenik bir madde olan MUP' ı ultraviyole ışını altında 366 nm de floresan veren 4-methylumbelliferona dönüştürmekte, böylece koloniler belirgin olarak tanınmaktadır. C. perfringens toksinleri, Ters Pasif Lateks Aglutinasyon (RPLA) tekniği ile hazırlanmış PET-RPLA (Unipath) test kiti kullanılarak da belirlenebilmektedir. Clostridium botulinum Clostridium botulinum ilk kez 1895 yılında E. VanERMANGEN tarafından tuzlu jambonlardan izole edilmistir. Yunanca da salam-sosis anlamına gelen botulustan esinlenerek Bacillus botulinus olarak isimlendirilmiştir Bacillaceae familyasında bulunan Clostridium cinsinin bir üyesi olan C. botulinum 'un nörotoksini bilinen en öldürücü doğal bileşiklere örnek oluşturmaktadır. C. botulinum, obligat anaerobik, Gram pozitif, çubuk şeklinde, sporlu bir bakteri olup sporları oval veya silindiriktir. Boyutları 2-10 μm civarındadır. Peritrik falegelları ile hareketlidir. Besiyerlerinde zincir yapabilir. Terminal veya supterminal olan sporlar oval ve bakteriden geniş olduklarından çomakçığın şeklini bozar Anaerop bir bakteri olup,bu koşullar sağlandıktan sonra adi besiyerlerinde üreyebilir. Optimal üreme ısısı 30oC olmakla beraber oda derecelerinde (20oC)üreyebildiği görülmüştür. C. botulinum optimum olarak pH 6.0-7.5 arasında gelişir. pH 4.5' un altında gelişmeleri engellenir. C. botulinum en iyi nötr pH da gelişir. pH 4,7 nin altında ve 8,9 üstünde toksin üretmemektedir. Sporlarının çimlenmesi için minimum sıcaklık ve pH istekleri bakterinin gelişebilmesi için gerekli minimum değerlerden biraz daha yüksektir. Sporların çimlenebilmesi için en düşük derece 15 oC ve en düşük pH 5.0-5.1 olarak belirlenmiştir. Genel olarak pH' nın spor çimlenmesi ve gelişme için optimum oluşu toksin oluşumunu da stimule eder. Toksin oluşumunda minimum su aktivitesi değeri; A ve B için As= 0.94, E tipi için de As= 0.97' dir. Sıcaklığa dirençleri; A ve B tipleri için D121 oC = 0.2 dakika, F tipi için D121 oC = 0.17 dakika olarak belirlenmiştir. % 10 oranında tuz ve % 60 oranında sakkaroz ortamlarında C. botulinum toksin oluşturmaz. Tuzun daha düşük konsantrasyonları (% 3.0-3.5), eğer beraberinde koruyucu teknolojik bir işlem (tütsüleme, ısıl işlem uygulaması) varsa toksin oluşumunu engeller. Gıdalara katılan nitratlar da gelişmeyi ve toksin oluşumunu, O/R potansiyelini yükselterek ve hidroksilamin (NH2OH) oluşturarak engeller. Glikozlu besiyerlerinde daha bol ürer. Jelozdaki yüzeysel kolonileri büyük,kaygan,orta kısımları mat,kenarları hafif saydam ve flamanlı R tipindedir. Kanlı jelozda hemoliz yaparlar. Jeloz içerisinde hafif bulanık mercek veya kalp şeklinde koloniler oluştururlar. Laktoz,kitoz,salisin dışında birçok şekerlere etki ederek asit ve gaz yaparlar. H2S yapar,sütü önce pıhtılaştırır sonra yavaşca eritirler. Vejetatif şekilleri dayanıksızdır. Sporları, kuruluğa uzun yıllar, nemli ısıda 100oC’ye 6 saat, 120oC’ye 10 dakika, 180oC’ye 5-15 dakika dayanırlar. Antiseptiklere karşı direnç gösterirler. DNA’daki G+C oranı %26-28 mol’dur. Bu bakteri olusturduğu farklı antijenik yapıdaki nörotoksin tiplerine göre sınıflandırılmaktadır. Bu nörotoksinler A, B, C (Cα, Cβ), D, E, F, ve G dir . İki farklı toksini bir arada üreten türler de vardır. İnsanlarda en sık botulizme neden olan A ve B tipi toksinler olup bunlar toprakta yaygın olarak bulunmaktadır. C ve D tipleri hayvanlarda botulizm etmeni olarak belirlenmiştir Bulunduğu Yerler Clostridium botulinum suşlarının doğal habitatları toprak ve deniz tabanları ile kıyı sularıdır. Göllerin sedimentlerinde, balıkların sindirim kanallarında, bahçede yetiştirilen sebzelerde bulunurlar. Bunlardan özellikle E tipi kıyı sularında ve balıklarda görülür. Topraktan her tarafa dağılımı söz konusudur. Patojen Olarak Önemi C.botulinum, genel olarak organizmaya yerleşme ve yayılma yeteneği yoktur. Botilusmus, C.botulinum toksininin yaptığı bir hastalıktır. Toksinler sıcaklığa dayanıksız, suda çözünebilen, asitlere dirençli yüksek moleküllü proteinlerdir. Toprakta ve hayvan bağırsak içeriğinde yaygın olarak bulunan sporlar, hayvanların kesim işleminde etlere ve topraktan sebzelere geçerler. Bunlardan hazırlanan çeşitli ve daha çok konserve şeklindeki besinlerde anaerob koşulları bulan sporlar, vejatatif hale gelirler. oda ısısında bile ürerler ve bulundukları yerde toksin yaparlar. Hastalık bu toksinli besin maddelerinin, iyi pişirilmeden yenmesi ile oluşur. C. botulinum başta toprakta ve suda bulunmakla birlikte, bu yönde en çok sorumlu yiyecekler pişirilmeden yenen baharatlı, tütsülenmiş, vakumlu, alkali et ve sebze konserveleridir. düşük asitli ev konserveleri, konserve et ve et ürünleri, sebze konserveleri ve sebzeler, balık ve balık ürünleri, Pek çok gıda zehirlenmesi olayının ise ev yapımı gıdalar ve sebzelerden kaynaklandığı belirtilmektedir. C. botulinum toksinleri bilinen en kuvvetli biyolojik toksinler olup 1 gramı 140 milyon insanı öldürecek güçtedir. Bu toksinlerin inaktivasyonu için 79oC de 20 dakika veya 85oC de 5 dakikalık ısıl islem gerekmektedir. Gıda intoksikasyonunda inkübasyon süresi genelde 13-36 saat olup 2 saat ile 8 gün arasında inkübasyon süresi belirtilmiştir. Hastalık Belirtileri Hastalığın baslangıcında bulantı, kusma ve ishal gibi gastronintestinal belirtiler ve halsizlik bas dönmesi, bas ağrısı görülür.Botulizm halsizlik ve kaslarda güçsüzlükle başlar. Bu belirtileri göz kapaklarında düşme, bulanık ve çift görme, ağızda kuruluk, konusma yutkunmada zorlanma gibi sikayetler takip eder. İstemsiz kaslarda giderek artan felç olusur ve 3-5 gün içinde genellikle solunum yetmezliğinden ölüm görülür. Botulizm Clostridium botulinum nörotoksininin neden olduğu bir intoksikasyon olup beş farklı şekilde gelişir. Bunlar, Gıda botulizmi (gıda intoksikasyonu): Bulaşmış yiyeceklerin mideye indikten sonra botulinum’un aktif hale geçmesi ile ortaya çıkar. Yara botulizmi: Yara kaynaklı da ortaya çıkabilir. Ancak çok nadirdir. Toksini vücut içinde aktif hale geçer, yara üzerinde gelişerek, vücutta enfeksiyon meydana getirir. Bebek botulizmi: Botulizm başlangıcında, botulinal toksin vücut içinde olgunlaşır ve gelişir. Sonra bağırsak sistemine geçerek koloniler teşkil ederler. Gizli botulizm (hidden botulism) :Botulizm başlangıcında, botulinal toksin vücut içinde olgunlaşır ve gelişir. Sonra bağırsak sistemine geçerek koloniler teşkil ederler.: İnadvertent botulizm : C.botulinum’lar determine olmadıklarından besin içerisinde uygun koşullarda 12 ay yaşayabilirler. Bunlar yara kaynaklı olanlardır. Botulizm nerotoksinleri sadece aminoasitlerden olusan basit protein yapıdadırlar. Staphylococcus toksinlerinin aksine botulinum toksinleri ısıya hassas olup 10 dk kaynatmayla yıkımlanabilmektedir. Botulizm diğer gıda kaynaklı hastalıklara oranla daha seyrek görülmekle birlikte,ölüm oranının yüksek olması nedeniyle önemlidir Toksin, organizmanın logaritmik geliş evresinde sentezlenmekte ve hücre içinde birikmekte, logaritmik gelişme döneminin sonunda büyük olasılıkla liziz sonucu ortama geçmektedir. Gıda ile alınan toksin ince barsağa ulaştıktan sonra burada absorbe olur ve lenf sistemi yolu ile kana karışır. Ardından sinir sistemine ulaşan toksin burada belirli noktalara bağlanarak sinirlerin komuta ettiği kaslara komutların gönderilmesini engellemekte ve kasların paraliz (felç) olmasına neden olmaktadır. Nörotoksik etkili proteinin, sinir düğüm ve kavşaklarında uyarı mesajlarının iletilmesini bloke ettiği, bunun sonucu olarak da sinir uçlarında asetilkolinin serbest hale geçmesinin engellendiği bilinmektedir. Anlaşılamayan kısım ise bu sonuca götüren blokajın nasıl olduğudur. Kesin olan, toksinin etkisinin nöromuskular blokaj şeklinde ortaya çıktığıdır. Kontrol yöntemleri C.botulinum sporları doğada toprakta ve hayvan bağırsaklarında çok yaygındır. Sebze ve et gibi besin maddeleri bu yol ile kirlenirler. C.botulinum’un gelişerek yüksek nem , düşük asit(pH 4.6’dan büyük), O2 ‘siz ortam ve soğutucu dışında bekletilmesi durumlarında toksin üretmesi daha kolaydır. Besin endüstrisinde fiziksel yollar ve kimyasal ilaçlar kullanılarak, C.botulinum sporlarının gelişimi ve ardından göstereceği toksik etki önlenebilir. Bu tip medotların kullanımı ile vejetatif hücre ve sporların besinlere bulaşması önlenir. Ayrıca pastorizasyon ile de kontrol sağlanabilir. Konservelerde kalan sporlar harap olmadıkları zaman vejatatif forma geçen bakteriler çoğalarak toksin yaparlar. Sporların ölmesi için konservelerin 120 oC’de 30 dakika tutulması gereklidir. Bu düşük asitli konserve gıdalarda ısı yanında kontrol işleminde nitrit ve tuz da kullanılır. Et konserveleri, sucuk, sosis,fasulye ve bezelye başta olmak üzere çeşitli sebze ve bir kısım balık konserveleri botulismus yönünden sorumlu olabilirler. Bu yöntemlere ilaveten değişik vakum altında paketlenen etlerin buzdolabında saklanması sayılabilir. Nem yüzdesinin 0,93’ün altında olması besinlerin besinlerin saklanmasında emin bir yöntemdir. Dondurularak bekletmek bakterinin gelişmesini ve toksik etki göstermesini önleyen önemli bir yöntemdir. Salamura edilmiş besinler botulizm açısından daha güvenilirdirler. Çünkü bunların yapımında nitrit bileşikleri kullanılmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, sodyum nitritin C.botulinum’un gelişmesini ve toksin oluşturmasını önlediğini açıklar. Özellikle bu salamura yapılmış etlerde kullanılır. Salamura etlerde nitrit tek başına kullanıldığında önleyici etki göstermez. Diğer materyallerle etkileşime geçerek C.botulinum sporlarının üremesi ve toksik etki göstermesi için uygun ortamı hazırlar. Nitritli ortamdaki sıcaklık, asidite, tuzluluk ve bakteriyal spor seviyesi C.botulinum’un gelişimi ve toksidite göstermesi için uygundur. Botulizme neden olan en büyük kaynaklar arasında evde yapılan besinler ve konserveler de vardır. Bu yüzden besin endüstrisinde C.botulinum’un toksidite göstermesini önleyici şekillerde besinler işlenmektedir. Tüketiciler özelikle bilinen kontrol medotlarını tercih etmelidir. Alışverişte soğutulmuş ve dondurularak depolanmış besinler esas kriterleri oluşturmalıdır. Clostridium botulinum ve Toksinlerinin Belirlenmesi Clostridium botulinum' un gıda içerisinde kültürel yöntemle varlığının gösterilmesi veya sayılması intoksikasyonun seyri dikkate alındığında çok fazla anlam taşımamaktadır. Gıdalarda toksinin belirlenmesinde kullanılan geleneksel analiz yöntemi farelerle yürütülen letal doz testidir. Bu yöntem günümüzde hala en geçerli yöntem olarak kullanılır. Farelere farklı antitoksinler verilerek gıdadaki enterotoksin tipi nötralizasyon sonuçları ile ortaya konulabilir. C. botulinum nörotoksinlerinin belirlenmesi için birçok immunolojik yöntem geliştirilmiştir. Ancak geliştirilen immunolojik analiz yöntemlerinde belirlenen immunolojik aktivitedir. Toksinin biyolojik aktivitesini ortaya koyabilecek yöntemlerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Bugün için Sandwich ELISA, floresan antikor teknikleri veya RPLA testleri henüz fare denemelerinin yerine geçebilmiş değildir. Örneğin RPLA testinin, toksini değil, toksin komponentlerinden birini belirlemeye yönelik olduğu belirtilmiştir. Floresan antikor tekniği bakterinin E tipi toksini için kullanılmaktadır. Ancak gıdalarda henüz bu yolla toksin saptamak mümkün olamamaktadır. Monoklonal antikor tekniğinin gelişmesi ile gelecekte immunolojik toksin belirleme yöntemlerinin hayvan denemelerinin yerine geçeceği düşünülmektedir. PCR ve gen sondalarının da henüz başarılı kullanımları görülmemektedir. Clostridium botulinum' un spor varlığının ballarda gösterilmesi tüm gıdalar içerisinde üstünde en fazla durulan konudur. Süt emmekte olan bebeklerde spontan olarak ortaya çıkan bebek botulizmlerine C. botulinum sporları neden olur. Sporların jerminasyonu ile barsakta gelişen C. botulinum vejetatif hücreleri, toksin oluşturarak bebek botulizmlerini yaratır. Bu şekildeki vakaların ABD, Japonya ve İngiltere' de ortaya çıktığı belirtilmektedir. Ballar da A ve B tipi toksin yapan C. botulinum sporlarını içerdiklerinde aynı tehlikeli sonucu yaratabilmektedir. İşte böyle gıdalarda C. botulinum varlığının veya sayısının belirlenmesi yerine gıda içerisinde veya örneğin broth kültüründe toksinin geliştirilmesi ve gıda ekstraklarının deney farelerine verilerek, toksin oluşumunun ispatlanması yoluna gidilmektedir. Bu yolla balda C. botulinum veya spor varlığı belirlenmektedir. C. botulinum' un izolasyonu ve identifikasyonu amaçlandığında ise bakteri tehlikeli olduğundan toksoidlerle korunmak gerekir. C. botulinum içerdiği düşünülen gıdanın 1:1 oranıyla absolü alkol içerisinde oda sıcaklığında bir saat tutulması, refakatçi floranın ve C. botulinum vejetatif suşlarının öldürülmesi için gereklidir. Bu karışımdan öze ile Egg Yolk Agar (EYA) veya Liver Veal Egg Yolk Agar (LVEYA) plaklarına sürülür, plaklar 35 oC de 48 saat inkübasyona bırakılır. Bu besiyerleri üzerinde C. botulinum beyaz-sarı, yassı, homojen olmayan tipik koloniler oluşturur. Kolonilerin etrafında sedefli parlaklık gösteren presipitasyon zonları eğik ışıkta bakıldıklarında daha belirgin olarak görülürler. Diğer Clostridium türleri de aynı tarzda koloni verebileceklerinden, en az 3-5 koloni CMM' a (A, B tipi için) ve TPGY Broth' a (E tipi için) aşılanır. Birinci besiyeri 35 oC de, ikinci besiyeri 26 oC de 5' er gün inkübasyona bırakılır. Gelişen kültürlerde biyokimyasal testler yürütülür. Zenginleştirme gerekiyorsa; işlenmemiş ve az işlenmiş gıdalar için Differential Reinforced Clostridial Broth (DRCB) veya Modified Peptone Colloid Broth (MPCB) kullanılır. Çok fazla işlem görmüş gıdaları ise taze hazırlanmış Pork Pea Infusion Broth (PPIB) veya Beef Infusion Broth (BIB) besiyerlerinde 37 oC de 72 saat zenginleştirmek gerekmektedir. Gelişmenin görüldüğü tüplerden seyreltiler yapılarak Sülfite Polymyxin Sulfadiasine Agar (SPSA) plaklarına ekim yapılır ve 32 oC de 48-72 saat inkübasyona bırakılır. Plakta gelişen siyah kolonilerden 3-5 adet seçilerek biyokimyasal testler gerçekleştirilir.

Hakkımızda

Biyoloji Günlüğü ülkemizdeki biyoloji öğrencileri, mezunları ve çalışanları adına kar gütmeyen bir proje olarak 9 senedir faaliyetlerine yılmadan devam etmeye çalışan masum bir projedir. Lütfen art niyetinizi forumdan uzak tutunuz. Bize iletişim formu aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

Dilerseniz biyolojigunlugu@gmail.com veya admin@biyolojigunlugu.com adresine mail de gönderebilirsiniz. Bizimle arşivinizi paylaşmak isterseniz wetransfer.com üzerinden biyolojigunlugu.com adresine dosya transferi olarak iletmeniz yeterlidir, sizin adınıza paylaşılacaktır.

Sitemiz bir "Günlük" olarak derleme yayın, yorum, diyalog ve yazılara vermektedir. Güncel biyoloji haberleri ve gelişmelere ek olarak özellikle sosyal medyada gözden kaçan, değerli gördüğümüz tüm içeriğe kaynak ve atıflar dahilinde sitemizde yer vermekteyiz. Bu sitede verilen bilgilerin kullanım sorumluluğu tümüyle kullanıcıya aittir. Sayfalarımızda yer alan her türlü bilgi, görsel ve doküman sadece bilgilendirmek amacıyla verilmiştir.

Biyoloji Günlüğü internet sitesi 5651 Sayılı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasının m) bendi ile aynı kanunun 5. maddesi kapsamında Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermektedir. İçerikler, ön onay olmaksızın tamamen kullanıcılar tarafından oluşturulmaktadır. Yer Sağlayıcı olarak, kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriği ya da hukuka aykırı paylaşımı kontrol etmekle ya da araştırmakla yükümlü değildir.

Yer Sağladığı içeriğin 5651 Sayılı Kanun’un 8 ila 9. maddelerine aykırı şekilde; kişilik haklarınızı ihlal ettiğini ya da hukuka aykırı olduğunu düşünüyorsanız mail adreslerimizden iletişime geçerek bildirebilirsiniz. 

Bildirimleriniz dikkatle ve özenle incelenmekte olup kişilik haklarınızın ihlali ya da hukuka aykırılığın tespiti halinde mevzuat kapsamında en kısa sürede işlem yaparak bilgi vereceğiz.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgilendirme

Kullanım Şartları, Gizlilik Politikası, Forum Kuralları sayfalarına göz atınız.